Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) Savcısı Karim Khan’ın, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu ve Savunma eski Bakanı Yoav Gallant hakkında, 21 Kasım’da “Gazze’de İşlenen Savaş Suçları ve İnsanlığa Karşı Suçlardan Ötürü” çıkardığı tutuklama emrini Avrupa ülkelerinin birçoğu uygulayacakları yönünde açıklamalar yaptı…
Öte yandan, her ne kadar kararın önemine vurgu yapılsa da Rusya Devlet Başkanı Putin ve devrik Sudan Cumhurbaşkanı Ömer Beşir ile ilgili kararlar hatırlatılarak, kararın uygulanmasının mümkün olmayacağına da dikkat çekilmektedir. Sebep basit; bu kararı uygulayacak uluslararası bir askeri güç yok ve karar sadece Roma Statüsü’nü onaylayan ülkeler için bağlayıcı. Kararı, uyulmasını zorunlu hale getirmek için BM Güvenlik Konseyi’ne taşımak da muhtemel bir ABD vetosu nedeniyle imkansız.
ABD Temsilciler Meclisi’nin neredeyse tamamı, UCM’yi ve yargıçlarına karşı bir tasarı hazırlamaya başladı. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, İsrailli yetkilileri suçlamayı düşündüğü için bile UCM’yi cezalandırmaya kararlı olduğunu açıkladı. UCM Savcısı’nın, “demokratik” İsrail ve “terörist” Hamas’ı aynı kefeye koyup yargılamasını kınadı. ABD, ayrıca UCM’ye ve çalışanlarına yaptırım kararı aldı.
Amerikan sivil ve asker görevlilerini Koruma Yasası olarak bilinen Lahey İşgal Yasası’nı 3 Ağustos 2002’de, o zamanki ABD Başkanı George W. Bush’un imzası ile kabul etmiştir. Şimdilerde de UCMyi ve Lahey’i bombalamaktan söz etmekteler, kanunlarının kendilerine bu hakkı verdiğini savunmaktadırlar.
Aynen uzun yıllar önce afyon ekimini serbest bıraktık diye afyon tarlalarımızın bombalanmasını gündeme taşıdıkları gibi.
Lahey İşgal Yasası, görevli askeri ve sivil görevlileri korumayı amaçlarken, başkana da bu amaçla geniş yetkiler vermektedir.
Hollandalılar, bir NATO müttefiki olan ABD’nin böyle bir eylemi yasal hale getirmeyi nasıl düşünebildiğini anlayamıyorlar.
Aynı tarihlerde, Temmuz 2002’de Roma Statüsü yürürlüğe girdi ve Mahkeme (UCM) kuruldu… Bununla birlikte, Yasa’nın 2013. bölümü, örnek olarak Avustralya, Mısır, İsrail, Japonya, Ürdün, Arjantin, Kore Cumhuriyeti ve Yeni Zelanda gibi ülkeleri “NATO üyesi olmayan büyük müttefik” olarak anlaşmaya dahil etmiştir. Bu ülkelere ait tüm askeri ve sivil görevliler, talep ettikleri takdirde, UCM’ye karşı ABD korumasından yararlanabilir. Kendi ülkelerinin Mahkeme’ye başvurması halinde ise bu desteği kaybederler.
İsrail, ABD için stratejik bir sorumluluktur.
Gazze dahil, Orta Doğu’da olanları insan hakları ihlalleri olarak kabul eden UCM’nin kararlarını yok sayan ABD, Mahkeme’yi ve kararları uygulayacak olan devletleri yaptırım ile tehdit etmektedir.
UCM Savcılık makamının, İsrail ile ilgili kararları da, Batı tarafından başlangıçta kurallara dayalı uluslararası düzene aykırı olduğu şeklinde değerlendirilmiş ve bazı Amerikalı senatörler, bu Mahkeme’nin “İsraili yargılamak için değil Afrika ve Putin gibiler için kurulduğunu“ söyleyerek savcılık makamına baskı yapmışlardır.
Netanyahu, Papa Francis’in “Gazze’de işlenen soykırım suçlarının soruşturulmasını talep etmesini” sert bir dille eleştirmiş ve bu açıklamaları “utanç verici” olarak nitelendirmiştir.
İsrail’e kayıtsız şartsız desteği, 1948’de İsrail’in kurulmasından bu yana ABD’nin Orta Doğu politikasının değişmez bir unsuru olmuştur. Başkan John F. Kennedy, 1962’de “özel ilişki” ifadesini kullanmış ve Washington’un İsrail ile olan bağlarının “uluslararası meselelerdeki öneminin sadece İngiltere ile mukayese edilebileceğini” açıklamıştır. 2013 yılına gelindiğinde, o zamanki Başkan Yardımcısı Biden, “Bunun yalnızca uzun süredir devam eden bir manevi destek değil; stratejik bir taahhüt olduğunu ilan etmiştir.”
Biden’a göre, “İsrail olmasaydı, bir tane icat etmek zorunda kalırlardı.” 2020’de dönemin ABD Başkanı Donald Trump, “İsrail’i korumak istemeleri dışında Orta Doğu’da olmalarına gerek kalmadığını” itiraf etmiştir.
Aslında İsrail ile olan bu özel ilişkinin Washington’a çok fazla bir fayda sağlamadığı ve uluslararası itibarını azaltarak dünya çapındaki çıkarlarını tehlikeye attığı açıktır.
ABD-İsrail ilişkisinin özü, Washington’un müttefikine verdiği benzersiz yardım miktarıdır. İsrail, İkinci Dünya Savaşı’ndan bu yana ABD’den 300 milyar dolardan fazla askeri yardım almıştır.
Washington, İsrail’e diğer silah anlaşmaları ve güvenlik yardımlarına ek olarak yılda yaklaşık 3,8 milyar dolar yardım sağlamaya devam etmektedir. İsrail, 1976’dan 2004’e kadar Amerikan yardımının yıllık en büyük alıcısı ve 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana en fazla yardım alan ülkedir. Bu fonların yüzde 74’ünün ABD mal ve hizmetlerini satın almak için harcanması şartı mevcuttur. ABD ayrıca İsrail’e yaklaşık 8 milyar dolarlık kredi garantisi sunmaktadır. Günümüzde İsrail’e yapılan ABD yardımlarının hemen hemen tamamı askeri yardım biçiminde olurken, geçmişte ekonomik yardımlar da söz konusuydu.
Ayrıca, ani çıkan ihtiyaçlar da aksatılmadan karşılanmaktadır. Bir örnek olması bakımından; 2007 yılında Suriye’deki nükleer santral inşaatının vurulmasında, çatışmaların yayılması ihtimaline karşı ilave mühimmata ihtiyaç duyulmuş ve ABD tarafından kısa sürede tamamlanmıştır. Olay Ehud Barak tarafından şu şekilde açıklanmıştır:
“… Ayrıca Washington’dan savaşın çıkması durumunda hassas mühimmat, yedek parça ve diğer gerekli araçları istedim. Bu hazırlıkların sızdırılmasını önlemek için, tüm bu faaliyetlerin kalın bir gizlilik perdesi altında çeşitli açıklamalar ve kılık değiştirmelerle yapılması gerekiyordu. Gerçekten de işe yaradı. Ağustos ayında bir cuma gecesi, sızıntı veya medya yayını olmadan, Aşdod limanındaki bir ABD gemisi, tam ölçekli bir savaşın ihtiyacı için gerekli 35.000 ton mühimmat ve yedek parçayı boşalttı, her biri yaklaşık 150 ton taşıyan 230 ağır nakliye uçağına eşdeğer.”
İsrail’e sağlanacak destek için herhangi bir kısıtlama yoktur. İhtiyaç duyulan ne ise verilir.
ABD, UCM’nin yargı yetkisini tanımamış ve Roma Statüsü’nü onaylamamıştır. Kaderin garip bir cilvesi olarak ABD, bu konuda; Sudan, Kuzey Kore, Suriye ve Rusya gibi, aslında düşmanı olan diğer UCM karşıtları ile birlikte hareket etmektedir.
İsrail’in kural dinlemez davranışları ve sistematik insan hakları ihlalleri, son zamanlarda ABD’lilerin bile sabrını taşırmışa benzemektedir. “İsrail Askeri İşgali Altında Yaşayan Filistinli Çocukların ve Ailelerin İnsan Haklarını Savunma Yasası” adlı yasa ilk olarak 2021’de yasalaşmış, İsrail ABD’li vergi mükelleflerinin parasını Filistinli çocuklara zarar vermek için kullanmayı bırakmaya davet edilmiş, ABD’den yapılan yardımı Filistinlilere saldırmak yerine İsrail’in güvenliği için kullanma çağrısı yapılmıştır.
ABD-İsrail ilişkilerinde dikkati çeken bir başka konu mevcuttur.
Yarım yüzyılı aşkın bir süredir, ABD yönetimlerinin, “İsrail’in her türlü tehdide, asgari hasar ve zayiat ile karşı koyma yeteneği” olarak tanımlanan Niteliksel Askeri Üstünlüğünün (QME) korunması taahhütleri mevcuttur. QME; İsrail’in, kendisini muhasım bir ülkeye veya ülkeler grubuna karşı gerekli komuta, kontrol, muhabere, istihbarat, gözetleme ve keşif yetenekleri de kullanılarak, savunma imkan ve kabiliyetine, her hal ve şartta sahip olması demektir.
Bu bakımdan, ABD’nin İsrail’in niteliksel askeri üstünlüğünü (QME) sürdürme taahhüdü, Lyndon Johnson’dan bu yana, her ABD başkanı tarafından uygulanmıştır. Bunu sağlamak, ABD’nin iç hukuku bakımından bir yükümlülüktür. Bu nedenle ABD nezdinde, İsrail başka hiçbir ülke veya kuruluşa tanınmayan ve ABD hukuki mevzuatı ile korunan özel haklara sahip bulunmaktadır.
ABD’nin öngörülebilir bir gelecekte, İsrail’in güvenliğini garanti etmeye devam etmesi beklenmelidir.
Amerika Birleşik Devletleri’nin bu tek yönlü ilişki karşılığında tam olarak ne aldığı belirsizliğini korumaktadır. Kimileri İsrail’in Orta Doğu’daki bir ABD üssü veya uçak gemisi olduğunu söylerlerse de, bölgede Diego Garcia, Güney Kıbrıs, Süleymaniye, Katar vs. gibi üslerin mevcudiyeti bunun çok fazla bir doğruluğu olduğunu düşünmeye engel olmaktadır.
ABD taahhüdünün ardındaki temel ilke basittir: İsrail’in bulunduğu bölgede varlığını sürdürerek hayatta kalmaya devam etmesi ve güven içinde yaşaması. Bu ABD’nin hayati bir ulusal çıkarıdır. ABD politikalarına göre;
-Tamamen muhasım ülkelerle çevrilmiş olan İsrail, varlığını sürdürebilmesi için kendisini savunabilmeli ve bir potansiyel saldırganlığı caydırabilmelidir. Gücünün yetmediği yerlerde bunu Batı, özellikle de ABD yapmaktadır.
-İsrail’in kendisinin bunu yapabilmek maksadı ile rakiplerini caydırmak veya gerekirse mağlup etmek için silah, eğitim, komuta kontrol vs. gibi temel askeri güç ve niteliklerdeki üstünlüğünü her daim koruması gereklidir. Bu nedenle bölgedeki hiçbir ülkeye İsrail ile eşit veya daha modern silah sistemleri verilmez. ABD, yıllardır, bölge ülkelerine, İsrail’in elindekinden daha az etkili silah sistemleri satmakta veya İsrail’e satılanları daha etkililerden seçerek QME taahhüdünü yerine getirmektedir.
-F-35 uçaklarının. Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) verilmemesinin temel sebebi budur. Konu, ABD’nin QME konusundaki hukuki engeline takılmış, bunu aşmak için İsraile başka hiçbir ülkede bulunmayan özel tip F-35 yapılmıştır. ( F-35I Adir)
-Türkiye’ye F-35 uçaklarının verilmesi, ABD Temsilciler Meclisi, Dış İşleri Komitesi’nde 2011 yılında ele alınmış ve İsrail lobisinden Michael Rubin tarafından aşağıdaki beyanda bulunulmuştur:
“ABD Hükümeti, Türkiye ile gelecekteki ilişkisine kapsamında çeşitli konuları göz önünde bulundurmalıdır. Çünkü F–35, önümüzdeki yıllarda hava üstünlüğünü korumak için ABD Hava Kuvvetleri’nin en çok bağımlı olacağı savaş uçağı olacak. Gelecekteki dış politika yönelimi söz konusu olan Türkiye’ye F–35’leri satma kararı, gizli teknolojinin kritik ülkelere verilip verilmemesi Savunma Bakanlığı tarafından incelenmelidir.”
Bir diğer deyişle F-35 programımızdan çıkarılmamızın gerçek sebebi, S-400 füzeleri değil QME olabilir.
Nükleer silahlar
Eski İsrail Başbakanı Ehud Barak, İsrail’in nükleer silahları olduğunu itiraf etmiştir. İsrail’in nükleer silahlarının, 1960’ların sonlarından itibaren geliştirilmeye başlandığı da iddialar arasındadır.
İsrail’in nükleer silahları herkes tarafından bilinen bir sırdır, ancak İsrailli yetkililer ve ABD’li meslektaşları varlığını resmen kabul etmemektedir. İsrailli aşırı sağcı Bakan Eliyahu, Gazze şeridine nükleer bomba atılmasının olasılıklardan biri olduğunu söylemiştir.
Bakan’ın bu açıklamaları İsrail’in nükleer silahları olduğununun teyidi olarak kabul edildi ve pek çok ülke ve kuruluş İsrail’in NPT’yi imzalaması gerektiğini açıkladı. ABD kurallarına göre, NPT’yi imzalamayana askeri yardım yapılmayacağından, ABD burada da kendi koyduğu kurallar tarafından sıkıştırılmış durumdadır.
İsrail’in nükleer silah envanteri kesin olarak bilinmemekle beraber, tahminler silah sayısını 75-90 ila 130-300 arasında olduğu yönündedir. Ayrıca, İsrail’in 1500 kilometre menzilli nükleer füze yüklü üç adet denizaltısını İran kıyı şeridi yakınına konuşlandırdığı şeklinde haberler de mevcuttur.
Coğrafi boyut olarak dar ve uzun bir ülke olduğu için İsrail, düşmanın topraklarına girmesini engellemeli ve savaşı hızlı bir şekilde düşman topraklarına aktarmalıdır.
Aksi halde varlığını devam ettirebilmek için nükleer silahlara baş vurmak zorunda kalabileceğini savunanlar mevcuttur. İsrailin bölgede nükleer silah kullanmasının, kendisinin de sonu olacağı açıktır.
İsrail’in nükleer envanterini resmen açıklamaması, ABD’nin İsrail’e yardım sağlamaya devam etmesine izin vermektedir. Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Yasası’nda (NPT) yapılan bir değişiklik uyarınca, ABD, NPT’yi imzalamayı reddeden nükleer silah sahibi devletlere yardım sağlamamaktadır. İsrail, nükleer silahlarını deklere etmediği için ABD yardımlarını almaya devam etmekte, bu ABD’nin de işine geldiğinden İsrail’i NPT’yi imzalaması için fazla zorlamamaktadır.
Burada da ilginç bir durum mevcuttur. İsrail devleti nükleer silahlara sahip olduğunu en yetkili ağızlardan açıklamış, ancak resmi bildirimde bulunmamış, NPT’ imzalamamıştır. Normal şartlarda, bunun NPT ihlali kabul edilerek yardımın kesilmesi gerekir. Normal şartlarda….
Hukuki mevzuat
Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası (NDAA), ABD Savunma Bakanlığı’nın yıllık bütçesini ve harcamalarını belirten bir dizi Amerika Birleşik Devletleri federal yasasından herhangi biridir. İlk NDAA 1961’de kabul edildi. ABD Kongresi, savunma bütçesini öncelikle iki yıllık fatura ile denetler: Ulusal Savunma Yetkilendirme Yasası ve savunma ödenekleri faturaları. Yetki tasarısı, Senato Silahlı Hizmetler Komitesi ve Temsilciler Meclisi Silahlı Hizmetler Komitesi’nin yetki alanıdır ve savunmadan sorumlu kurumları belirler, ve paranın harcanacağı politikaları tespit eder.
ABD yasaları açıktır: ABD yardımı alan tüm ülkeler insan hakları standartlarını karşılamalıdır ve bu standartları ihlal eden ülkeler yaptırıma tabi tutulmalı ve ABD finansmanı için uygun kabul edilmemelidir.
Dış Yardım Yasası (P.L. 87-195), ABD’nin yabancı ülkelere yaptığı her türlü yardımı düzenler. Buna göre,”uluslararası kabul görmüş insan haklarının ağır ihlalleri yapan” bir ülkeye hiçbir yardım sağlanamayacağı belirtilmektedir.
Silah İhracatı Kontrol Yasası (P.L. 90-629), ABD’nin askeri yardımını ve yabancı ülkelere satışını düzenler. ABD’nin yabancı ülkelere “yalnızca iç güvenlik ve meşru müdafaa” ve birkaç başka sınırlı amaç için silah sağlayabileceğini belirtir. Bu amaçların “önemli ölçüde ihlal edildiği” bir ülkeye hiçbir kredi, garanti, satış veya silah teslimatı verilemez.
Leahy Yasaları, Dışişleri ve Savunma Bakanlıkları, ABD ekipmanı veya eğitimine hak kazanmadan önce bireysel askeri birimleri ve bireyleri incelemesi gerekir. Yasanın Dışişleri Bakanlığı versiyonu, “insan haklarının ağır ihlalini” işleyen “güvenlik güçlerinin herhangi bir birimine” hiçbir şekilde yardım sağlanamayacağını belirtmektedir. Savunma Bakanlığı versiyonu, “ağır bir insan hakları ihlali yapan” bir askeri birime hiçbir eğitim veya ekipman verilemeyeceğini belirtir.
Yukarıda açıklanan kanun maddeleri örnek olarak verilmiştir. Daha başkaları da mevcuttur. Ama yasaların hemen hepsinde “ağır insan hakları ihlalleri” birer kriter olarak tespit edilmişlerdir. ABD ve İsrail UCM kararlarına göre, yasa hükümlerinin tam ortasına oturmaktadır.
ABD kendi koyduğu kurallara yakalanmış, çaresiz kalınca da işi tehdit ve zorbalığa dökmüştür.
Kurallara dayalı uluslarası sistem önemli bir darbe daha yemiştir.
***
Ergin Saygun’un eski yazıları: