Dönemin başbakanı Tayyip Erdoğan Ataşehir’de yapılan ve adı Mimar Sinan olarak belirlenen caminin açılışında şöyle konuşmuştu: “Avrupa yakasında bir Süleymaniye var, Mimar Sinan’ın İstanbul’daki ilk eseri Şehzadebaşı Camisi var. Bir diğer tarafta Sultanahmet ve Fatih camileri var. Fakat bu yakada böyle bir cuma camisi, bir selatin camii mevcut değildi. Arzu ettik ki, bu yakada da birkaç tane selatin camii, cuma camisi olması lazım. Bu kararı verdik.”
Günün tarihi 20 Temmuz 2012 idi.
O günlerde bu sözlerin gerçekten ne anlama geldiğini, kimlere mesaj olarak verildiğini pek anlamadık.
Şimdi hilafet çağrıları yapılıyor, “şeriatla yönetilmemizin zamanı geldi” çığlıkları atılıyor, Erdoğan’ın padişah gibi davrandığından söz ediliyor. Hayır, bazıları gibi “biz zaten demiştikçiler”i haklı çıkaran bir şeyden söz etmiyorum. Erdoğan bizleri olduğu gibi diğer arkadaşlarını atlatmış anlaşılan. Onların da Erdoğan’ın bu gizli ajandasından haberdar olduğunu sanmıyorum. Haberdar olsalardı, örneğin Abdullah Gül şimdi bu durumda olmazdı, Abdüllatif Şener haberdar olsaydı kesinlikle çıkar açıklardı. Yani yalnızca Erdoğan’ın beyninin kıvrımlarında saklanan bir sır sanki bu. Erdoğan belki de siyasete girmeden önce böyle bir amaca sahipti ama tabii ki bunu o dönemde açıklasa Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nden başka ikamet edecek yer bulamazdı. Kendisinin çok akıllı bir siyasetçi olduğunu kabul etmek gerekiyor, amacına giden yolun taşlarını herkesin gözü önünde, hatta onların da büyük yardımıyla ama kendi tasarımına uygun biçimde döşedi son otuz küsur yılda.
Selatin camisi nedir, önce buna bir bakalım isterseniz.
Selatin sultanlar demektir. Osmanlılarda sultanların yaptırdığı camilere selatin camisi adı verilirdi. Yani bu camileri ancak ve ancak bir sultan yaptırabilirdi. “Osmanlı saray geleneğinde selatin camilerinin yaptırılabilmesi için birtakım koşullar vardır. Öncelikle bir padişahın selatin camisi yapabilmesi için önemli bir askerî zafer kazanması ve bu zaferle birlikte önemli bir savaş ganimeti ele geçirmesi gerekirdi. Selatin camilerinin yapımına devlet kasasından takviye olmaz, yalnızca padişahın kişisel serveti kullanılırdı. Önceleri sefere gitmeyen ve ganimet kazanmayan padişahlar selatin camisi inşa ettirmezlerdi ancak bu gelenek, I. Ahmet‘in Sultanahmet Camii‘ni inşa ettirmesiyle bozulmuş ve ganimet kazanma geleneği 18. yüzyılda tümüyle terk edilmiştir.”
1603’ten 1617 yılına dek tahtta kalan 1. Ahmet yakalandığı tifüs hastalığını yenemeyerek 27 yaşında öldü. Kardeş katli uygulamasını kaldıran sultandır kendisi. Şimdi yeniden konuya dönelim çünkü ilk selatin camilerinin yaptırıldığı 1300’lü yıllardan (Bursa’daki Ulu Cami ve Yeşil Cami) 1600’lü yılların başına kadar yürürlükte kalan selatin camisi yaptırma koşulunu öğrendik.
Demek ki selatin camisi yaptırmak için sultan olmak gerek, bir savaş kazanmak gerek, bu da yetmiyor önemli bir ganimet kazanmak gerek ve en önemlisi de devlet kasasından tek kuruş almadan sultanın kişisel servetinden yaptırılması gerek bu caminin. Yani sözün özü, Erdoğan sultan olmadığı için, zaten sultanlık diye bir kurum da kalmadığı için selatin camisi yaptıramaz, sonraki koşulları saymamıza gerek yok sanırım.
Peki Erdoğan’ın bunları bilmemesi mümkün mü? Hayır tabii ki. Onun derdi sultan gibi algılanmak, dudaklarından dökülen her sözün yasa sayılması, gücünü Allah’tan aldığının seçmeni tarafından kabul edilmesi, tabii zımnen. Çünkü eğer böyle bir algıyı kabul ettirirse ne yaparsa yapsın seçmeni hatta biraz daha genişletelim, dindarlar tarafından bir padişah gibi kabul göreceğini biliyor. Aynen Osmanlı’daki sultan gibi. Tabii Osmanlı hukukunu bilmediği için, seçmenleri de o hukukun yalnızca şeriata dayandığını düşündüğü için söyledikleri, yapıp ettikleri kendi cenahında kabul görüyor.
Kendisi bir kutsallığı olduğuna inanıyor. Bazı cümlelerinde kendisiyle devleti ve Türkiye toplumunu aynı tutan “şahsım” sözcüğüyle başlayan cümleler kuruyor örneğin. Şahsım derken Türkiye Cumhuriyeti’ni kastediyor. Aynen sultanların “ben” derken imparatorluğu kastetmeleri gibi. Ama sultanlar haklıydı çünkü Osmanlı’da tüm topraklar sultanın yasal malıydı. Osmanlı sözü de Osman Bey’den geliyordu zaten. Yani sultanlar babalarının, dedelerinin malını yönetiyordu. Erdoğan ise öyle değil.
Erdoğan gizli ajandasını arkadaşlarına da dikte ediyordu aslında ama kamuoyu onun bu tavrını “sinirinden yapıyor” biçiminde yorumluyordu.
Örneğin Erdoğan’ın, Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun Danıştay’ın (2014) 146. kuruluş yılı töreninde yaptığı konuşmaya tepki gösterip salonu terk ederken Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü de yerinden bir el hareketiyle kaldırarak kendi eylemine dahil etmesini lütfen verdiğim linkten bir kez daha izleyin. Gül cumhurbaşkanı olmasına rağmen Erdoğan kesinlikle ona öyleymiş gibi davranmıyor ve kendi kızgınlığını paylaşması için neredeyse onu zorluyor. Minik ayrıntılar insanın kişiliğine ilişkin önemli ipuçları verebilir, buna her zaman dikkat etmek gerek.
Birkaç yıl önce izlediğim bir amatör videoda (cep telefonuyla çekilmişti) Erdoğan’ın bir camide kıldığı namaz çıkışında radikal seçmenleri tarafından “imamımız geliyor, imamımız geliyor” çığlıkları ile karşılandığı görmüştüm. Anlaşılan Erdoğan verdiği mesajlarla istediğini elde ediyordu.
Erdoğan’ın her şeyi bu kadar planlı yapıp yap(a)madığını, analitik bir düşünce düzeyine sahip olup olmadığını bugün de bilemiyoruz. Ancak ben şundan artık eminim, Erdoğan kendisini hiçbir zaman sıradan bir insan olarak görmedi, başbakanken de görmedi, belediye başkanıyken de görmedi. Belediye başkanlığı döneminde hakkında açılan davalara ilişkin haber yaptığım için cumhurbaşkanına hakaret etmekten yargılanıp mahkûm oldum, birçok diğer gazeteci gibi. Bu yüzden belediye başkanıyken de çok ileriye dönük planlı programlı hareket ettiğine ilişkin tanıklığım var, dava dosyalarındaki ifadelerden tabii.
Cami yaptırma artık herkesin yapabileceği bir şey ki zaten bazı sıradan kişiler bile cami yaptırıyor bugün. Ama selatin camisi yani sultan, yani padişah camisi yaptırdım demek herkesin yapamayacağı bir iş. Ben yaptım oldu işte diyebilirsiniz. Herkes dalga geçer sonra unutur gider. Ama dindar seçmenlerinize “bakın ben selatin camisi yaptırdım” derseniz vermek istediğiniz mesaj derhal doğru biçimde algılanır.
Aslında Erdoğan kendisinin de içinde geldiği dindar seçmen kitlesinin ruhunu çok iyi biliyor. Ne söylerse ne anlama geleceğini, ne söylemezse nasıl anlaşılacağını çok çok iyi biliyor. Tek adamlığını, sultanlığını ya da ne diyeceksiniz onu belki de otuz küsur yıl önceden planlamıştır, kim bilir?
Belki de olaya “Erdoğan başlangıçta böyle değildi şimdi bambaşka düşünüyor” mantığının dışında bakıp yaşanan olaylar ışığında onu yeniden mercek altına almak gerekiyor. Çünkü 2000’li yıllarda bu yola beraber çıktığı herkes şimdi kendisinden uzaklaşmış ya da uzaklaştırılmış durumda. Tümü de hemen hemen aynı gerekçelerle yollarını ayırdı Erdoğan ile. Hadi AKP’li olmayanlar kendisini tanımak konusunda yanıldı diyelim peki yol arkadaşlarının durumunu nasıl açıklamak gerekiyor sorusu yanıt bekleyen onlarca sorudan biri olarak duruyor halen.
Sekiz yıl sonra konuyu yeniden gündeme getirmemin nedeni bugüne gelirken neleri atlamış olabileceğimize bir göz atmaktı, başka bir şey değil.
* subliminal: bilinçaltı
Fotoğraf: tccb.gov.tr
Bu yazı 9 Ağustos 2020 günü yeni1mecra.com sitesinde yayınlanmıştır.