Evrim, temel olarak bir canlı popülasyonunun genetik kompozisyonunun zaman içindeki değişimini ifade eder.
Bildiğimiz evrim teorisinden önce ortaya atılmış farklı teoriler vardı. Örneğin 1500’lü yıllarda James Ussher adlı bir başpiskopos, İncil odaklı hesaplamalarına dayanarak dünyanın M.Ö. 4004 yılında yaratıldığını söylemiştir.
Ondan çok daha önce Antik Yunan’dan örneğin Aristoteles’ten gelen “Doğanın Zinciri” olarak bilinen bir anlayış var. Bu anlayışa göre, gözle görülebildiği kadarıyla canlıların en basitinden en karmaşık olanına doğru bir sıralama vardır.
Deniyor ki, mineraller ve bitkiler en altta, ardından böcekler, memeliler, insanlar ve en üstte melekler yer alır.
Ancak coğrafi keşiflerle bulunan yeni bölgelerde daha önce bilinmeyen canlıların varlığı ortaya çıkıyor. Canlı türleriyle ilgili yeni bulgularının Aristoteles’in “Doğa Zinciri” anlayışına uymadığı görülür. Dolayısıyla bu bilgilerden evrim teorisi doğrultusunda yeni bir takım adımlar atılmaya başlanır.
Fransız doğa bilimci Comte de Buffon (1707-1788), canlı türleri arasında fiziksel varyasyonlar olduğunu ilk kez belirtmiştir. Farklı hayvan türleri arasında bile benzerlikler olduğunu vurgulayarak, 44 ciltlik “Doğa Tarihi” adlı bir eser yayınlamıştır.
Buffon’dan sonra İsveçli bilim insanı Carl von Linné (1707-1778), canlı türlerini sınıflandırmak için bir çalışma yapmış ve günümüzde de kısmen kullandığımız Homo sapiens sınıflandırma modelini geliştirmiştir.
Charles Darwin’den önce, Charles’ın büyükbabası Erasmus Darwin (1731-1802), eski Yunanlar gibi canlıların su içindeki mikroorganizmalardan evrimleştiğini anlatan tezler ortaya atmıştır.
Jean-Baptiste Lamarck (1744-1829), evrim teorisine en yakın kişiydi. Lamarck bireylerin kendi yaşamlarında edindikleri avantaj ve özelliklerin kalıtım yoluyla yeni nesillere aktarıldığını öne sürmüştü.
Sonra da sıra 1809-1882 yılları arasında yaşayan, hepimizin bildiği Charles Darwin’e geliyor. Beagle gemisiyle çıktığı beş yıllık yolculukta Galapagos Adaları’ndaki türlerin çeşitliliğini gözlemleyen Darwin’in kafasında evrim anlayışı şekillenmeye başlar.
Esasında daha önce Buffon ve Lamarck da benzer şeyler söylemişse de Darwin söyleminde onlardan farklı olarak türlerin ortak bir kökenden geldiği görüşünü ileri sürer. Darwin, canlılar arasında yaşam savaşını en uyumlunun ayıklanmadan kurtulması olarak açıklıyor ve buna “Doğal Seçilim” adını veriyor.
Çevrede hayatta kalmaya ve üremeye en uygun organizmalar diğerlerine göre daha iyi ürereler, zayıflar ise yok olur. Charles Darwin 1859’da Türlerin Kökeni adlı kitabını yayınlıyor. Kitapta öne çıkan noktalardan biri “seçici baskılar” kavramıdır.
Buna göre, kimin hayatta kalmakla ilgili avantajlara sahip olacağını çevre belirler. Öne çıkan noktalardan diğeri ise üreme avantajına sahip olan canlılar üremesini anlatan “üreme başarısı” kavramıdır.
Öte yandan gerek Lamarck ve Darwin gerekse diğerleri evrimi biraz öykü anlatır gibi anlatmışlardır. Doğal seçilim kuramını deneylerle kanıtlayan asıl Avusturyalı biyolog Gregor Mendel’dir (1822-1884). Gregor Mendel kalıtsal aktarımın bazı kurallar çerçevesinde nasıl işlediğini bilimsel yöntemle açıkladı. Aslen rahiplik eğitimi almış olan Mendel’in 1850’de bezelyelerle yaptığı deneyler, modern genetik ve biyoteknolojinin temelini oluşturmuştur. Bu nedenle “Bezelyeci Mendel” olarak da bilinir.
Bu deneyde tohum şekli ve rengi, meyve şekli ve rengi gibi yedi farklı karakterde bezelye bitkisini çaprazlayarak ve kalıtsal özelliklerin nasıl aktarıldığını gözlemleyerek DNA kuramını geliştirdi.
Mendel’in anlattıkları bilim çevrelerinde önceleri pek ciddiye alınmamış, fakat 1905’te ölümünden sonra bugünkü DNA anlayışını ilk onun ortaya koyduğu anlaşılmıştır.
Kalıtsal özellik, bir organizmanın anne babadan aldığı fiziksel veya davranışsal özelliklerdir. Genetik özellik ise genellikle DNA diziliminde kodlanan ve tür üzerinden aktarılan özelliklerdir.
Canlılarda kromozomlar genetik kalıtım görevini kromozom eşleşmesi yoluyla yerine getirir, ancak bir uyumsuzluk veya yanlış eşleşme olduğunda mutasyon meydana gelir. Bu bağlamda genetik aktarımın nasıl gerçekleştiğini bilimsel bir yaklaşımla sistematize eden Gregor Mendel olmuştur.
Biyofizikçi James Watson, Gregor Mendel’in attığı temel üzerine bugün bildiğimiz DNA modelini inşa etti ve 1953 yılında görüşlerini yayınladı. James Watson, DNA’nın çift sarmal yapısının genetik bilginin depolanması ve aktarılması için temel mekanizma olduğunu gösteren çalışmasıyla 1962’de Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü’nü aldı.
Sonuç olarak, özellikle Gregor Mendel ve James Watson’ın çalışmaları, DNA’nın kalıtımı etkilediğini kanıtlamış ve canlı türlerinin değişimini ve çeşitliliğini evrim teorisiyle uyumlu bir şekilde açıklamıştır.