Türkiye’de son yıllarda ekonomi gündeminin en tartışmalı başlığı faiz oldu. Hangi hükümetin iş başında olduğundan bağımsız olarak, “faiz indirilmeli mi artırılmalı mı?” sorusu teknik bir karar olmaktan çıkıp adeta bir ideolojik kamplaşmaya dönüştü.
Özellikle 2021-2023 arasında yaşanan süreçte bu tartışma, ekonominin rotasını doğrudan etkiledi. “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” şeklindeki teorik karşılığı olmayan yaklaşım, para politikasının merkezine yerleştirildi. Merkez Bankası, enflasyon yüzde 20’nin üzerindeyken dahi politika faizini 19’dan 14’e çekti. Sonuç olarak:
- Enflasyon 2022’de yüzde 85’e ulaştı (TÜİK verisi)
- Dolar kuru 8 TL’den 30 TL’ye kadar yükseldi (2021–2023 arası)
- Tasarruf sahipleri hızla dövize, altına ve konuta yöneldi
- Merkez Bankası rezervleri eksiye indi; güven krizi derinleşti
Tüm bu gelişmeler, faiz kararlarının teknik gerekçelerle değil, siyasi söylemlerle belirlendiğini açıkça ortaya koydu.
Kâğıt üstünde bağımsız Merkez Bankası
Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB), yasalar çerçevesinde bağımsız bir kurum. Ancak son yıllarda bu bağımsızlık büyük ölçüde tartışmalı hâle geldi. 2019’dan bu yana dört farklı TCMB başkanı görevden alındı. Görev sürelerinin ortalaması iki yılı dahi bulmuyor.
Piyasaların güven duyduğu istikrar sinyali yerine, siyasi iradenin tepkilerine göre şekillenen para politikaları, yatırımcıların risk algısını artırdı. Bu durum yalnızca döviz kurunu değil, doğrudan yatırımları da olumsuz etkiledi. Türkiye’ye gelen doğrudan yabancı yatırım, 2007’de 22 milyar dolar iken, 2023’te 10 milyar doların altına düştü.
Ekonomi yalnızca rakamlarla değil, beklentilerle işler. O beklentiler ise öngörülebilirlik ve kurumsal güven üzerine inşa edilir. Bir merkez bankasının güvenilir olması piyasaların, yatırımcıların ve vatandaşların geleceğe dair kararlarında istikrar sağlar.
Ancak faiz kararlarının “bilimsel modellerle” değil, “siyasi taleplerle” alınması; piyasaların yönünü belirlemeyi zorlaştırır. Bu durum sadece bireyleri değil, kurumsal yatırımcıları da Türkiye’den uzaklaştırır. Çünkü artık faiz politikası, enflasyonu değil siyasi algıyı kontrol etme aracına dönüşmüştür.
Faiz artırımları geriye dönüş mü?
2023 ortasından itibaren, yeni ekonomi yönetimiyle birlikte “rasyonel zemin” söylemi öne çıktı. Politika faizi yüzde 8,5 seviyesinden, 2024 ortası itibarıyla yüzde 50’ye kadar yükseltildi. Bu politika değişikliğiyle birlikte:
- Enflasyon artışı yavaşladı ancak yüzde 70’in üzerinde seyretmeye devam ediyor.
- Kredi büyümesi sınırlanırken iç talep baskısı azalmaya başladı.
- Dış finansmana erişim ve portföy yatırımları yeniden artışa geçti.
Ancak bu dönüşün maliyeti ağır oldu. Ekonomi soğurken, reel sektörün yatırım iştahı zayıfladı, işsizlikte kıpırdanmalar başladı. En önemlisi, toplumun büyük bölümü yüksek enflasyonun etkisini hala derinden hissediyor.
Ekonomiyi mi siyaseti mi kurtarıyoruz?
Türkiye’de faiz politikası teknik bir araç değil, siyasi bir gündem maddesi olarak şekilleniyor. Merkez Bankası’nın enflasyonu kontrol altına almak için değil, siyasi liderliğin söylemlerine paralel hareket etmek zorunda kaldığı bir sistemde, ekonomi bilimi geri plana itiliyor.
Bugün asıl sormamız gereken soru şu:
Uygulanan faiz politikası ekonomiyi mi kurtarmaya çalışıyor, yoksa siyaseti mi?
Cevap nettir: Bilimsel zemine dönülmediği sürece her faiz kararı, sadece günü kurtarır; geleceği değil.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: