“Türkiye’ye kırgın olamam. Beni Türkiye yolunda assalar yine de kırılmam. İçimdeki sevgi o kadar büyük ki…” diyen Ebulfez Elçibey’i bundan tam 23 yıl önce, 22 Ağustos 2000’de kaybettik…
24 Haziran 1938’de Nahçıvan’da doğdu. Ülkesinin bağımsızlık mücadelesine 1970’lerde yani daha Sovyet zamanında başladı, bu yolda hapis yattı, işkence gördü. 1980’lerin sonunda Azerbaycan Halk Cephesi’ni kurdu, 1992 yılında bağımsız Azerbaycan’ın cumhurbaşkanı oldu, bir yıl sonra devrildi, 2000 yılında çok sevdiği Türkiye’de hayata gözlerini yumdu.
Elçibey’le tanışıklığımız 1989 yılında muhalif Halk Cephesi’nin kurulduğu günlerde Bakü’de başladı. O, İtibar Memedov, İsa Kamber, Tevfik Kasımov ve şu anda adını hatırlayamadığım cephe liderleriyle Bakü’de bir kahvede oturur siyasi gelişmeleri konuşur, sohbet ederdik. O zamanlar Sovyetler Birliği’ne bağlı 15 cumhuriyetten biriydi Azerbaycan.
15 Mart 1991 tarihinde Cumhurbaşkanı Turgut Özal Bakü’yü ziyaret edecekti; gerçekten tarihi bir ziyaretti.
Milliyet Genel Yayın Yönetmeni Doğan Heper’e, ziyaret sırasında Azerbaycan için özel bir gazete hazırlanmasını hatta mümkünse Milliyet’in Bakü’de satılmasını önerdim.
İki önerimi de kabul edince önce dönemin başkanı Ayaz Muttalibov’dan Özal’ın ziyaretiyle ilgili yazılı bir açıklama aldım. Ardından Milliyet Moskova Bürosu’na bağlı çalışan Bakü’deki muhabirimiz Rehber Beşiroğlu’ndan Elçibey’le konuşmasını istedim.
Azerbaycan’a özel Milliyet hazırlanırken İstanbul’dan aradılar ve Muttalibov’la Elçibey’in açıklamalarının nasıl kullanılması gerektiği konusunda fikrimi sordular. Muttalibov başkandı ama halk tarafından fazla sevilmiyordu, buna karşılık Elçibey ve Halk Cephesi’ne büyük bir sevgi vardı. Normal şartlarda bir başkanın açıklaması muhalefet liderinin açıklamasından daha büyük kullanılır gazetede. Ama Azerbaycan’daki durumu bildiğim için mümkün olduğu kadar eşit kullanılmasını önerdim. Elbette bunu Elçibey’e ve Halk Cephesi’ne duyduğum sempatiden önce, gazeteci olarak Azerbaycan’daki gerçek durumu bildiğim için istemiştim. Bana sorma gereği hissetmeseler, Muttalibov’un açıklaması birinci sayfadan verilecek, Elçibey’in sözleri ise büyük ihtimalle iç sayfaların birinde kaybolup gidecekti.
Özal’ın uçağı 15 Mart’ta Bakü’ye indi, ben de aynı gün birkaç saat sonra Moskova’dan oraya gittim. Azerbaycan için hazırlanan Milliyet Özal’ın uçağıyla Bakü’ye gönderilmiş ve ilk sayı hemen ücretsiz dağıtılmaya başlanmıştı. Hem Özal gelmişti hem de Milliyet’in Bakü bürosu açılmıştı; Azerbaycan için önemli bir gündü, tabii Milliyet için de…
Elçibey ortalarda görünmüyordu, Halk Cephesi yöneticilerine nerede olduğunu sordum, hatırlamadığım bir nedenle protesto amaçlı açlık grevi yaptığını, bir okulun yatakhanesinde bulunduğunu ama Milliyet’i gördüğünü söylediler, hemen oraya gittim.
Yatakhaneden içeri girerken Milliyet’in manşetinde, Muttalibov’la eşit şekilde yer almasının hoşuna gideceğini düşünüyordum.
Koca yatakhanede tek başınaydı, zaten her zaman zayıftı ama açlık grevinin etkisiyle şimdi iyice zayıflamıştı.
Her zamankinin tersine kucaklamak bir yana, beni görünce suratı asıldı.
Anlam veremedim.
Birden bağırmaya başladı:
“Bu halk düşmanıyla beni neden aynı sayfaya koydunuz!”
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
Dilimin döndüğünce gazetecilik açısından neden böyle yapıldığını anlatmaya çalıştım ama beni dinlemiyor, öfkeyle bağırıyordu, sanırım açlık grevinin etkisiyle sinirleri iyice bozulmuştu.
Bir süre tartıştık, daha doğrusu o bağırıyor, ben neden böyle yapıldığını anlatmaya çalışıyordum.
Tabii, anlaşamadık ve yatakhaneden ayrıldım.
Daha sonra pek çok örnekte görüldüğü gibi, siyasetçi olmadığı için duygusal tepki göstermiş, bana değilse de Milliyet’e teşekkür etmesi gerekirken öfkelenmişti.
Bu olaydan sonra bir daha karşılaşmadık, ta ki 7-8 yıl sonra yine Bakü’de Milliyet ve 32. Gün için kapısını çaldığım ana kadar.
İktidardan uzun süre önce düşmüş, Nahçıvan’da sürgünde yaşadıktan sonra Bakü’ye dönmüştü.
Sanıyorum ne beni ne de aramızda geçen olayı hatırlıyordu, ben de bir şey söylemedim. Zaten o anda içinde bulunduğu durum ve hasta hali beni yeterince üzmüştü. O durumda röportaj isteğini geri çevirmediği için teşekkür edince, “Türkiye’den gelen herkesin başımın üstünde yeri var” demişti. O gün tanık olduklarımla kendisine duyduğum saygı daha da artmıştı. (*)
Milliyet o tarihten sonra, sanıyorum yaklaşık bir yıl daha Bakü’de satıldı.
Bu yazı için Azerbaycan’a özel basılan Milliyet’i aradım ama arşivimde bulamadım. Milliyet’teki arkadaşlardan rica ettim, onlar da gazetenin arşivine baktı ama maalesef bulamadı. Onun yerine, biraz flu olsa da Muttalibov’la Elçibey’in açıklamalarının yer aldığı Türkiye baskısına ulaşabildiler. (Manşet fotoğrafındaki kupür)
Bu dünyadan bir Elçibey geçti… Dürüst, idealist, cesur, vatansever, kararlı… Politikacı olmadığı, bazılarını ürküten hayallerini gizlemediği için iktidarda kalmasına izin verilmeyen bir “adam…”
(*) https://medyagunlugu.com/tek-takim-elbiseli-adam/
Not: Bu yazı Ebulfez Elçibey”in ölümünün 23. yıl dönümü nedeniyle yeniden yayınlanmıştır.