Bir kedinin önüne bir yumak atıldığında, önce kendisi gibi bir kedi sanarak çekinebilir…
Ancak merak ve tedirginlikle yaklaşıp yumağın bir canlı olmadığını fark ettiğinde onunla oynamaya başlar. İnsan düşünce yapısı da benzer şekilde bilinmeyene karşı ilk olarak korku ve tedirginlikle tepki verir. Ancak insan, öğrenme ve anlama süreciyle bu belirsizlikleri anlamlandırmaya çalışır.
İlkel atalarımızın doğanın bilinmezliklerine verdikleri tepkiler ve bu temelde geliştirdikleri ritüeller, zamanla inanç sistemlerinin temelini oluşturmuştur. Bu arayışın bir devamı olarak skolastik düşünce, bilinmezlikten doğan korkunun bilgi ve deneyimle anlamlandırılma çabasını temsil eder. İnsanlığın bu çabaları, inanç sistemlerinde ortak izler bırakmıştır.
Dünyanın birbirinden uzak bölgelerinde yaşayan toplumların inançlarında bu ortak kültlerin izlerine rastlanmaktadır. İnsanlığın belki de yarattığı ilk kült, Güneş ve Ay kültüdür. Uzak Doğu’dan Latin Amerika’ya, Mısır ve Mezopotamya’dan Sibirya’ya kadar, özellikle Güneş kültü birçok inanışta karşımıza çıkar.
Türk mitolojisinde “Kün”, Yunan mitolojisinde “Helios”, İskandinav mitolojisinde “Sol”, Hint mitolojisinde “Surya”, Mısır mitolojisinde ise “Ra” bu kültün örneklerindendir. Örneğin Güneş Tanrısı Antik Mısır’da “Amon-Ra” ilahisinde şöyle tanımlanır:
“Gerçeğin efendisi, tanrıların babası, insanların yaratıcısı, tüm hayvanların yaratıcısı, var olan her şeyin Rabbi, yaşam asasının yaratıcısı.”
Yaygın bir görüşe göre “Amon” sözcüğü, başta İbranice, Süryanice ve Arapça olmak üzere birçok dili etkileyen kök dil Aramicede bağlılık bildiren bir terimdi. Bu bağlamda, “emin” ve “emanet” kavramlarının da aynı kökten türediği öne sürülmektedir.
Bir diğer görüş ise, Amon sözcüğünün Amen ve Amin gibi formlara evrilerek İbrahimi dinlerin ritüellerine bir dua sözü olarak eklemlendiğini savunmaktadır. Ancak bu görüşlerin, tarihsel kanıtlarla desteklenmesi gerekmektedir.
Bu bağlantıyı ve ilkel atalarımızın doğaya bakışını daha iyi anlayabilmek için, onların yerine kendimizi koymak yararlı olabilir. Örneğin, karanlık gecelerde yırtıcılardan ve diğer tehditlerden korunma ihtiyacı hayatta kalmanın temel içgüdülerinden biriydi. Sabah Güneş’in doğuşunu görmek ve kuşların cıvıltısını işitmek, belki de onlar için bir gün daha hayatta kalmanın sevincini ifade ediyordu. Bugün bile kuş seslerinin insanlara huzur vermesi, bu ilkel içgüdülerin bir yansıması olarak yorumlanabilir.
İnsanlar zamanla doğayı gözlemleyerek Güneş’in yaşam için taşıdığı önemi anlamışlardır. Bir bitkinin Güneş ışığıyla büyüdüğünü fark eden insan, mevsim ve hasat zamanlarını hesaplamaya başlamış, bu da Güneş’i kutsal bir varlık olarak görme eğilimini güçlendirmiştir. Güneş’e yakın olma arzusuyla yüksek yerlere tapınaklar inşa edilmiş; Sümer’de ziguratlar, Mısır ve Latin Amerika’da piramitler bu anlayışın somut örnekleri olmuştur.
Örneğin, Meksika’da bulunan “Teotihuacan” kentindeki piramitler, antik dönemde bir inisiyasyon (gruba giriş) tören alanı olarak inşa edilmiş ve Güneş ile Ay’a ithaf edilmiştir. “Teotihuacan” kelimesi, yerli Nahuatl dilinde “Tanrıların yaşadığı yer” anlamına gelir.
Doğa gözlemleri İslam geleneğinde de önemli bir rol oynar. Örneğin, Güneş’in hareketleri namaz vakitlerinin ve oruç döneminin başlama ve bitiş saatlerinin belirlenmesinde kullanılır. Ancak, Kâbe’nin “Beytullah” (Allah’ın evi) olarak tanımlanması İslam’ın tevhid anlayışını yansıtır ve bu kavramın Güneş’le doğrudan ilişkilendirilmesi biraz zorlama görünmektedir. “Beyt” terimi, ev ya da hane anlamına gelen İbranice “Bēth” kelimesiyle ortak bir kökeni paylaşmaktadır. Dilsel ve kavramsal tanımlardaki bu tür paralellikler farklı coğrafi bölgeler ve dini gelenekler arasında nadir değildir.
Güneş ve diğer antik kültlerle ilişkili sembollerin izlerini, farklı din ve ritüellerde görmek olası. Örneğin, Hz. İsa’nın betimlerinde başından yayılan ışık halkası bazı araştırmacılar tarafından Güneş’i çağrıştıran bir sembol olarak değerlendirilmektedir. Bunun dışında Hindu inancında Güneş’e dönük olarak uygulanan yoga ritüelleri, Güneş’in yaşam döngüsündeki önemini vurgulayan bir uygulama olarak görülebilir.
Farklı kültürlerde doğa gözlemlerine dayalı bu sembol ve ritüellere ek olarak Mevlevilik ve Alevilikteki “Semah” da Güneş ve Ay’ın döngülerine atıfta bulunduğu düşünülen bir ritüel olarak yorumlanabilir. Bu tür örnekler, doğa olaylarının tarih boyunca insanın dini ve kültürel uygulamalarına nasıl yön verdiğini anlamaya katkı sağlayabilir.
Eski çağlarda ve farklı kültürlerde Güneş kültü insan yaşamında merkezi bir rol oynamıştır. Yalnızca yaşamsal bir yaşam kaynağı değil, döngüleri nedeniyle bir düzen unsuru olarak da yarar sağlamıştır. Güneş’in insanlar tarafından fiziksel ve manevi bir rehber olarak benimsenmesi, günlük ritüellere kolayca entegre edilmesine sağlamıştır.
Özetle, tarih boyunca Güneş yalnızca bir enerji kaynağı değil, ortak bilinçaltımızı etkileyerek inanç sistemlerini şekillendiren güçlü bir sembol olmuştur. Yaşam, yeniden doğuş, güç ve aydınlanma gibi sembolik anlamlarıyla mitolojiden sanata, dinden felsefeye kadar insan düşünce dünyasını etkilemeyi sürdürmektedir.
Cenk Gürsoy
***
Cenk Gürsoy’un diğer yazıları: