Sağlıklı bir yaşam sürdürebilmek için gereken enerjiyi sağlayan öncül makro besinlerden biri proteindir.
Protein önemli, öncü ve önde gibi anlamları karşılayan Eski Yunanca “proto-” sözünden türetilmiş. Protokol, proton ya da prototip sözleri de aynı kökten türetmedir.
Vücut tarafından üretilmeyen ve depolanmayan proteinleri dışarıdan besin yoluyla almak zorundayız. Proteinler, vücut tarafından kaslar, saç, tırnak, enzimler, hormonlar, sinir ileti kimyasalları ve savunmayla ilgili yapısal ve işlevsel süreçlerde kullanılan moleküllerdir.
Protein denince akla hemen et geliyor ve bir şehir efsanesi olarak et yemeyenlerin proteinsiz kaldığı sanılıyor. Protein yalnızca ette değil, çok sayıda bitkide, mandıra ürününde, baklagillerde, çekirdek ve kuru yemişte bolca bulunuyor.
Doymuş yağların zararlarına bakılırsa, rahatlıkla “bitkisel proteinler et proteininden daha sağlıklıdır” diyebiliriz. Bitkisel proteinler lif bakımından zengindir ve kalorisi düşüktür. Sucuk, salam, sosis ve benzeri tür işlenmiş endüstriyel et ürünlerinde bulunan protein, en sağlıksız olanıdır.
Et ve bitkilerdeki protein oranına bir göz atalım:
100 gram sığır kıymada %16, kuzu pirzolada %23 protein bulunuyor. Buna karşın ayçiçeği çekirdeğinde %21, soya fasulyesinde %36, yer fıstığında %26, Antep fıstığında %20, bademde ise %22 protein bulunmakta. Google bir güzellik yapmış, protein oranı sonuçlarını otomatik getiriyor. Arama çubuğuna örneğin “soya protein” yazdığınızda hemen %36 diye yanıtlıyor.
Görüldüğü üzere kavrulmamış kuru yemişlerde ve soyada en az et kadar hatta daha da fazla protein bulunuyor. Dolayısıyla protein almak için mutlaka et yemek gerekmiyor. Öncül atalar et yemeseydi, beynin evrimsel gelişimi için gerekli proteini elde edemezdik argümanı bir yanılsamadır. Kadim Hint kültür coğrafyasında yüz binlerce yıldır hiç et yemeden, gayet güzel evrilerek yaşayan yüz milyonlarca insan var.
Etten hiç protein almamış bu insanlar, bilimsel birikime sayısız değerli katkılarda bulunmuşlar. “Sıfır” rakamı ile işlem yapmanın kurallarını dünyaya armağan eden Hint matematikçi Brahmagupta bir vejetaryendi ve belli ki, kafası iyi çalışıyordu.
Herhangi bir çocuğun önüne bir muz, bir de tavşan koyarsanız, çocuk asla tavşanı yemeyi düşünmez. Tavşanla oynar ama muzu yer. Oysa etçil bir yırtıcının en genci bile tavşanı hemen öldürmeye, yemeye çalışır.
Etçil yırtıcıların tek besin kaynağı ettir ve onlar acıktığında diğer canlıları avlamak ve leşini yemek üzere programlıdır. Bazı canlıların öldürülüp yenilebileceği şeklindeki bilgi, kültürel koşullanmadan başka bir şey değildir.
İnsanın genetik kodlarında karnını doyurmak için canlı öldürme ya da yırtıcılar gibi öldürdüğü yerde oturup avını yeme bilgi ve becerisi yoktur. Öncül atalar meyve, yaprak ve çekirdeklerle beslenirken, yalnızca kıtlık döneminde açlıktan ölmemek için ilik ve et yemişlerdi.
Şu gerçekler yadsınamaz: İnsanın tırnak, çene, diş, mide, bağırsak yapısı ile sindirim enzimleri leş yemeye uygun değil.
Ayurveda’ya göre, et proteinleriyle ilgili çok ciddi bir sorun var: Hayvan organizması bitkiden proteini alarak, kendine ve buzağısına yaralı olacak hale getirir. Başka bir deyişle hayvan, bitkisel proteini biyokimyasal hücre onarımı ve gelişimine katkı sağlayacak özgünlükte dönüştürür.
Bir erkek marul yediğinde, o marul erkek bedeni yapı taşlarına dönüşür. Kadın yediğinde kadın bedeni yapı taşlarına dönüşür. Aynı marulu bir inek yediğinde ise, doğal olarak inek bedeni yapı taşlarına dönüşür. İneği öldürüp yediğimizde, ikinci el olduğu için moleküler doğallığı kaybolmuş bu proteinleri de yemiş oluruz.
Ayurveda’da hastalığın doğasına bağlı olarak, tıbbi amaçla hastalara et ya da et suyu verilebilir. Kırık, çatlak vakalarında doku güçlendirici olarak kemik suyu çorbası verilir. Askerlerin et yemesinde sakınca görülmez hatta yemeleri teşvik edilir. Askerler gerektiğinde kan dökmek zorunda kalabileceğinden, bir tek onlar duyguları olan canlıları yiyebilir.
Diğer yandan, marine edilmemiş, hiç tuz, baharat ya da sos eklenmemiş etin tadını normalde kimse beğenmez. Saman gibiymiş dersiniz, yemek istemezsiniz. Oysa meyveleri, bitkileri, kuru yemişleri doğal haliyle beğenerek yeriz.
Protein vücudumuzdaki trilyonlarca hücrenin her birinde bulunur. Onsuz büyüyemez veya iyileşemeyiz. Kana kırmızılığını veren bile proteindir ancak bu proteini etten almak zorunda değiliz. Tabii bir de şu var: Et proteini fazla alındığında vücut yağa dönüştürür, yağ olarak depolar.
Peki hiç mi et yemeyelim?
Kimse kimseye et yemeyi ya da yememeyi önermemeli. Bu soruyu herkes kendi ahlaki ve vicdani değerleri ile bilgi düzeyi ve akıl süzgecine göre yanıtlayabilir.
halilocakli@yahoo.com