Bugün belirli bir yaşın altındakiler hatırlamasa hatta belki adını bile duymamış da olsa hafta içinde dünya futbolunun en ilginç isimlerinden Socrates’in 13. ölüm yıl dönümüydü.
19 Şubat 1954’te Brezilya’nın Belem kentinde doğan Socrates’i ilginç kılan sadece yeşil sahadaki yeteneği değildi. Evet, kesinlikle çok yetenekli bir orta sahaydı; milimetrik pasları, oyunu dâhice okuması, alametifarikası bakmadan attığı topuk pasları için övgüden başka bir şey söylemek mümkün değildi. Elbette buna benzer yeteneklere sahip başka futbolcular da vardı ama Socrates sahadaki duruşuyla, soğukkanlılığı ve karizmasıyla bir başkaydı.
Brezilyalı futbolculara özgü yumuşak bilekleri, zarif ve etkileyici stiline 1.92 santimetrelik uzun boyuna rağmen hızlı koşabilmesi eklenince seyretmesi doyum olmazdı. Takımını bir orkestra şefi gibi yönettirdi, bütün oyuncular onun liderliğini kabul etmişti. Lakaplarından biri “Doktor Sokrates”ti ama zaten o gerçekten de tıp öğrenimi görmüştü. Diğer lakabı “Futbolun Filozofu” lafın gelişi takılmamıştı çünkü felsefe doktorası da vardı.
1964 yılında yani daha 10 yaşındayken Brezilya’da darbe olunca bir entelektüel olan babasının kitaplığındaki felsefeyle ilgili kitapları yırtmasına anlam verememişti. Sonradan, “Babam kitaplarını çok severdi, onları yırtması bana saçma gelmişti. O zaman bir şeylerin ters olduğunu hissettim ama çok sonraları, üniversitedeyken gerçeği anladım” diyecekti.
Futbola 1974 yılında Botafogo’da başladı, dört yıl sonra hayatı boyunca seveceği Corinthians’a geçti. Askeri rejime karşı Corinthians Demokrasi Hareketi’nin kurucuları arasında yer aldı. Maçlarda takım arkadaşlarıyla üzerinde “demokrasi” yazan formalar giydi, cuntaya direnişi futbol sahasından başlattı.
16 Nisan 1984’te Sao Paulo’daki Katedral Meydanı’nda toplanan iki milyon kişiye seslenirken, dikta rejiminin özgür başkanlık seçimlerine izin vermemesi halinde futbol hayatını İtalya’da sürdüreceğini haykırdı. Demokrasi için verdiği mücadele ününü futbol sahaları dışına taşıdı.
Brezilya İşçi Partisi üyesi olan Socrates, çocukluk kahramanları sorulduğunda üç kişinin adını veriyordu: Fidel Castro, Che Guevara ve John Lennon.
1979-1986 yılları arasında Brezilya Milli Takımı’na 60 kez çağrıldı, 22 gol attı, sözünü tutarak gittiği İtalya’da bir sezon Fiorentina forması giydi. 1982 Dünya Kupası’na katılan Zico, Falcao, Toninho Cerezo ve Eder’in de yer aldığı takım tüm zamanların en iyi Brezilya 11’i kabul ediliyor. Futbol hayatı boyunca değişik takımlarla çıktığı 303 maçta 172 gol kaydetmeyi başardı. Sakalı ve çıkarmadığı bandanasıyla sadece ilgi odağı değil, oynadığı her takımın “beyni” oldu. Aslında saha dışında çok da disiplinli bir futbolcu değildi, hiç gizlemeden sigara ve bol bol bira içer, “Beni olduğum gibi kabul edin” derdi.
Evet, çok yetenekli bir futbolcuydu ama saha dışındaki kimliğiyle birleşince aynı zamanda o ülkesinin demokrasi mücadelesine önderlik eden bir aydın, aktivist, bir filozoftu.
1983 yılında bir röportajda ”Corinthians’ın şampiyon olduğu bir pazar günü ölmek istiyorum” demişti. Arzusu gerçek oldu: Gıda zehirlenmesiyle kaldırıldığı hastanede 57 yaşında hayatını kaybettiği 4 Aralık 2011 Corinthians’ın şampiyon olduğu bir pazar günüydü…
Benzer yazılar: