Cuma, 27 Haz 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Serbest Kürsü

Emeklinin çilesi

Gürsel Demirok
Son güncelleme: 26 Ocak 2024 00:01
Gürsel Demirok
Paylaş
Paylaş

Kahvaltı masasında oturmuş, müdavimi olduğu TV kanalında sabah haberlerini izliyordu emekli…

Öncelikli haberlerden biri de emeklilerin maaşları üzerine idi. “10 bin lira emekli maaşı yeter mi ? Açlık sınırı 14.431, yoksulluk sınırı 40 bin lira”, “Geçim derdi ne zaman bitecek”, “Emekliye, çalışana yapılan zam cebe girmeden eriyor”, Vergi yükünde artış sürüyor, enflasyonun faturası neden vatandaşa kesiliyor?”, “Emeklinin mutfağından, sofrasından çalındı…”, “En düşük emekli maaşı 17 bin TL olmalı “gibi altyazılar TV ekranında akıp gidiyordu.

İktidar, memurların maaşlarına gücünün yettiğince zam yapmış, en zayıf halka emeklilere ise kefen parası olacak miktarda bir zam yapmıştı. Ancak ne memurlar memnundu ne de emekliler. Seslerini çıkarıyor, zamların miktarına tepki gösteriyor, daha yüksek oranda zam istiyorlardı. Haklılardı da. Bu hayat pahalında dayanacak  güçleri kalmamıştı. Orhan Veli’nin dediği gibi, cep delik, cepken delikti. Kevgire dönmüşlerdi. İktidarın da işi zordu. Devletin finans kaynakları tükenme noktasına gelmişti. Kemerleri sıkmak zorunlu hale gelmişti..

Emekli gözleri ekranda, “diyet” kahvaltı tabağından atıştırırken yıllar öncesine döndü. Yarım asrı geçmişti neredeyse. Fakülteden mezun olup, sınavları başarı ile geçip devlet memuru olduğu zamanları anımsadı. Ne mutluydu. Ne heyecanlıydı. Ne coşkuluydu. Aldığı maaşın düşüklüğü bile umurunda değildi. Çok arzu ettiği, hayallerini kurduğu kapıdan içeri girmişti ya. Gerisi önemli değildi. Yıllar boyu işine odaklandı. Çalıştı, çabaladı. Oradan oraya tayin olduğunda da sesini çıkarmadı. Var gücüyle çalıştı. O ara evlenmiş, çoluk çocuğa kavuşmuştu. Ancak onun için önce işi gelirdi. Eşi nasıl olsa çocuklarıyla, onların eğitimiyle vs. ilgilenirdi. Kendisi işinde başarılı olmalı, daha yukarılara, daha yükseklere çıkmalıydı. Öyle de oldu. Memuriyette daha yükseklere tırmandı. Başkan oldu. Müdür oldu. En tepelerde koltuk sahibi oldu. İtibar sahibi oldu. Saygı duyulan, önemsenen biri oldu.

Yıllar boyu düşünmediği bir şey vardı. Günün birinde emekli olacağı. Yıllar farkına varmadan akıp gitmiş, o gün gelmişti. Zaten çoktandır kızaktaydı. Yaşı ilerledikçe, derecesi yükseldikçe kendisine uygun bir koltuk da bulmak zor oluyordu. Kurumun emeklilik şubesinde emekliliğine ilişkin yazı eline tutuşturulduğunda ilk darbeyi yedi. Yıllarca beraber çalıştığı genç arkadaşları, veda ederken, onun ne kadar değerli, yeri doldurulmaz biri olduğunu söylemişlerdi. Ancak bu sözlerin hiçbirini duymamıştı. Dalgın, düşünceli kurumun kapısından çıkmış, nereye gideceğini bilmez halde, duraktaki sarı taksiye binmişti. Artık emekliydi.

Eve döndüğünde, sağlık sorunlarıyla boğuşan eşi, çocukları karşılamıştı. Çocuklar “baba, artık annemle bol bol gezersiniz, emekliliğin tadını çıkarırsınız” demişlerdi. Ancak hayaller gerçeklerin gerisinde kaldı. Sağlık sorunları  peşlerini bırakmıyordu. Yaşam boyu akıllarına getirmedikleri, düşünmedikleri rahatsızlıklar karşılarına çıkıyordu. En çok zoruna giden de hastanelerde sıra beklemekti. 65 yaş üstüne öncelik tanınır deniyordu, ama pek uyulmuyordu. Başka yerlerde de sıraya girmek durumundaydı. Artık “sıradan vatandaş” olmuştu. Eski itibar, saygı gerilerde kalmıştı. Sıradan vatandaşların çektikleri sıkıntıları, zorlukları daha yakından hisseder olmuştu. O sıkıntılara, zorluklara  daha çok katlanır olmuştu.

Önde gelen sıkıntılarından biri de oturduğu evin kirasıydı. 40 yıl çalışmış, bir ev sahibi olamamıştı. Memurken dua ederdi “aybaşı çabuk gelsin, maaş alayım” diye. Şimdilerde ise aybaşı yaklaştıkça tansiyonu yükseliyordu. “Kirayı nasıl ödeyeceğim” diye düşünmekten geceleri gözlerine uyku girmiyordu. Kirayı çocukların yardımıyla ödemesine ödüyordu da, zoruna gidiyordu, çocuklarından destek almak. Üstüne üstlük ev sahibi kiraya zam istemişti. Kabul etmişti makul oranda bir zam artışını. Ancak ev sahibi kabul etmemiş %100 oranında bir artış talep etmişti. Emekli de bu artışı kabul etmemişti. Arabulucunun çabaları da bir sonuç vermemiş, ev sahibi mahkemeye başvurmuştu. Evin tahliyesi davası açmıştı bu kez. “Çıkın ben taşınacağım diyordu”, düne kadar yüzde yüzlük zam isteyen ev sahibi. Emekli kime kızacağını bilemiyordu, kendi gibi emekli olan enflasyonu fırsata çevirmeye çalışan ev sahibine mi, yoksa ülke ekonomisini krize sürükleyen, ev sahipleriyle kiracıları birbirine düşüren iktidara mı?

Toplumun önemli bir kesiminde iktidara tepkiler giderek büyüyordu. İnsanlar tepkilerini sosyal medyada dile getiriyorlar, iktidarın çekip gitmesi için dualar ediyorlardı. Ancak iktidar hiç de gidici gibi görünmüyordu. İktidardan nemalananlar ile Erdoğan uğruna ömrünü feda edebileceğini söyleyen milyonların iktidara desteği sürüyordu. Bu durumu gördükçe “Az eğitimli, düşük gelirli, at gözlüklü inançlı insanlar, her dönemde,, her yerde güçlü efendileri için çalıştılar, çabaladılar. Efendilerine biat ettiler” yolunda sosyal medyada okuduğu bir paylaşım aklına geliyordu emeklinin.

Emekli derin düşüncelerden sıyrılıp, ilaçlarını içip  televizyonu tekrar izlemeye koyulduğunda programa katılan çok sevdiği gazetecinin şu yorumu dikkatini çekti:

“Yerel seçimlerde emeklilerin ne yönde oy verecekleri, tercihlerini ne yönde kullanacakları önemli. Ya muhalif adaylara oy vererek  iktidara sarı kart gösterecekler, uyarıda bulunacaklar ya da iktidarın gösterdiği adaylara oy vererek, düzenden memnun oldukları mesajını verecekler.” 

Ne diyorsunuz emekliler?

Karar verme, tercih yapma zamanı yaklaşıyor… “Hem kahvehanelerde, parklarda  ağlarım, sızlarım hem de gider Erdoğan’a oy veririm” mi diyorsunuz ? Yoksa “Şunlara bir sarı kart göstereyim akıllarını başlarına alsınlar, israfı bırakıp biraz da bizlere kulak versinler mı” diyorsunuz…

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanGürsel Demirok
Takip et:
Emekli diplomat. 1945 yılında doğdu. Darüşşafaka Lisesi'ni 1964 yılında bitirdi. 1968 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü'nden mezun oldu. 1969'da Dışişleri Bakanlığı'na girdi. Türkiye Daimi Temsilciliğinde görevli olduğu yıllarda (1974-1977) BM Genel Kurulu 4, Komite (Decolonisation Committee) Raportörlüğüne seçildi. Kuveyt”in, Irak tarafından işgal edildiği tarihlerde, Kuveyt Büyükelçiliğimiz Müsteşarı idi. 1993-1997 yılları arasında Mainz Başkonsolosu olarak görev yaptı. Bu görevde iken girişimlerde bulunarak Mustafa Kemal Atatürk’ün 1917’de Veliaht Vahdettin ile birlikte Almanya’ya yaptığı ziyaret anısına Türk heyetinin kaldığı görev bölgesindeki Bad Kreuznach Park Hotel‘de 23 Nisan 1997 de Atatürk Salonu açılmasını ve ziyaret anısına otelin girişine bir yazıt konulmasını sağladı. Açılış görkemli bir törenle gerçekleştirildi. Otel bugün Türklerin etkinlikler düzenledikleri bir mekâna dönüştü. 1997 yılında Dışişleri Bakanlığı müşaviri olarak atandı. Bakanlık müşaviri iken, Başbakanlık İnsan Hakları Koordinatör Üst Kurulu Sekreterya Başkanı oldu. 57. Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti döneminde hazırladığı ilerici insan hakları raporu AB Kopenhag Kriterlerinin karşılanmasına yönelik çalışmalarda referans belgesi olarak kullanıldı ve “Demirok Raporu “olarak anıldı. 2000-2004 yılları arasında Zürih Başkonsolosu olarak görev yaptı. Zürih Başkonsolosluğu binasında Park Hotel’deki Atatürk Salonuna benzer bir Atatürk Salonu açtı. Salonda Kurtuluş savaşı ve Cumhuriyetin kuruluş yıllarına ilişkin belge ve fotoğraflar yer almakta. Bu salonda da Türkleri buluşturan etkinlikler düzenlenmekte. Mainz ve Zürih‘te Başkonsolos iken vatandaşlarımızla birlikte olmaya, derneklerinin düzenledikleri etkinliklere katılmaya, çocuklarımızı okullarında ziyaret etmeğe, gençlerin sportif müsabakalarına katılmaya büyük önem verdi. 2004 yılında Millî Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Yiğit Alpogan'ın başdanışmanı oldu, 2005 yılında MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanı olarak atandı ve bu görevindeyken 2010 yılında yaş haddinden emekliye ayrıldı. MGK Araştırma ve Değerlendirme Dairesi Başkanlığı'na atanmış ilk sivil görevlidir. Atatürk’ün Almanya gezisi ve Avrupa’daki Türkler üzerine kitapları var. Emekli olduktan sonra medyada köşe yazıları kaleme almaya başladı .
Önceki Makale Can Atalay için basın nöbeti
Sonraki Makale Dünya gazetesi satıldı

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

Teriniz kuruduğunda umudunuz bittiğinde…

Dr. Nil Gönce
27 Haziran 2025
ManşetSerbest Kürsü

Siyasette kirli işler, ilişkiler…

Gürsel Demirok
26 Haziran 2025
Serbest Kürsü

Türkiye’nin sürdürülebilir büyüme potansiyeli

Yıldırım Aktuğan
23 Haziran 2025
Serbest Kürsü

“Kirli işler” ve “kirli ilişkiler…”

Gürsel Demirok
23 Haziran 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?