Ergin Saygun
1959-60 anlaşmaları ile kurulan “Kıbrıs Cumhuriyeti”, Ada’daki Türk toplumunun eşit hak ve özgürlüklere sahip siyasi ve etnik bir entite (varlık) olduğunu reddeden, Türk toplumunu azınlık olarak gören bir siyasi yapıdır.
“Kıbrıs Cumhuriyeti”, bu nedenle 1959-60 antlaşmaları ile kurulmuş olan devlet değildir. Hâl böyle iken, Birleşmiş Milletler tarafından Rum Yönetimi Ada’nın tek legal yönetimi olarak tanınmıştır.
Uygulanmayan antlaşmalara göre, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin cumhurbaşkanı Rum, yardımcısı Türk olacaktır. Bakanlar kurulu, 7 Rum, 3 Türk üyeden oluşacak ve Dışişleri, Maliye ve Savunma bakanlıklarından birisi mutlaka bir Türk bakana verilecektir. Yasama yetkisi %70’i Rum, %30’u Türk üyelerden oluşan Temsilciler Meclisine aittir.
Kıbrıs Cumhuriyeti Ordusu %60 Rum, % 40 Türk olmak üzere, her iki toplum personelinden oluşacaktır. Bu kriterleri karşılamayan bugünkü Rum Milli Muhafız Ordusu da illegaldir.
Bugüne kadar yaşananlar göstermiştir ki, iki toplumun bir arada yaşamaları mümkün değildir. Ada’da iki ayrı devlet olmak zorundadır. Filistin ve İsrail için iki ayrı devlet formülünde ısrar edenlerin, aynı formüle Kıbrıs’ta neden karşı çıktıklarını anlamak da mümkün değildir.
AB üyeliği
“Kıbrıs Cumhuriyeti”nin, herhangi bir devlet ile hiçbir şekilde siyasi veya ekonomik bütünleşmeye giremeyeceği kurucu antlaşmaların bir hükmüdür. GKRY’nin (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi) AB üyeliği ise, üye ülkeler ile ekonomik ve siyasi bağımlılık ve entegrasyon demektir. Kıbrıs bir bütünken bile, ”Türkiye’nin de üye olmadığı bir kuruluşa üye olamaz” kuralı, gene kurucu antlaşmalarla tescil edilmiştir. GKRY’nin AB üyeliği de, bu nedenle, uluslararası hukuka aykırıdır. AB, Yunanistan’ın “Kıbrıs üye olmaz ise diğer bütün adayları veto ederim” şantajına boyun eğmiş ve “Kıbrıs’ı” üye yapmıştır.
Kıbrıs’ın, coğrafi olarak Avrupa ile ilgisi de ayrıca tartışılabilir.
Annan Planı referandumu öncesi, GKRY Cumhurbaşkanı Papadopoulos, “Hayır” kampanyası yürütmüş, bu durum üzerine AB genişlemeden sorumlu Komiseri Verheugen “Kıbrıs tarafından aldatıldığını” açıklamış, AB‘nin tepkilerine ve bazı üyelerin eleştirilerine rağmen, Kıbrıs gene de AB üyesi yapılmıştır.
Annan planına “Hayır” diyen Türk tarafı olsa idi, uluslararası camia tarafından “Kıbrıs’ta barış fırsatını sabote etmek ile” sonsuza dek suçlanacağını tahmin etmek bir kehanet olmayacaktır.
Eski BM Genel Sekreteri Kofi Annan’a göre; Kıbrıs’ın AB üyeliği çözümü zorlaştırmıştır.
1974 yılı Temmuz ayında, Ada’daki durumun vahim boyutlara tırmanması ve Makarios aleyhine darbe yapılıp yönetimin başına da terörist Nikos Sampson’un getirilmesi üzerine, Garanti Antlaşması’nın hükümlerine uygun olarak, Başbakan Ecevit diğer garantör ülkelerden biri olan İngiltere’ye giderek, anlaşma hükümlerinin uygulanmasını ve Kıbrıs’a beraberce müdahale edilmesini teklif etmiştir. Teklifin İngiltere tarafından kabul edilmemesi üzerine Türkiye Ada’ya yalnız başına müdahale etmiş ve 20 Temmuz 1974 Barış Harekâtı yapılmıştır.
Bu harekâta biraz bakalım;
1974 Kıbrıs Barış Harekâtı kapsamında, her birinin planlanması ve icrası fevkalade karmaşık, teferruatlı ve yüksek riskli olan amfibi, hava indirme, uçar birlik, özel kuvvetler ve kara harekâtı aynı anda icra edilmiştir. Girne’ye yapılan amfibi harekât ile koordineli olarak Değirmenlik bölgesine hava indirme harekâtı, Pınarbaşı bölgesine uçar birlik/hava hücum harekâtı, Gönyeli bölgesinde Kıbrıs Türk Kuvvetleri Alayı tarafından Yunan Alayı taarruzlarına karşı savunma harekâtı, Rum ve Yunan taarruzlarına karşı Magosa’nın savunulması, Ada’nın çeşitli yerlerinde mukavemet dahil özel kuvvetler harekâtı sürdürülmüştür.
Bu, dünyada başka hiçbir ordu tarafından bugüne kadar yapılamamış bir harekâttır. Yapılabilmesi de beklenmemelidir. Türk Silahlı Kuvvetleri, o günün kısıtlı imkanları ile büyük bir başarı kazanmış ve tarihine bir şanlı sayfa daha eklemiştir.
Bu arada, harekâtın başarısına gölge düşürmekten başka hiçbir işe yaramayan “Kocatepe’yi kim batırdı” gibi anlamsız tartışmalardan uzak durulmasının gerekliliği izahtan varestedir.
Garanti anlaşmasının gerekliliği
Garanti Antlaşması’ndan, hem Rum hem de Türk, bazıları duydukları rahatsızlığı zaman zaman dile getirmektedir. Unutulan; Rumların 1958 yılından itibaren defalarca Türklere soykırım uyguladığıdır.
1958 yılında Sinde, Atlılar, Arnayi, Üç Şehitler, Goşşi; 1963 yılında Tahtakale, Ayvasil, Kanlı Noel, Kumsal; “Kanlı Noel” 21 Aralık 1963’te EOKA terör örgütü tarafından, Akritas Planı kapsamında, Kıbrıs Türklerine yönelik saldırının adıdır. Bu saldırılarda 364 Kıbrıs Türkü şehit olmuş, 103 Türk köyü boşaltılmış, 30 bin Kıbrıs Türkü evini terk ederek göçebe duruma düşmüştür.
Kanlı Noel’deki Kumsal Katliamında; Dr. Bnb. Nihat İlhan’ın eşi Mürüvvet Hanım, 6 aylık oğlu Hakan, 6 yaşındaki oğlu Murat ile 4 yaşındaki oğlu Kutsi, bugün “Barbarlık Müzesi” haline getirilmiş evlerinde sığındıkları banyo küvetinde, Rum ve Yunanlılar tarafından hunharca katledilmişlerdir.
Barış Harekâtı’na rağmen Rum ve Yunan katliamları bitmemiş, Türkler, Alaminyo, Limasol, Taşkent, Murat Ağa, Atlılar ve Sandallar köylerinde acımasızca katledilmişlerdir. Murat Ağa’da en küçüğü 16 günlük, en büyüğü 95 yaşında 126 Türk kurşuna dizilerek ve kesici aletlerle parçalanarak şehit edilmiştir.
Türkler, Türk kimliklerinden dolayı katledilmişlerdir. Aynen, Srebrenitsa’da Boşnakların Sırplar, Hocalı’da Azerbaycanlıların Ermeniler, şimdilerde Filistinlilerin İsrail tarafından sırf kimliklerinden dolayı katledilmesi gibi.
Garanti Antlaşması ve Ada’daki TSK varlığı, bu nedenle gereklidir. Aslında TSK varlığının arttırılması, özellikle de günümüzün siyasi-askeri ortamında, daha büyük bir ihtiyaç haline gelmiştir.
“Ada’daki denge bozulur”, “uluslararası kamuoyunda rahatsızlık yaratır“ gibi çekinceler geçersizdir. Fransızlara Güney Kıbrıs’ta verilen Larnaka’daki Vangelos Florkis Deniz Üssü’ne veya RMMO’nun (Rum Milli Muhafız Ordusu) ABD Ulusal Muhafızları tarafından eğitilmesine uluslararası toplumun gıkı çıkmamıştır.
“Şimdi AB var, çatışmalara mani olur” diyenler var. Balkanlar’daki katliamlar olurken de AB vardı. Hangi birine mani oldu? Srebrenitsa’yı Sırplara teslim eden AB üyesi Hollandalı Tabur Komutanı değil miydi?
Kıbrıs Türkü kendisine soykırım uygulamış olan Rum ve Yunanlıların insafına bir kere daha terk edilemez.
Bazı temel dokümanlar
Kıbrıs konusunda, çok fazla bilinmediği düşünülen ve tezlerimizin savunulmasında kullanılabileceği değerlendirilen bazı dokümanlar mevcuttur. Aslında haklılığımızı ispatlayan elbette ki daha pek çok doküman mevcuttur. Ancak burada çarpıcı olduklarını düşündüklerimiz sunulmaktadır.
Makarios’un General Gizikis’e mektubu
Yunanistan’ın kendisini devirmek için Ada’da başlattığı tedhiş hareketleri ve aleyhindeki faaliyetler nedeni ile Makarios, 2 Temmuz 1974 tarihinde, Yunanistan’daki Cuntanın başı General Gizikis’e bir mektup göndermiştir. Mektubun önemli yerleri aşağıdadır:
“Eylül 1971 tarihinde Ada’ya gelen Grivas, ilk günden beri EOKA-B terör örgütü ile çalışmakta ve kendisini Ada’daki Yunan subayları desteklemektedirler. Kıbrıs devleti ve şahsım aleyhinde çalışan Yunanlı Subayları Atina’ya ismen bildirdim.- Kesin olarak biliyorum ki, EOKA-B örgütünün faaliyetleri Atina tarafından desteklenmekte ve yönetilmektedir. -Aynı şekilde Rum Milli Muhafız Ordusu (RMMO) beni ve Bakanlar Kurulunu dinlememekte, Atinadan gelen talimata göre subay alımı yapmaktadırlar. RMMO’daki Yunanlı subayları lütfen geri çekiniz.- Yunanistan’daki hükümetleri her zaman destekledim. Askeri yönetim bile olsa. Ancak şimdi Atina beni öldürmeyi planlamaktadır. Bu Kıbrıs’a felaket getirir.”
Makarios’un 19 Temmuz 1974’de BMGK’de yaptığı konuşma
Makarios, 15 Temmuz 1974’de kendisine karşı başlatılan darbe üzerine, Trodos Dağları’nda bir manastıra sığınmış, buradan İngiliz üssüne götürülmüş, oradan da Malta üzerinden, Londra’ya ve bilahare ABD’ye gelerek, Barış Harekâtı’ndan bir gün önce, 19 Temmuz 1974 günü BMGK’de (Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi) bir konuşma yapmıştır.
Makarios özet olarak şunları söylemektedir:
–Yunanistan askeri rejimi, Kıbrısın bağımsızlığını acımasızca ihlal etmiştir. (EOKA-B ve Yunan subaylarından şikayetlerini tekrarlamıştır.)
– Kıbrıs’a Atina’dan olan tehdit Ankara’dan daha fazladır. Bunu Ada’daki Yunan Büyükelçisine de söyledim.
– Gizikis yazdığım mektuba darbe ile cevap verdi. Ada’daki Yunan kontenjan alayı darbeye fiilen katılmış ve Lefkoşe Havaalanı’nı ele geçirmiştir. Bunlar, Atinadan aldıkları emirleri uygulamışlardır.
– Kıbrıs’ta Türklerle görüşmelerden sonuç alınamamıştır. Atina rejiminin iki yüzlülüğü devam ettikçe nasıl sonuç alınabilirdi ki?
– Yunan cuntasının darbesi bir işgaldir ve sonuçlarından hem Kıbrıs Rum hem de Kıbrıs Türk halkı ızdırap çekmektedir.
Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi 573 sayılı kararı (özet)
Kurul;
-Yunan askeri diktatörlüğüne bağlı subaylar tarafından Kıbrıs’ta gerçekleştirilen darbeyi kınar;
– Türk Hükümetinin 1960 Garanti Antlaşması’nın 4. Maddesi uyarınca müdahale hakkını kullanmasına neden olan diplomatik bir çözüme ulaşma girişiminin başarısızlığından üzüntü duyar,
– Kıbrıs’taki iki etnik topluluğun, adanın geleceği ile ilgili tüm müzakerelerle tam olarak ilişkilendirilmesi gerektiğine inanır.
– İmzacı devletleri, Kıbrıs’ın egemenliğini, toprak bütünlüğünü ve güvenliğini, Türk toplumunun güvenliğini, haklarını ve demokratik olarak yönetilen bir Kıbrıs’ın siyasi bağımsızlığını, Kıbrıs, 1960’ta bağımsız hale geldiğinde öngörüldüğü gibi; garanti altına almaya çağırır. 29 Temmuz 1974.
AB daha sonra yayınladığı bir başka bildiri ile ikinci harekâtın gereksiz olduğunu savunmuştur. Ancak siyasi olan bu bildiriden çok harekâtın uluslararası kurallara uygun olduğunu tasdik eden ilk bildiridir.
Yunanistan Temyiz Mahkemesi kararı
1974 Barış Harekâtı’nda Rumlar, Girit’den Ada’yı takviye için gönderilen Komando Alayını taşıyan Yunan uçaklarını Türk uçakları zannedip vurmuşlar, 3 uçağı düşürmüşlerdir. Bu uçaklarda ölen 32 Yunan askerini de uçaklarla beraber gömmüşler, üzerine bir de anıt dikip, öldürdükleri Yunan komandolarını, BM’ye verdikleri kayıplar listesine ekleyerek, Türklerin öldürdüğünü ileri sürmüşlerdir.
Bu operasyonda ölen bir asker için yapılan tazminat talebi hakkında Atina Mahkemesi, 1978 yılında “Davacı davasında haklıdır. Hazineden tazminat alması gerekir” yolunda bir karar vermiş, bilahare başlatılan temyiz süreci sonunda, Yunan Temyiz Mahkemesi 21.03.1979 tarih ve 2658/79 sayılı kararı ile Davacının iddialarının gerçek olduğu ifade edilerek, “Yunanistan, Türkiye ve İngiltere’nin ‘Garantör’ devletler olarak, Kıbrıs’ın herhangi bir devlet ile birleşmesini ya da bölünmesini önlemek için, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin güvenliğini garanti altına alıp koruyacaklarına dair taahhütte bulundukları hatırlatılmıştır.” Bu kararın, sorunun bir tarafı olan Yunanistan yargısı tarafından verilmiş olması Türkiye lehine önemli bir gerekçe sağlamıştır.
Yukarıdan beri sıralanmış olan ve Türkiye’nin Kıbrıs konusundaki haklılığını açık ve net bir şekilde ortaya koyan dokümanların ve muhtemelen başkalarının geniş bir şekilde bilinmesi ve kullanılmasının tezlerimizin savunulmasına yardımcı olacağı açıktır.
1950’li yıllardan beri devam eden Kıbrıs sorununun, görünür bir gelecekte sonuçlandırılabilme ihtimali pek yoktur. Bunun sebebi, kurucu antlaşmaların mani olucu bütün hükümlerine rağmen, Rum ve Yunan tarafının Enosis’ten vazgeçmemeleri ve Türk Toplumunun kimliğini ve siyasi eşitliğini kabul etmemeleridir. Nitekim; 14 Şubat 2017 tarihinde GKRY Meclisi “1950 Enosis referandumunun okullarda okutulması “kararını almıştır.
Kıbrıs’ta Türkiye’nin olmazsa olmazları, Türk toplumunun güvenliği ve siyasi eşitliği/ bağımsızlığıdır.
Önce İngilizler, ardından ve özellikle, Rum ve Yunanlıların bütün baskı ve eziyetlerine rağmen, Kıbrıs Türkü’nün dilini, dinini ve benliğini koruyabilmek için sonuna kadar fedakarca savaşması, ezilen ve cefa çeken bütün toplumlara örnek olacak bir davranıştır.
Bugün, bazılarının bu dirençten vazgeçerek, AB imkanlarından yararlanabilmek gerekçesi ile Rum pasaportuna sığınmaları, hatta Rum Kesimi’ndeki seçimlere aday olarak katılmaları üzüntü ile izlenmektedir.
Başta Doktor Fazıl Küçük ve Rauf Denktaş, Türk Mukavemet Teşkilatı, Mücahitler olmak üzere Kıbrıs Türkü’nün tamamının bu mücadelede yer aldığı ve üzerine düşeni fazlası ile yaptığı muhakkaktır. Hepsini minnet ve şükranla anar, tüm şehitlerimize ve gazilerimize rahmet, sağ olan gazilerimize sağlıklı uzun ömürler dilerim…
Ergin Saygun’un daha önceki makaleleri:
E. Org. Ergin Saygun yazdı: Rusya-Ukrayna savaşından çıkan dersler
E. Org. Ergin Saygun yazdı: Ukrayna-Rusya Savaşı’nda neler oluyor?