“Toplumlar geçmişlerini sırtlarında taşır” derler; bu durum tek tek ülke ekonomileri ve bir bütün olarak dünya ekonomisi için de geçerli kuşkusuz.
ABD ve Avrupa başta, dünya ekonomisinin son birkaç yıldır yaşadığı bunalımlı sürecin açıklanabilmesi için ekonomik faaliyetin, özellikle 1990’lı yılların başından günümüze kadar olan dönemdeki gelişme çizgisine yakından bakmak gerekiyor.
1990’lardan itibaren egemen hale gelen neoliberal ekonomi politikası ve onunla at başı ilerleyen küreselleşmeyle sermayenin serbest dolaşımı, finans kapitali oldukça büyüterek ekonomik yapının tepesine yerleştirdi.
Deregülasyon, öteki deyişle düzenlemelerin kaldırılması ya da ihmal edilmesiyle oluşan aşırı serbestlik ortamında, ABD’de ipotekli konut kredileri ve hedge fonlar başta, çeşitli türev ürünlerin tekrar tekrar satılması, dilimlenerek satılması ya da değişik ambalajlara sarılarak sunulması sonucunda oluşan büyük finansal balon 2008’de patladı ve mali kriz dalga dalda dünyaya yayıldı.
Krizin atlatılabilmesi adına, FED başta olmak üzere piyasa yapıcı merkez bankalarının uyguladıkları ve uzun süre sürdürdükleri gevşek para politikası, öteki deyişle para arzının sürekli arttırılması ve düşük faiz tercihi ekonomik sistemin temel motifi oldu.
Batı ekonomilerince üretilen çok miktardaki para, faizin yüksek olduğu bizim gibi gelişmekte olan ülkelere akın etmiş ve bu son derece bol likidite, gittiği ülkeleri ekonomik olarak istikrarlı ve canlı tutarken, paranın asıl sahibi merkez ekonomilerde enflasyon yaratmamış, öte yandan ciddi getiriler sağlamıştı.
Gelişmiş Batı ve öteki ülkeler arasında dış görünüş itibarıyla kazan-kazan ilişkisine dayanan söz konusu ekonomik bahar kabaca 2018 yılından itibaren sona ermeye başladı.
2019’un sonlarına doğru da Çin’de ortaya çıkarak hızla tüm dünyaya sirayet eden Covid-19, tedarik zincirlerinde kopmalar ve arz sıkıntıları ile beraber, enerji ve emtia fiyatlarında hızlı artışları da beraberinde getirince dünya epey bir süredir unutmuş olduğu enflasyon gerçeğiyle karşı karşıya kalmış oldu.
Girilen enflasyonist sürecin beklentileri bozarak yarattığı; fiyatların hızla artacağı ve yüksek enflasyonla baş edebilmek için merkez bankalarının faizleri kademeli olarak arttıracağı düşüncesi, gelişmekte olan ülkelerde ortaya çıkan ekonomik istikrarsızlıklarla birleşince, merkez ülkelerden çevre ülkelere doğru akan para hızla kaynağına dönmeye başladı.
Gelişmiş Batı ekonomilerine hızlıca dönen muazzam miktardaki para yüksek enflasyon oranlarına yol açmışken, 2022 yılı başlarında patlak veren Rusya-Ukrayna savaşının yarattığı şok ve enerji fiyatlarının daha da tırmanması, mevcut enflasyonu şiddetlendirerek uzun yıllardır görülmemiş oranlara taşıdı.
Enflasyon oranlarını düşürebilmek için gidilen agresif faiz artışlarının yarattığı durgunluk riski ve onun da ötesinde somut belirtileri, para otoriteleri olan merkez bankalarını enflasyonu kontrol altına alırken aynı zamanda ekonomiyi çok yavaşlatmama gibi oldukça zor bir görevle baş başa bırakmış oldu.