Hayatta bazen en büyük engel, insanın kendi zihninde yarattığı o görünmez duvarlardır.
Bu duvarlar, yalnızca taşlardan değil, derin bir sessizlikten ve kimselere anlatılamayan acılardan örülmüştür. Kimi zaman bir pişmanlığın yankısı olarak yükselir, kimi zaman ise geçmişin karanlık gölgeleriyle büyüyen bir korkunun eseri olur. İnsan, bu duvarların ardında kendine saklanır; bir adım atmanın, bir hatayı kabullenmenin ya da yeni bir yola cesaretle çıkmanın getireceği yükten kaçınır. Ancak bu duvarlar, insanın kendine sunduğu bahanelerden başka bir şey değildir. Bahaneler, insanın kendi potansiyeline doğru açılacak kapıları kapatan sessiz bir çığlık gibidir.
İnsan dışarıdan ne kadar güçlü görünürse görünsün, içinde bu bahanelerin ardında saklanan kırılganlığını hissettiği anlar vardır. Belki de en zor olanı, insanın kendi içine dönüp, kendine karşı dürüst olmayı başarmasıdır. Çünkü bu dürüstlük, yalnızca bahaneleri değil, aynı zamanda korkuları, zayıflıkları ve geçmişin yaralarını da ortaya çıkarır. Bahaneler, insanın içindeki o derin acının, terk edilişin ya da kaybedişin sessiz yankılarıdır. Onlar, bir yaradan kalan izlerdir; sarılmamış bir yaranın, kapanmamış bir hesabın, unutulmamış bir korkunun yansımasıdır.
Bu görünmez duvarlar, insanın kendi gerçeğiyle yüzleşmekten kaçışıdır. Bahanelerin ardına saklanmak, belki bir süre için rahatlık sağlar, ancak bu yalnızca geçici bir tesellidir. Çünkü insan, ne kadar bahanelerin ardında saklansa da, içindeki o kırılgan sesi susturamaz. Bu ses, bazen bir özlem, bazen bir pişmanlık, bazen de bir umut olarak yankılanır. Aslında bu duvarlar, insanın kendi korkularından ve zaaflarından ördüğü bir hapishanedir. Ama her hapishanenin bir kapısı olduğu gibi, bu duvarların da yıkılabileceği bir an vardır. Bu an, insanın kendine dönüp, bahanelerin ardındaki gerçeği görmeye cesaret ettiği andır. Bu cesaret, gerçek özgürlüğün ilk adımıdır. Çünkü bahaneler ne kadar güçlü görünürse görünsün, insanın içinde saklanan gerçek her zaman daha derin ve daha anlamlıdır. Özgürleşmek, bu görünmez duvarları yıkmak ve bahaneleri ardında bırakmaktır. İnsan, bunu başardığında, kendi yeteneklerine ve gücüne doğru açılan yolu yeniden bulur.
İnsan, özgürlüğün beraberinde getirdiği sorumlulukla yüzleşmekten korkar. Bu yüzden bahaneler, insanın bilinmeyene adım atma cesaretini kıran birer zincir olur. Her bahane, bireyin kendi iradesine duyduğu inançsızlığı ve kendine karşı olan güvensizliğini yansıtır. Bahaneler, yalnızca bir savunma mekanizması değil, aynı zamanda bireyin kendi özgürlüğüne vurduğu bir zincirdir. İnsan, bu zincirlerle bağlanırken, kendi sorumluluğunu başkalarının omuzlarına yükler ve bu yükün ağırlığıyla yaşamaya alışır. Ancak bu alışkanlık, gerçek özgürlükten her geçen gün biraz daha uzaklaştırır. Oysa özgürlük, bahanelerin ötesine geçip kendi sorumluluğunu kabul etmekte yatar. Bu yol, acılı bir yüzleşmeyi ve cesur bir dürüstlüğü gerektirir.
Bahaneler, insanın iç dünyasındaki kırılganlıkların dışa vurumudur. Bazen kendini ifade etmenin, bazen başarısızlıkları örtmenin, bazen de sorumluluktan kaçmanın yollarından biridir. Ancak bu kaçış, geçici bir teselliden öteye gitmez. Bahaneler, yalnızca bireyin kişiliği hakkında ipuçları taşımakla kalmaz; aynı zamanda onun hayatını nasıl kurguladığını da dış dünyaya yansıtır. Birey, kendi gerçekliğiyle ulaşma yolunda bu bahanelerle yüzleşmedikçe, gerçek bir tatmine asla ulaşamaz.
Sorumluluk bilinci yüksek kişiler, genellikle bahaneler üretmek yerine çözümler bulmayı seçer. Onlar için hata, bir öğrenme fırsatıdır. Buna karşılık, düşük sorumluluk bilincine sahip kişiler, başarısızlıklarını dışsal etkenlere bağlar ve kendi rollerini inkâr eder. Bahaneler, onların kırılgan egolarını korumak için ördükleri bir duvardır. Benzer şekilde, özgüveni yüksek kişiler, hatalarını dürüstçe değerlendirebilirken, özgüveni düşük kişiler eleştiriden kaçınmak için sık sık bahanelere sığınır. Bu bahaneler, aslında onların savunmasızlıklarının ve kabul görme çabalarının bir yansımasıdır.
Bence bahaneler, insanın kendi varlığını inkâr ettiği anların bir yansımasıdır. Derinlerde bir yerde, kişi bu bahanelerin ardında saklanan gerçeklerle yüzleşmekten korkar. Bahane, insanın kendi varoluşsal sorumluluğundan kaçışıdır. Bilmediklerini itiraf etmek, hatalarını kabul etmek ve eksikliklerini görmek yerine, birey bahanelerin gölgesine sığınır. Ancak bu sığınma, bireyi bir adım öteye taşımaz; aksine, varoluşsal bütünlükten uzaklaştırır. Bahaneler, insanın kendine ve hayata karşı dürüst olmasını engelleyen birer duvardır.
Toplumda bahaneler, yalnızca kişilerin değil, iktidarların, liderlerin ve sistemlerin de sıkça başvurduğu bir araçtır. Güç ve iktidar hırsıyla, bahaneler stratejik bir silah olarak kullanılır. Ancak bu, toplumun kolektif ahlakını ve bireylerin sorumluluk duygusunu zedeler. Bahaneler, kötülüğün sıradanlaşmasının nedenlerinden biridir. Erdemli bir insan, bahanelere sığınmadan kendi eylemlerinin sorumluluğunu almayı bilir. İnsan, en karanlık koşullarda bile anlam yaratma gücüne sahiptir. Ancak bahaneler, bu anlam arayışını engelleyen ve bireyi kendi içine hapseden bir duvardır.
İlkel insandan günümüze kadar, insanlar genellikle aynı bahaneleri üretmişlerdir. Bu bahaneler, çoğunlukla dışsal etkenlere, içsel çatışmalara, korkulara ve toplumsal yapının gereksinimlerine dayalı bir savunma mekanizması olarak gelişmiştir. Değişen tek şey, bu bahanelerin hep dış dünyada, insanın kendi dışında bir yere yönlendirilmesidir. Modern insan, tüketim kültürünün sığ sularında kaybolmuşken, varoluşsal sıkıntılarını gizlemek için bahaneler üretmeye devam etmektedir.
Zamanla insan şunu öğreniyor ki, güçlü bir öz farkındalık, yüksek sorumluluk bilinci, dürüstlük ve cesaret gibi niteliklere sahip kişilikler bahane üretmiyorlar. İnsan, kendisini ve çevresini gerçekçi bir şekilde değerlendirebildiği, hatalarından ders çıkarabildiği ve sorumluluklarını kabul edebildiği oranda bahanelerin arkasına gizlenmez. İnsan, bilinçli ya da bilinçsiz olarak, hayatındaki zorluklardan kaçmak için nedenler yaratır. Bu nedenler, dışsal etkenleri suçlamak ya da gelecekteki risklerden kaçınmak olabilir. Bahaneler, geçmişteki deneyimlere dayalı olarak, bilinen dünyaya sıkı sıkıya tutunmayı sağlar. Böylece kişi, konfor alanında kalır ve aynı davranışları tekrar eder. Dış etkenleri veya “kaderimdir, yaşamam gerekiyor” gibi kolaycılığa kaçan düşünceleri bir kenara bırakarak, kişi kendi içsel motivasyonunu ve sorumluluklarını doğrultusunda hareket ettiğinde, bahanelere gerek duymaz.
İnsan, korkularıyla yüzleşebilmeli ve kendini olduğu gibi kabul ettiğinde, yaşamındaki her eylemin ve kararın sonuçlarının sorumluluğunu üstlenmelidir. Gerçek şu ki, bahaneler sadece birer maskedir; kendimize bakmaktan kaçmak için takındığımız yüzlerdir. Ama içimizdeki gerçek gücü görmek, bu maskeleri düşürmekle başlar. Bahaneler bilinene götürür, ancak gerçek düşünce, duygu ve davranışların gölgesinden kurtulmak, bilinmeyene adım atmakla başlar.