1551’de Parisli bir ailede doğan Philippe du Fresne eğitim görmek için Venedik’e gitti ve orada Fransa’nın İstanbul Büyükelçisi Noailles’le tanışarak onun maiyetine girdi.
1573 yılında İstanbul’a hareket eden Noailles Fresne’yi de yanına aldı. Yazar hem yol boyunca tanık olduklarını hem de İstanbul ve Ege adalarını anlattı seyahatnamesinde.
Fresne’nin Otmanlı İmparatorluğu’na seyahat notlarını içeren yazının ikinci bölümünü yayınlıyoruz.
Pera’nın eski adı Sykai yani İncirler’miş
Pera’nın eski adı, güzelliği ve bol incir yetişmesi nedeniyle Sykai (Eski Yunanca’da incirler) idi; daha sonra, “karşı yaka” anlamına gelen Pera ya da Perae adıyla anılmaya başladı; bu adın verilmesinin nedeni, İstanbul’dan Pera’ya geçmek için denizi aşma gereğidir.13
Tutsak senyörler
Bugün burada (Anadolu Hisarı’nda, M.G.) önemli sayılan tutsaklar, ayak ve gövdelerine ağır demirler takılarak, kandil dışında ışık yüzü görmeden barındırılıyor ve bunlar kurtulmalık karşılığında asla serbest bırakılmıyor. Geçen yıl Kral, Venedik savaşında tutsak düşen S. Alessandro Malatesta’yı buradan kurtarmış ve bu iş için özellikle M. De Germigny’i göndermişti. Kulelerde (Anadolu ve Rumeli hisarları kastediliyor, M.G.) bulunan hiçbir Fransız tutsağı (Büyük olasılıkla bunlar, Fransa Kralı Türklerin resmi bağlaşığı olduğu sırada, Kıbrıs ve İnebahtı’da Venedik saflarında savaşma ihtiyatsızlığını gösteren Fransızlardı. 51 nolu dipnot) kurtaramayan Sayın Büyükelçi. Yalnızca o ağır zincir yükünün biraz hafifletilmesine padişahı razı edebilmişti; söz konusu tutsaklar için birkaç pencere açtırıldı ve onlara her gün lütufta bulunuldu.14
Kadıköy bir Rum kasabası
Fresne’nin bu anlattıkları kendi tanıklığına mı dayanıyor yoksa duyduklarına mı belli değil ama duyduklarına dayanıyor olsa bile köle pazarları hakkında genel bir fikir veriyor.
… Üsküdar’dan sonra eskiden büyük bir kent olan Kadıköy’e geçtik; bugün burası büyük bir Rum kasabası.15
Küçük Bedesten’de dünyanın dört bir yanından gelmiş erkek ve kadın esirler satılır. Buradaki kadınları satın almak isteyenler yüzlerini örten örtüyü kaldırır; yüzlerinin boyanmış ve düzgünlü olup olmadığını anlamak için hanımın yüzüne tükürürler; daha sonra, dişlerinin takma ya da yıpranmış (?) ya da sallanmakta olup olmadığını anlamak için ağzına bakarlar, dişleri muayene eder ve sayarlar. Sonra kollarına ve ellerine ve daha sonra bacaklarına ve baldırlarına, en sonunda da kalçalarına geçerler ve en mahrem yerlerini muayene ederler; eğer kadınları genç, bütün azaları sağlıklı ve sağlam bulurlarsa patronla pazarlığa girişirler. Bu zavallılar, ister erkek ister kadın olsun, gözlerini indirerek ve kısarak dut yemiş bülbül gibi ses çıkarmadan bütün hırpalanmalara boyun eğerler. Ve bazen eşsiz güzellikte bir kızı sefalet içinde gördüğümde acıma duygusuyla tir tir titresem de, onun sırf benim teselli bulmam için böyle büyük bir cezaya çarptırıldığını düşünür, katlanmak zorunda kaldığı acıyı parlak güneş ışınlarının tenimi yakışı sırasında hissettiğim acıya benzetirdim.16
Dirhemden çalan esnaf yandı
… İstanbul’da haşlanmış ve kızartılmış etler ve Venedik’te Noel arifesinde yenenlere benzeyen şekerlemeler satılır. Öte yandan, dirhemden çalanlar, kafaları üstünde bir yazıyla ve boyunlarında üstüne birçok (tıpkı Venedik’te arabalara konanlar gibi) çıngırak takılmış büyük bir tahtayla bütün kentte dolaştırılır; suçlu da, yanında dört ya da beş cellatla birlikte her yürür hem suçunu haykırır.17
Herkül heykeli niçin kayboldu?
Bu alıntı Fresne’den değil aynı kitaptaki bir dipnottan yani kitabın çevirmeni veya editöründen.
(İkinci bölüm dipnot: 66) Benedetto Ramberti 1535’teki At Meydanı’nı anlatıyor: At Meydanı’nın tam ortasında, sivri tepeli, çok güzel bir sütuna rastlıyoruz… Üç kafalı yılan biçiminde tunç bir sütun bulunuyor. Macaristan’dan getirilmiş bir Herkül heykeli var. Meydanın ortasında, güzel ve çeşitli mermerlerden dev boyutlu bir taş bulunuyor; bunun içine son derece şaşırtıcı yazılar ve daha önce tiyatroda ve At Meydanı’nda yer almış diğer bazı yazılar kazınmış… Tunç Herkül 1575’te kaybolmuş, çünkü Fresne hiçbir heykel bulunmadığını söylüyor. Oysa bunlar 1549’da yerinde duruyordu. Nicolay (Aramon’un Seyahati) s.60.:Bu büyük meydanın ortasında, ince mermerden dört kaidenin üzerine oturtulmuş, elli karış yüksekliğinde yekpare bir dikilitaş görülüyor; taşın üstü bütünüyle hiyerogliflerle dolu ve bezeli; bu dikilitaşın çok yakınında büyük bir sütun var: taşın üsünde tarihte olup bitmiş önemli olaylar kazınmış. Bunun yanında da başka bir büyük mermer sütun ve ustalıkla yapılmış, birbirine sarılmış üç yılan biçiminde bir sütun bulunuyor… Herkül heykeli bulunmuyor; hatta P.Belon’da bile bu heykelden söz edilmiyor (1553). Gyllius, s.83-88 (1560) bu heykelin varlığını ve nasıl ortadan kaybolduğunu anlatıyor: Heykellerin amansız düşmanları olan Türkler tarafından.
Zaten Gyllius’un Hipodrom (At Meydanı) betimlemesi hiç eksiksiz ve çok ilginçtir. 1608’de Beauveau, hemen hemen aynı betimlemeyi yapıyor; s.48: Türklerin At Meydanı adını verdikleri eski bir hipodrom, uzunluğu beş yüz ve genişliği yüz adım.
Herkese bedava yemek
… Süleymaniye camisinin avlusunun yanında çok güzel bir kervansaray ve üstü bütünüyle kurşun kaplı çok görkemli bir hastane yer alıyor; kervansarayda sürekli sadaka dağıtılıyor ve gerek Müslümanlara gerekse Hristiyanlara günde üç öğün yemek veriliyor.18
(Patrik) padişaha her yıl 40 bin duka ödemesine karşın asla kendini güvende hissedemediğinden bir saray yaptırmak ya da kiliseyi dekore ettirmek için masrafa girmeyi göze alamıyor. Çünkü elinde bulunan parayı Türkler hemen bir cami yaptırmak için istiyor (bu olay daha önce üç defa yaşanmış) ve ona kendi istedikleri yerde bir kulübe veriyorlar ve çoğunlukla bütün ayin giysilerini elinden alıyorlar.19
Türklere şarap satmayın
… Türkler Küçük Bayramı, başka bir deyişle ikinci paskalyayı kutladı ve üç gün boyunca aralıksız bayram ettiler ve eğlendiler. Türklerin sarhoş olmasını (bu alışkanlıkları vardır) engellemek için, Mehmed Paşa Türklere şarap satmasınlar diye Hristiyanlara çok katı yasaklar getirdi.20
Sarhoş Selim
… Padişahın camiye gidişi dışında İstanbul’da görülecek bir şey kalmamıştı. Ne var ki, Sultan Selim (2. Selim, M.G.) babasının şarap içmeme alışkanlığından çok uzak olmasının yanı sıra camiye gitme alışkanlığından da uzaktı. Süleyman’ın her cuma camiye gitmesine karşılık, İstanbul’da kaldığım üç ay içinde Selim yalnızca iki defa camiye gitti.21
Donanma sefere çıkacaksa Hristiyanlar saklanırdı
(Fresne donanmanın denize açılacağı günlerden söz ediyor)
… Zavallı Peralılar, bütün Rumlar ve fidye ödeyerek özgürlüklerine kavuşan esirler büyük bir titizlikle saklanıyordu. O kadar ki, sokakta tek bir Hristiyan bile görülmüyordu; çünkü eğer görülecek olursa hemen görevlilerce yakalanarak kadırgalara götürülüyorlardı. Eğer yanlarında bahşiş olarak verebilecekleri paraları yoksa hemen ayaklarına demirler takılıyor ve ellerine bir kürek veriliyordu. Ve Galata halkı, donanma Yedikule’ye ulaşıncaya kadar, bu korkuyu yaşamaya devam etti.
… Her gün sipahiler ve yeniçeriler gemilere bindirilmelerinin engellenmesi için sayın Büyükelçiye rica etmeye geliyordu: 1570’deki bozgunun (yazar 1571’de Osmanlı donanmasının yenildiği İnebahtı deniz savaşına atıfta bulunuyor, M.G) anılarından o kadar korkuyorlardı ki, çoğu kesin ölüme gidiyormuşçasına gözyaşları içinde kadırgalara biniyordu.22
Sadrazamın yolsuzluğu
Mehmed Paşa (Sokullu kastediliyor, M.G.) el altından birçok kişiye askerlik muafiyeti sağlayan belgeler dağıttı ve böylece birkaç gün içinde son derece büyük bir hazineye sahip oldu.22
Kayıklarına binen bütün paşalar Üsküdar’daki Mehmed Paşa’nın (Sokullu) sarayına gitti; Mehmed Paşa’nın ve Piyale Paşa’nın (kaptanı derya, M.G.) hanımları da buraya gelmişti; kocasının hareket etmek üzere olduğunu ve onu alıkoyma olanağının bulunmadığını gören Piyale Paşa’nın hanımı, dünyanın en büyük ağıtlarından birini yakmaya başladı ve hiçbir teselli sözü iç çekişlerini dindiremedi.23
Herkese keyifli günler.
Görsel: mhaber7.com
KAYNAK
Fresne-Canaye Seyahatnamesi, 1573, Kitap Yayınevi, Çeviri Teoman Tunçdoğan
13-S.61, 14-S.63, 15-S.65, 16-S.67, 17-S.68, 18-S.71, 19-S.73, 20-S.76, 21-S.78, 22-S.86, 23-S.88
Birinci bölüm: