Halil Ocaklı (halilocakli@yahoo.com)
Önce biraz etimoloji: Yaşanan yerin sınırlarını çevirmek anlamındaki “ev-irme” sözcüğünden kök alan “ev-lilik” terimi, aile kurmak amacıyla ev edinmek anlamını içerir. Ayrıca, bir dönümün dörtte birine denk gelen alan ölçüsüne bir evlik parsel anlamında “evlek” denir.
Arkeolojik ve genetik kanıtların eksikliği nedeniyle, birlikte yaşamanın evlilik kurumuna nasıl evrildiğini öğrenme şansımız maalesef yoktur. Evliliğin ilk formlarının ve evrelerinin ne olduğu hakkında sadece varsayımda bulunabiliriz.
Görünüşe göre, insanoğlunun erken gelişim aşamalarında eş seçimi “kuralsızdı”, erkekler de kadınlar da evliliğe ihtiyaç duymadan birçok partnerle seks yapabiliyordu. İnsanlar yerleşik yaşama geçmeden önce çok eşli, toplayıcı-avcı göçebeler olarak yaşıyordu. Bir arada yaşayan tipik bir homo sapiens klanı, birkaç erkek lider, eşleri ve çocuklarıyla beraber 30-35 kişiden oluşuyordu.
Yaklaşık 10 bin yıl önce yaşanan tarım devrimi insan ilişkilerinde de devrim yarattı. Tarıma ve yerleşik düzene geçişin bir sonucu olarak, sosyal yaşamı düzenleyen bir dizi kısıtlayıcı kurala ihtiyaç duyuldu. Elimizdeki mevcut bilgiler, bir arada yaşamayı sürdürülebilir kılmaya yönelik düşüncenin ilk olarak Mezopotamya’da ortaya çıktığını gösteriyor.
Antropologlara göre, bugün kanıksadığımız pek çok sosyal davranış gibi evliliğin kökeni de yerleşik düzene geçişle gündeme gelen düzenlemelere dayanmaktadır. Bu düzenlemeler sayesinde evlilik, tarafların karşılıklı bağlılık sözü verdiği ve sorumluluk üstlendiği bir ilişki modeline dönüşmüş, aile kavramı gelişmiştir. Bu durum, tarımdan elde edilen artı ürünün ve tarlaların mülkiyet hakkının aile içinde kalmasına olanak sağlamıştır.
9.500 yıllık erken tarım yerleşimi Çatalhöyük’te bazı çiftler, “aile bağına” işaret eder şekilde birbirine sarılmış olarak gömülmüşlerdir. Berlin’deki Mısır Müzesi’nde bir firavunu, eşini ve dizleri üzerinde oturur şekilde bir çocuğu gösteren yontu, “çekirdek aile” izlenimi vermektedir. Tarımsal kalkınma hızlandıkça, çekirdek aile kavramı sosyal örgünün merkez unsuru haline geldi.
Evlilik ve düğünlerle ilgili ritüeller çağlar boyunca kültürlere ve sosyal statüye göre çeşitlilik göstermiş ve değişmiştir. Örneğin düğünlerde eskiden doğadan esinlenilerek bolluk ve üremeyi simgeleyen tahıl, pirinç ya da çeşitli yemişler serpilirken, artık bunların yerini renkli konfetiler aldı.
Evlilik, veraset ve mülkiyete ilişkin en eski yasal referans, 4.100 yıl önce Sümerlerin çivi yazısıyla yazdığı Ur-Nammu kanunnamesidir. Eski Orta Doğu hukukunun temelini oluşturan Kral Ur-Nammu yasaları, bilinen en eski hukuki metin olarak kabul edilir.
Sümerlerde baba, anne ve çocuklar ilk kez bir hanehalkı kompozisyonu çerçevesinde birlikte anılmıştır. Sümerler ayrıca sosyal istikrarı sağlamak için evliliğin gelinin babası ile damadın babasının sorumluluğu altında düzenlenmesi gerektiği fikrini de geliştirmişlerdir.
Evlilik, Orta Doğu toplumları dışında Yunanlılar, Persler ve Romalılar tarafından da benimsenen yaygın bir kurumsal uygulama haline geldi. O dönemde evlilik, gençler birbirini sevdiği için değil, karmaşık toplum yapısı içinde doğacak çocukların geleceğini gözetmek için yapılırdı.
Mısırlıların miras hukukuna ilişkin bir düzenleme getirdikleri biliniyor. Buna göre, eski Mısır’da evliliğin birincil amacı kadınları erkeklere bağlamak ve böylece bir erkeğin çocuklarının gerçekten de onun biyolojik mirasçıları olmasını garanti altına almaktı.
Evliliğin ilkel köklerinde erkeğin yanında bir kadın bulunması isteği yatar çünkü eski çağlarda kadın erkeğin mülkü sayılırdı. Evlenme yaşına gelen genç kadınlar Babil’de özel bir açık artırmaya çıkarılırdı. Bir kadın çocuk doğurmazsa kocası onu geri verip, başka biriyle evlenebilirdi. Gerçekten çok üzgünüm hanımlar ama o zamanki uygulamalar böyleydi.
Miras konusunda en etkin yasaları uygulayan ve bugünkü medeni hukukun da temelini oluşturan kuşkusuz Roma Hukukudur. İstanbul’un ve dünyanın mimarlık incilerinden biri olan Aya Sofya’yı 6. yüzyılda inşa ettiren İmparator Justinian, Roma Hukuku’nda ciddi reformlar gerçekleştirdi. Evlilikte kadın-erkek eşitliğini sağlamaya yönelik ilk yasal adımlar onun döneminde atıldı. Eşi Theodora’nın eli maşalı olduğu, bu yasaların onun baskısıyla çıkarıldığı söylenir. Detayları bilemeyiz.
Efsane bu ya: Justinian sevgilisi için yaptırdığı özel bir yüzüğü ona vermek isterken düşürmüş. Bir dizini kırıp yüzüğü çimenlerin arasında aramaya koyulmuş. Yerde bulduğu bir nesneyi ‘acaba yüzük müdür’ diye ışığa doğru tutarken Theodora görmüş, koşup sarılmış ve “evet, evet, yüzüğünü kabul ediyorum” diye haykırmış. Belli ki Theodora hem olayı yanlış anlamış hem de bu vesileyle küresel bir geleneğe esin kaynağı olmuş.
Orta Çağ’da dinlerin yükselişiyle birlikte, evlilik gelenekleri büyük ölçüde dini doktrinler tarafından belirleniyordu. Reformcu Martin Luther kilisenin evlilik üzerindeki egemenliğini çözdü ve medeni evlilik yasal bir uygulama olarak kabul gördü. Çiftler arasındaki birlikteliğin devlet tarafından evlilik olarak tescil edilmesi, toplumda aile kurmanın ‘normal yolu’ olarak tanındı.
Böylelikle evlilik zaman içinde cinsel ya da ekonomik ortaklık olmaktan çıkıp, içten, duygusal ve paylaşım odaklı ilişkilerin yaşandığı bir konuma evrilebilmiştir. Çağdaş miras yasaları, evlilik dışı çocukların da haklarını koruyacak biçimde düzenlenmiştir. Bu arada aşiret evliliği, beşik kertmesi, berdel, görücü usulü, akraba evliliği, aşk evliliği, mantık evliliği, sözleşmeli evlilik hatta gey evliliği gibi türleri gelişmiştir.
Evliliğin evrensel bir kurum olduğu artık tüm dünyada benimsenmiş durumdadır. Bununla birlikte, evlilik yalnız töre ve hukukla düzenlenmiş hak ve görevlerin yerine getirilmesi değil, esasen çiftlerin yaşam amacını beraberce gerçekleştirmek üzere birlikte yol aldıkları bir yolculuktur.