Volkanik ve sismik hareketler, sel, orman yangını veya diğer doğal yıkımlar, eski uygarlıklarda yaygın bir gelenek olarak doğrudan tanrılarla ilişkilendirilirdi. Antik Yunan teolojisi de doğa olaylarıyla ilişkili birçok tanrı ve tanrıça olduğu varsayımına dayanan çok tanrılı bir inanç sistemiydi.
Zengin bir ritüel ve mitoloji koleksiyonunu kapsayan Yunan dininde, on iki büyük Olimpos tanrısı ve tanrıçası vardı. Yunan dini anakara dışında Ege adaları, Anadolu, Sicilya ve güney İtalya’daki Yunan kolonilerine kadar yayılmış durumdaydı. Kendilerini hayvana dönüştürme becerileri olan ve iri insanlar biçiminde görselleştirilen Yunan tanrıları, insanlarla etkileşime giriyor hatta onlardan çocukları bile oluyordu.
Yunan tanrıları kentlerle yakından ilişkili olabiliyorlardı: Örneğin Zeus, Olimpiyat Oyunlarının düzenlendiği Olympia bölgesiyle veya Tanrıça Athena, Atina kenti ile bağlantılıydı. Bunun dışında, Yunan dininin Orta Doğu dinleri gibi kutsal bir kitabı yoktu fakat inanç sistemini destekleyen söylenceler vardı.
Mitolojik anlatılarla yetinmek istemeyen Milet’in düşünürleri Milattan Önce (M.Ö.) 6. yüzyılda evreni açıklamaya yönelik rasyonel bir bakış açısı geliştirmiş, varoluşun temelini doğanın bütünlüğünde kavramaya çalışmışlardı. Miletliler ve onları izleyen düşünürler, doğayı gizemli doğaüstü güçlerle değil, ancak gözlem ve akılla açıklamanın olanaklı olacağını savunmuşlardı. Milet Okulu düşünürleri böylece Mitos’tan Logos’a evrilişin öncüsü olmuşlardı.
Ege, Karadeniz ve Akdeniz’de deniz ticaretine hâkim olan İyonyalıların M.Ö. 7. yüzyılda Mısır’ın liman kentleriyle alışverişte bulundukları biliniyor. Thales ve Pisagor gibi düşünürlerin Mısır’a gittikleri, oradan yeni bilgilerle döndükleri de biliniyor. İyonyalılar, Mısır’dan başka bir de komşuları olan Anadolu kültürleri aracılığıyla Mezopotamya’nın bilgi ve kültürüne erişebiliyordu.
Milet Okulu düşünürleri, edindikleri bilgileri içselleştirmeyi başarmış, gelecek yüzyıllarda Batı’da bilimi ve felsefeyi etkileyecek sofistike düşünceler geliştirmişlerdi. Miletli Thales, M.Ö. 600’lerde ilk olarak doğayı anlamak için doğaüstü güçlere başvurmaya gerek olmadığını savundu. Thales, doğa olaylarının doğa yasalarıyla yönetilen bir evren kavramıyla açıklanabileceği düşüncesini geliştiren kişidir. Bu bakış açısı tüm dünya için çok yeniydi.
Yunan ve Mısır kültürleri arasında doğaüstüne olan inanç bakımından belli bir paralellik olmakla birlikte, düşünce yapıları açısından önemli farklar vardı. Bu farkların en belirgin olanı, Yunan toplumunda var olan eleştiri kültürünün Mısır’da neredeyse hiç gelişememiş olmasıydı. Örneğin Milet Okulu öğrencileri üstatlarını eleştirebiliyordu ancak Mısır’da üstatların eleştirilmesi hoş karşılanmazdı.
Thales, kent limanının çamurlanma nedeniyle işlevini yitirmesinin ve bulaşıcı hastalıkların baş göstermesinin tanrılarla ilişkilendirilmesini eleştiriyordu. Tanrıların Miletlileri cezalandırması için bir gerekçe olmadığını savunuyordu. Hastalıkların tanrılardan değil, Menderes suyunun getirdiği alüvyonlar nedeniyle limanın bataklığına dönüşmesinden kaynaklandığını ileri sürüyordu.
Thales, din adamlarının söylemlerini eleştiriyor ama aynı zamanda dinsizlikle suçlanmak istemiyordu. Böylece, bir filozof olarak, tanrıların varlığını inkâr etmeden, yaşamsal varoluşun “İlksel Nedeni”nin (Arkhe) su olduğunu öne sürdü. Çünkü su, yeryüzünü saran, kıtaları taşıyan ve canlılara yaşam veren bir olgu olarak, Yunan dininde zaten yer bulmaktaydı.
Antik Yunan’ın modern insan düşüncesi üzerinde etki yaratma sürecinde Milet Okulunun rolü önemliydi. Hatta antik Yunan felsefesi, yansız gözlem ve akılla sorgulayan kavramlar sistemi ve bilimsel bir teori olarak İyonya aydınlanması sayesinde doğmuştur denebilir. Sokrates öncesinde Yunan kültürü felsefe, edebiyat, tiyatro, matematik, tıp, astronomi ya da mimari gibi alanlarda Milet Okulu temelleri üzerinde yükselmiştir.
Aristoteles öncesi düşünürlerin çoğu, Yunan tanrılarının her şeyi bilen, her şeye gücü yeten (omnipotent) doğaüstü güçler olduğundan kuşku duyuyorlardı. Ancak Aristoteles, “Büyük Varlık Zinciri” olarak adlandırdığı ve basitten karmaşığa tüm canlıları kapsayan bir “yaratılış hiyerarşisi” geliştirmiştir. Tanrı ve meleklerin en üstte olduğu yaratılış hiyerarşisinde, yaratma eylemi büyükten küçüğe doğru işlenmiş olarak veriliyordu.
Yazdıkları yazılardan hem Platon’un hem de Aristoteles’in yaratılış ve ruh konularında inançlı kişiler olduğu anlaşılıyor. Platon, dünyanın ölümsüz bir “İdealar Boyutu” olduğunu ve ruhların oradan geçici olarak yeryüzüne indiğini savunuyordu.
Aristoteles, ruhun herhangi bir dış kuvvet tarafından hareket ettirilmeye gerek duymadığını anlatıyor ve ruhu “eylemin işlevleştirici ilkesi” olarak tanımlıyordu. Her ikisi de ruhun aklı somutlaştıran ilahi irade olduğu sonucuna varıyordu.
Eski Yunan toplumunda askerler ve tüccarlar kadar güçlü bir ulema sınıfı yoktu. Bu nedenle Yunanlılar dünyaya dini öncelik vermeyen seküler bir anlayışla bakabiliyorlardı. Yunan uygarlığı dünyanın en büyük uygarlıklarından biri iken, 4. yüzyılda Hristiyan ulema sınıfının devlet yönetiminde kendine yer açmasıyla seküler bakış açısı terk edildi. Hristiyan ortodoksi (*) giderek katılaştı, farklı din ve mezheplere karşı hoşgörülü olmayan bir devlet dinine dönüştü.
Yunan uygarlığını olgunlaştıran karakteristik özellikler zamanla sıradanlaşmaya ve birer birer kaybolmaya başladı. Köktendinci Hristiyanlar, eski Yunan dinini pagan olarak gördüklerinden, o dini anımsatan yapıları ve eserleri yok etme çabası içinde oldular. Rasyonel düşünce, sanat, felsefe hatta mimari yerini dogmatik elementlere bıraktı.
Antik Yunan ve Roma uygarlıklarına ait eserler, Rönesans sanatçıları ve düşünürleri büyük bir esin kaynağıydı. Avrupalı seçkinler kendilerini antik Yunan’ın manevi mirasçıları olarak görüyorlardı, ancak ellerinde eskiye ait fazla malzeme yoktu. Antik çağın önemli Yunan eserlerinin çoğu kısmen ya da tümüyle kaybolmuştu. İlginçtir ki, günümüze ulaşan antik Yunanca yazıların çoğu Yunanistan’da değil Mısır, Anadolu, Bağdat ve Sicilya’da bulunmuştur.
halilocakli@yahoo.com
(*) Ortodoksi: Bir dinsel inancın resmi olarak kabul edilen, dinsel otorite tarafından sahiplenilen ve topluma dikte edilen biçimi.