İnsanlar kedileri niçin sever?
Kucağınıza aldığınızda mırmır seslerini çıkarıp keyiflendiğinde mutluluk verdikleri için mi? Gelip size sürtünerek gönlünüzü çeldikleri için mi? Okşadığınızda bir rahatlama hissettiğiniz için mi? Evlerde artık pek bulunmayan ama bir zamanlar çok olan fareleri avladıkları için mi? Ya da başka nedenlerle mi? Onları çok severiz ama asla bizi dinlemez ya da işine geldiği zaman dinler diyelim. Kediler ancak istedikleri zaman kendilerini sevdirirler diye genel bir anlatım vardır ama bu tüm kediler için geçerli değildir. Bazı kediler her daim kucağınızdadır.
Kedilerin istediklerini yapmakta kendilerini özgür hissetmeleri onlara “nankör” denmesine yol açmıştır. Çünkü insanlar veya diyelim ki onları besleyenler başka bir şey isterken kedi canının istediğini yapar. Örneğin köpek bunu yapmaz, genellikle besleyen kişinin isteklerine uyar. Tabii canlarını yakmamanız koşuluyla. Kedilerle ilgili bu bilgileri göz önünde bulundurunca onların evin efendisi (master of house) olduğunu söylemek yanmış olmayacaktır. Tabii bu zorla dayatılmış bir efendilik değildir. Bizim gönüllü “köleliğimiz”e dayandığını söylemek daha doğru.
Bir kedi onu seven insan için kediden çok daha fazlasıdır. Bunu asla sözcüklerle anlatamam. Aynen köpek gibi. Ama bu yazıda işin bu kısmını kısa kesip kedi denilen canlıyı anlatmak istiyorum. Bir de kedi kültürünün edebiyat ve sanat dünyasındaki yerinden.
“Kediler anatomik olarak güçlü, esnek bedenleriyle, hızlı refleksleriyle, keskin, geri çekilebilen pençeleriyle ve küçük avları öldürmeye uyarlanmış dişleriyle diğer kedigillere benzer. Kediler, insan kulakları için çok zayıf ya da çok yüksek frekanstaki sesleri duyabilir. Karanlığa yakın ortamlarda görebilirler. Çoğu memeli gibi, kediler insanlara göre daha zayıf renkli görüşe ve daha güçlü koku alma duyusuna sahiptir.” (1)
Kedilerin ne zaman ortaya çıktığına yani atalarının ne olduğuna ilişkin yapılan araştırmalar ilginç bir biçimde sonuçlandı.
“Modern memelilerin evriminde ‘kedi paterni’ çok erken dönemlerde belirginleşmiştir. Pek çok memeli türünün ataları birbirinden neredeyse ayırt edilemez şekilde iken kedilerin ataları tipik kedi biçimini almıştı. Kediler ilk olarak Pliyosen Çağında (5,3-3,6 milyon yıl önce) ortaya çıktı ve inanılmaz bir şekilde, günümüze dek çok az değişikliğe uğradı.” (1)
Kedi sözcüğü hangi dile ait?
Kedi, cat, catta sözcükleri çeşitli dillerdeki kediye verilen addır. Birbirine ne kadar yakın değil mi? Bakalım bu sözcük Türkçeye hangi dilden geldi?
“Türkçeye muhtemelen Arapçadan geçen kedi adı neredeyse evrenseldir ve pek çok dilde aynı sözcüğün varyasyonları şeklindedir: İngilizce cat, Bulgarca kotka, Lehçe kot, Arapça qitt (erkek kedi) vs. Kedi sözcüğü muhtemelen Avrasya (Hami-Sami) kökenlidir. Buradan Latinceye ve diğer Avrupa dillerine yayılmıştır. Latincede M.S. 75 yılında catta şeklinde, Bizans Yunancasında M.S. 350 yılında katta şeklinde görülür. M.S. 700’lü yıllarda Avrupa’da, yine Latince kökenli ve kedi anlamına gelen feles sözcüğünün yerini alarak, yaygın şekilde kullanılmaya başlanmıştır.” (1)
Ne zamandır insanlarla yaşıyorlar?
En az 9500 yıldır insanlarla yaşadıklarına ilişkin kanıt oluşturabilecek fosiller bulundu. İnsan topluluklarına yaklaşmalarının tarihinin Ortadoğu bölgesinde ziraatın başladığı döneme denk geldiği ileri sürülüyor. Çin’deki 5300 yıllık fosil kayıtlarına göre evlerimizdeki kedi büyüklüğündeki kedilerin çiftçilerin bulundukları bölgelerde kemirgenleri avladıkları belirtiliyor. Bu da kedilerin tahıllara zarar veren kemirgenleri avlasınlar diye bizzat çiftçiler tarafından korunduklarını gösteriyor. Beslendiklerini diyemeyeceğim çünkü besini bedavadan bulan kedi avlanmaz, bu yüzden ben korundukları sözcüğünü kullanıyorum. Çiftliklerde bulunmalarına çiftçiler tarafından izin verilmiş demek en doğru anlatım belki de.
Kedilerin tam olarak evcilleştirilmeleri hangi tarihe rastladığı bilinmiyor. Gerçi 3500 yıl önce Mısırlıların kediyi evcil olarak kullandıklarına ilişkin veriler var ama bundan önceki tarihlerde kedilerin evcilleştirilmiş olması da bir olasılık. Örneğin Batı Şeria’da yapılan kazılarda Neolitik döneme ait kedi kemikleri bulundu. 1983 yılında ise Kıbrıs’taki kazılarda 9500 yıllık bir kedi çene kemiği bulundu. Kıbrıs’ta hiçbir zaman vahşi kedilerin yaşamamış olduğu bilgisinden hareket eden arkeologlar bu kedinin ancak denizciler tarafından adaya getirilmiş olabileceğini söylüyor yani insanlar kediyi o tarihlerde evcilleştirmiş olabilir.
Saptanmış olan bir şey daha var: Bugünkü kedilerin iki vahşi kedi cinsinden türemiş oldukları. Birincisi Yabani Afrika Kedisi, ikincisi de Yabani Avrupa Kedisi. Mısırlılar tarafından evcilleştirilen ilk vahşi kedi işte bu Yabani Afrika Kedisidir. Fenikelilerin ticaret yaparken gemilerle İtalya’ya götürdükleri bu kediler Yabani Avrupa Kedisi ile birleşerek tüm yerküreye yayılmış.
Kediyi ilk evcilleştiren halk olan Mısırlıların kediyle ilişkisi zamanla ilginç bir hal aldı.
“Zaman içerisinde Mısırlılar kediye tapmaya başladı. Rahipler, bir kediyi kasten veya kazara öldürmenin cezasının ölüm olacağını beyan etti. Persler, Mısırlılarla olan savaşlarında, Mısırlıların kedilerini yücelttiklerini bildiklerinden canlı kedileri siper olarak kullandı. Mısırlılar kedilerinin ölümleri üzerine derin bir yasa girdi. Kediler ölümlerinden sonra mumyalanarak kutsal yeraltı mezarlarında saklandı. Mısır’da yapılan kazılarda binlerce mumyalanmış kedi ortaya çıkarılmıştır. Antik Mısır’daki bu periyodu anlatan duvar resimleri ve diğer tasvirler kedilere küpe, kolye gibi mücevherlerle tapıldığını gösterir. Kedinin kuyruğu her zaman düzgünce hayvanın sağ tarafına kıvrılır, bu da Mısır hiyeroglif hayvanlarının yüzün sağa dönük olarak resmetme geleneğini yansıtır.” (1)
Kedi tanrı mı şeytan mı?
Kedinin Mısır gibi ülkelerde tanrı katına yüceltilmesinin yanı sıra onları şeytanlaştıran kültürler de oldu. Bilhassa Avrupa Ortaçağ karanlığına girince Hristiyan yobazlar kediyi şeytanlaştırdı. Nasıl yapıldığı belirsiz bir şekilde kediler ile cadılar arasında bağ kuruldu. Oysa cadı diye yakılanlar kadınlardı ve gerçekte Kilise’nin kadın düşmanlığını gösteriyordu. Ancak zavallı kediler nasıl olduysa bu kültüre eklemlendi. Özellikle kara kedi efsanesi türetildi. Cadıların geceleri kara kedi kılığına girerek kendisini mağdur etmiş insanlar arasında dolaştığı yalanı yayıldı. Kilise iyice abarttı ve bakın iş nereye gitti: “İskandinav kökenli tanrı Freya’ya (Kahire Mısır Müzesi) tapınılması kediye yönelik dinsel ayinleri içeriyordu. Hıristiyanlık ona tapınmayı da yasakladı ve Freya bir şeytan, kedi ise şeytanın görünüşü haline getirildi. Sonradan siyah ölüm diye isimlendirilen periyotta kedi popülasyonu arttı ve onlar veba taşıyan fareleri öldürmeye başladı. Fare öldüren kedi sayısındaki ani artışla kediler üzerindeki olumsuz imaj zinciri kırıldı ve ayrıca vebanın bittiğine inanıldı.” (1)
İşin garibi kara kedilerle ilgili saçma sapan yalana Müslümanlar ve diğer kültürlerden de inananlar oldu. Bugün kara kedinin uğursuzluk getirdiği yalanı Türkiye’de bile yaygındır. Zavallı kara kediler.
Kedilerin edebiyat ve kültürümüzdeki yeri
Ancak kedilerle ilgili olumsuz yargılar neyse ki Türkler arasında (hem Osmanlı ve hem de Cumhuriyet döneminde) Batı dünyasındaki kadar önemsenmedi. Türkler genel olarak kediyi sevdi. Bazı Türkler hayvanlara karşı genellikle önyargılıdır ve bu önyargı kedi ve köpeği de kapsar. Örneğin kedi ve köpek eve alınmaz çünkü “pistirler.” Bu kişilerin bilmedikleri şey ise kedi ve köpeği pis tutanların sahipleri oldukları gerçeğidir. Ancak evlerine almamalarına rağmen kedi ve köpeklere karşı genellikle sevgi beslenir. Dindarlar peygamberin de kedisi olduğuna ve onu sevdiğine inanır. Evine almasa da onları kapı önlerinde beslemeye çalışır.
Kedilerin duyuları
Söylemeye gerek yok, kediler çok az ışıkta bile görebilir. İnsanın görebileceği ışığın altıda biri kadar bir ışık bile onlar için yeterlidir. Kırmızı ve yeşil renkleri ayırt etme yetileri sınırlıdır. “Bir kedinin gözü doğumdan 7 ila 10 gün sonra açılır. İki ay içinde de gerçek rengini alır. Bir kedinin gözleri, saldırıda yara almaması için göz kapağının içerisindedir ve avı gözleyebilmek için geniş ve büyüktür. Gözlerinin uzaklık duyarlılığı yüksek ve keskindir.” (1)
“Ev kedisinin işitmesi en keskin 500 Hz ila 32 kHz aralığındadır. 55 Hz ile 79.000 Hz arasında değişen son derece geniş bir frekans aralığını algılayabilir. 10,5 oktav aralığını duyabilirken, insanlar ve köpekler yaklaşık 9 oktav aralığını duyabilir.” (1)
Kedilerin koku mukozası yüzeyi insanınkinin yaklaşık iki katıdır. Bu yüzden çok iyi koku alırlar. Diğer yandan kedilerin de ağzında Jacobson organı vardır. İnsanların alamayacağı koku ve bazı aromaları hissederler. İdrarlarını belli yerlere püskürterek iletişim kurarlar. Böylece örneğin erkek kedi avlanma alanını işaretler. Evimizin (erkek) kedisi Pamuk’un kısırlaştırılmadan önce yatak odasını işaretlemesi bize çok pahalıya mal olmuştu.
Pamuk
Kedilerin zımpara gibi dilleri vardır. Bunun nedenini çok düşünmüşümdür. Yavrularını yalarken onların kan dolaşımını hızlandırdıklarını okumuştum bir yerlerde. Ama bunun yanı sıra kediler dillerini su içmekte kullanırken bu zımpara gibi durumdan yararlanırmış. “Kedilerin dili üzerinde onlarca küçük odacık ve diken gibi uzantılar (papilla konikalar) vardır ve su içme sırasında bu odacıklar su havuzcuklarına dönüşür. Suya dalan dilin üzerindeki odacıklar su ile dolar ve taşımada dökülmemesi için dil ağza doğru bükülür.” 1
Ve kedilerin efsanevi bıyıkları
“Navigasyona ve duyuya yardımcı olmak için, kedilerin vücutlarında, özellikle de yüzlerinde düzinelerce hareketli bıyık (vibrissae) vardır. Bunlar, hem nesnelere doğrudan dokunarak hem de hava akımlarını algılayarak, boşlukların genişliği ve karanlıktaki nesnelerin konumu hakkında bilgi sağlar; ayrıca gözleri hasardan korumak için koruyucu göz kırpma refleksilerini de tetikler.
Kedi bıyığı (Latince: vibrissae) kalın kedi kılından iki ila üç kat daha kalındır. Burun bölgesinde üst dudağın yanlarından çıkan bıyıklar yine kedi kılına kıyasla üç kat daha derine gömülüdür. Bıyıkların kökleri sinir sistemi ile ilintilidir. Bıyıklar tarafından algılanan bir hareket hemen köklerden sinirlere ve oradan beyine iletilerek yapılacak eylem konusunda bilgilendirme ve uyarı işlevi görür.” (1)
Kediler günün 13-14 saatini uykuda geçirerek enerjilerini tutumlu kullanır. Yaşlandıkça da uyku süresi uzar ve 20 saate kadar çıkar. Ve kediler rüya görür.
Kediler kuyruklarını beden dili olarak kullanır, tıpkı köpekler gibi. Köpekler nasıl korktuklarında kuyruklarını bacaklarının arasına alır ve vücutlarını küçültmeye giderse kediler de kuyruklarını sosyal iletişim için kullanır.
“Kulakların ve kuyruğun konumu, tüm vücudun gevşemesi ve pençelerin çıkarılması dahil olmak üzere beden dili, tümü ruh halinin göstergeleridir. Kuyruk ve kulaklar, kedilerde özellikle önemli sosyal sinyal mekanizmalarıdır. Yükseltilmiş kuyruk dostça bir selamlama anlamına gelir ve düzleştirilmiş kulaklarsa düşmanlığı gösterir.” (1)
Edebiyatçıların ve sanatçıların kedileri
Mehmet Nuri Yardım’ın Kediname adlı yapıtından aktaran Kudret Savaş 2. Abdülhamid’in kedisi Ağa Efendi’den söz ediyor. Bir Ankara kedisi olan Ağa Efendi’nin soyluluğunun yalnız bundan kaynaklanmadığını belirten Yardım, yemek kendisine çatalla uzatılmazsa yemeyecek kadar asil oluşunu buna örnek gösteriyor.
Ünlü edebiyatçıların kedileri
Hüseyin Rahmin Gürpınar’ın son sözünün “kedilerimi iyi doyurunuz” olduğunu da Yardım’ın yazısından öğreniyoruz.
Kediname’de Osmanlı ve Cumhuriyet dönemindeki sanatçıların kedilerinden de bahsedildiğini belirten Savaş “Türk sanatçıların İsmail Saib Sancar’ın Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nde beslediği yüzlerce kedisi, Ahmet Vefik Paşa’nın Balabanı, Tanburi Cemil Bey’in Tekiri, Tanpınar’ın meşhur kara kedisi, Samiha-Ekrem Hakkı Ayverdi’nin sert tabiatlı Civeleki, Tarık Dursun K.’nın Topaç ve Pıtırı, Münevver Ayaşlı’nın Saruhanı, Mustafa Necati Karaer’in Minnoşu, Ümit Meriç’in Lokumu, Haydar Ergülen’in Safo ve Canosu yapıttaki sayfalar dolusu örnekten birkaçını oluşturuyor” diyor.
Kudret Savaş Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları dergisindeki yazısında bir başka yazarın kedilerle ilgili yapıtından da söz ediyor.
“Metin Menekşe tarafından kaleme alınan ‘Batılı Seyyahlar Gözünden Osmanlı Kültüründe Kediler’ başlıklı çalışmada yazar, özellikle papalık tarafından şeytanileştirilen kedi düşüncesine sahip Batılı seyyahların Osmanlı topraklarında kedilere ve diğer evcil hayvanlara -hatta vahşi hayvanlara- gösterilen özene ve sevgiye dair izlenimlerini dile getiriyor. Yazı, özellikle sokak hayvanlarına para karşılığında yiyecek veren meslek grubunu ifade eden ‘mancacılık’ı tekrar gündeme getirmesi bakımından kanaatimizce önemli bir görev ifa ediyor. Böylece son yıllarda sokak hayvanlarına gösterilen ilgi; onlara yiyecek, barınak sağlamada STK ve belediyelerin öncülüğünde başlatılan çalışmalar tarihsel bir zemine oturuyor. Kısacası mancacılık ve hayvan sevgisi modern bir yorumla Türk toplumunda yeniden doğuyor demek hiç de yanlış olmayacak.” (2)
Dünya edebiyatçılarının kedileri
Mark Twain
Ünlü edebiyatçılar arasında da kedileri çok sevenler var. Birkaç örnekle yetineceğim.
“Mark Twain, hastalığa yakalanan kızı Clara’nın kedisine sıkı sıkıya bağlanmış. Clara’nın kediye dair anlattığı hikâye şöyle:
Tedavi sürecinin ilk aşamalarında, hastanedeyken herkesten uzaktım. Doktor ve hemşireler dışında konuşacak kimsem yoktu. Aslında tam da öyle değil çünkü kurallara aykırı olsa da hastanedeki odama küçük siyah bir kedi yavrusunu gizlice sokmayı başarmıştım. Kediye Bambino adını verdim ve yan tarafta kedilerden nefret eden hastanın odasına girdiği o talihsiz güne kadar benimle kalabildi Bambino. Yan odadaki hasta kediden çok korktuğu için hastanedekiler kediyi göndermemi istedi. Kediyi çok seveceğini bildiğim için babama hediye ettim ve gerçekten de çok sevdi. Bir süre sonra bana mektup yazıp Bambino’nun beni özlediği için hiçbir şey yemediğini söyledi. Daha sonra ise yalnızken yakaladığı farelerle karnını doyurduğu için babamın verdiği süte burun kıvırdığını anladık.
Ama bir gün Bambino evden kaçıp kayboldu ve o zaman Mark Twain gazeteye ilan vererek Bambino’yu bulana 5 dolar ödül vereceğini ilan etti. İlan şöyleydi:
Büyük ve oldukça siyah; gür ve ipek gibi yumuşak tüyleri var. Göğsünde küçücük bir noktada bir tutam beyaz tüy var, gün ışığında bu ayrıntıyı görmek oldukça zor.” (3)
“Avcılığıyla da tanınan Hemingway’in kedilere karşı bir zaafı vardı. 1945 yılında toplamda yirmi üç kedisi vardı yazarın. 1953’te, Hemingway’in kedilerinden Uncle Willie’ye araba çarpmış. Bunun üzerine Hemingway yakın arkadaşı Gianfranco Ivancich’e aşağıdaki mektubu yazmış:
Sevgili Gianfranco,
Sana yazdığım mektubu tam bitirmek üzereyken Mary geldi ve Willie’nin başına korkunç bir şey geldiğini söyledi. Aşağı indim ve Willie’yi sağ bacaklarının ikisi de kırılmış vaziyette buldum. Araba çarpmış ya da birisi sopayla vurmuş olsa gerek. Kazanın olduğu yerden kırılan bacaklarını sürükleyerek eve kadar gelebilmiş. Bacaklardan biri kalça tarafından biri de dizinin altından kırılmıştı ve kemikler ciddi anlamda hasar görmüştü. Ama Willie yine de mırmırlamaya devam etti ve benim onu tedavi edebileceğimden emin görünüyordu.
Rene’ye bir kâse süt getirip Willie’ye vermesini söyledim. Rene sütü getirdi, Willie’yi okşayıp sakinleştirdi ve Willie sütünü içerken onu vurdum. Bence acı çekmedi, çünkü çarpmanın etkisiyle sinirleri kopmuş durumdaydı zaten ve bacaklarındaki kırıkları bile hissetmiyordu. Monstruo benim yerime kediyi vurmayı önerdi ama bu sorumluluğu başkasına veremez ve Willie’nin onu birisinin vuracağını hissetmesini istemezdim.
Bugüne kadar insanları vurmak zorunda olduğum zamanlar oldu ama asla bu kadar sevip on bir yıl boyunca tanıdığım ve iki kırık bacağa rağmen hâlâ mırmırlayabilen birini vurmak zorunda kalmamıştım.” (3)
“William Burroughs bir kedi âşığıydı ve günlüklerine kedileri Fletch, Spooner, Ruski ve Calico ile arasındaki ilişkiyi anlatan kısa yazılardan anladığımız kadarıyla evcil hayvan ve insan arasındaki, neredeyse telepatik olan o iletişimi yakalayabilmişti.
Ginger bir şey istediği zaman patisiyle bana dokunuyor. Az önce dokundu ve ben de onu gezmesi için dışarı çıkardım.
Günlüğüne yazdığı şu son yazıda da kedilerine duyduğu sevgi üzerinden aşk üzerine bir keşif yapıyor:
Düşünmek yeterli değil. Hiçbir şey yeterli değil. Bilgeliğin, deneyimin ya da bunlara benzer herhangi bir şeyin yeterli olabilmesi, belli bir limiti doldurması mümkün değil. Çatışmayı, karmaşayı durdurabilecek tek şey sevgi, benim Fletch, Ruski, Calico ve Spooner için hissettiğim türden bir sevgi. Saf aşk.
Aşk. Nedir ki?
Var olan en doğal ağrı kesici.
Aşk.” (3)
Kediler hakkında ne kadar konuşsak onları yeterince anlatmış olamayız. Yukarıda da dediğim gibi bir kedi asla yalnızca bir kedi değildir. Onlar evin efendisidir.
Ben Metin Gülbay, herkese keyifli bir hafta sonu dilerim.
KAYNAKLAR
1- https://tr.wikipedia.org/wiki/Kedi
2- Dr. Kudret Savaş, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1800596
3- https://oggito.com/icerikler/unlu-yazarlar-ve-sevdikleri-evcil-hayvanlari/3691