Bir tanıdığım yana yakıla aradı. Başka bir şehirde yaşayan babası yolda yürürken düştüğü için MR yapılmış ve beyninde su fazlası olduğu için ameliyat olması gerektiği söylenmiş.
O panikle 17 saat araba kullanarak gidip babasına alıp bir o kadar daha yol yaparak dönmüş. Ancak geldiğinde burada bir nöroloğa erişememiş. Emekli olduğumu biliyorsa da aktif çalışan birini bulana kadar MR’ına bakıp fikrimi söyler miymişim diye soruyor.
Ben bıktım ama bundan. Hekimlik bilgime danışılmasından asla bıkmam, bıktığım “şu filme bir bak” denmesinden. “Filme bakarak bir şey anlaşılmaz” demekten yıldım. Her şey filmdir sanılmasından bıktım. “Tıbbi tanının asıl bileşeni, önce hikâye sonra da muayenedir” demekten ben de diğer meslektaşlarım gibi helak oldum. “Tahliller ve görüntüler konan teşhisin doğrulanması içindir, aslı değildir. O yüzden filme ya da tahlile bakıp fikir söylenemez, söylenirse yanlış olur” diye defalarca da yazdım. Neyse uzatmayayım, “ben en iyisi babanı bir göreyim” deyip gördüm.
Düşmek normal bir durum değildir. Pek çok farklı nedenle oluşabilir ki ayırmak için hastanın hikâyesi çok önem taşır. Yetmişlerindeki babasının hikâyesi şöyleydi:
Son bir yıldır yürümesi bozukmuş. Bunu yaşlılığına yormuş ve doktora başvurmamış. Arada bazen daha iyi, bazen daha kötü yürüyormuş. Bunu da olağan karşılamış. Yürümesinin kötüleştiği bir seferinde de düşüvermiş. Düştüğü için değil de düşünce kafasını çarpmış olabilir diye endişelenerek acile götürülmüş. Bilinci kapanmamış, bulanmamış. Düştüğünü biliyor, o anı hatırlıyor. Düşeceğini öncesinde anlamamış. Düştükten sonra da özel bir şey hissetmemiş. Daha önce de birkaç kere düşecek gibi olmuş ama hiç düşmemiş. Düşme öncesi ayağı bir şeye takılmamış, ıslak bir şeye basıp kaymamış vb.
Buna benzer pek çok ayrıntı sordum ki her bir cevabın nörolog aklında bambaşka karşılıkları var. O yüzden hastalanma hikâyesinin ayrıntıları olmadan ön tanı konmaz. Siz de pek çokları gibi doktorculuk oynamayın diye bu hastadan aldığım hikâyenin de yaptığım muayenenin de daha fazla ayrıntısını anlatmayacağım. Asıl başka bir noktayı vurgulamak istiyorum.
İlk sorduğum şeylerden biri idrar kaçırması da olup olmadığıydı. Düşme sırasında olması da başka bir anlam taşır ama ben onu sormadım, genel olarak idrar kaçırıyor mu diye sordum. Adamcağız diğer doktorun da bunu sormasının şaşkınlığıyla onayladı. Son aylarda sıkışmaları artmış hatta bazen tuvalete yetiştiremediği de oluyormuş, bunun için doktora gitmiş. Prostat tetkikleri yapılmış, bir şey çıkmamış. Ürolog prostat olmadığına göre bu adamın niye idrar sorunu var dememiş, kendileri de başka bir doktora gitmeye gerek görmemişler.
Hastayı son gören, dolayısıyla yapılan bütün incelemelerle de hazıra konan doktor olmanın avantajıyla, önce hikâyesini irdeleyip sonra muayene etmem sonucunda koyduğum ön tanıyı beyin görüntülemeleri ile doğrulayıp kesin tanıyı da kolaycacık koydum. Gereken açıklamaları da yaparak hastanın ve ailesinin rahatlamasını sağladım.
Bu hastanın tanısı: Normal Basınçlı Hidrosefali. Tıbbi terimleri gündelik dile çevirmek biraz sorunlu. Yaygın kullanıldığı şekliyle “beynin su toplaması” diye söyleyince ciğerlerin su toplaması gibisinden çağrışımlarla bambaşka şeyler anlaşılıyor. Oysa beynin diğer organlarda olmayan bir su sistemi var. Beyni ve omuriliği örten zarların arasında ve içinde sürekli dönenip duran bu berrak sıvının adı BOS: Beyin Omurilik Sıvısı. BOS’un içeriği çeşme suyuna denk değilse de su kadar berrak. En önemli işlevi bir çeşit kanalizasyon sistemi gibi boşaltım yapması. Toplasan bir su bardağı kadar olan bu sıvı gün içinde litrelerce üretilip boşaltılıyor. Boşaltma yollarında bir tıkanıklık olduğunda ise birikmeye başlıyor yani beynin içindeki BOS miktarı artıyor ki bu normal bir şey değil.
Beyin, kafatası denilen esnemez bir kutuya hapsedilmiş durumda. Kafatası içinde kan, BOS ya da herhangi bir şeyin fazlalığı varsa, pelte kıvamındaki beyin ezilmeye başlıyor ve işini düzgün yapamaz oluyor. BOS birikimi genellikle iki beyin yarımın tam ortasındaki aralıkta oluyor. Ortadan iki yanı sıkıştıran bu basınç yüzünden her iki bacağın kaslarına yürüme emrini gönderen her iki beyin bölümü birden düzgün çalışamaz oluyor. Tümör gibi katı bir kitle olmayan suyun miktarı zaman zaman farklılaştığı için yürüme bozukluğu da bu hastada olduğu gibi dalgalanıyor. Mesane kasları da bacaklara komşu bölgeden yönetildiğinden onun kontrolü de beraberce bozuluyor. Bu ikiliye zamanla bellek bozukluğu da eklenip “Normal Basınçlı Hidrosefali: NBH”nin üçlüsünü oluşturuyor.
NBH tedavisi, “shunt operasyonu” yani beynin su kanalları içerisine bir sonda sokup fazladan biriken suya bir akış kanalı oluşturmak. Ameliyatın tekniği basit, maliyeti hem maddi açıdan hem de hastanın çekecekleri anlamında son derece düşük. Başarı oranı da çok yüksek.
Shunt sonrasında yürüme de idrar kaçırma da unutkanlık da bozuldukları sırayla düzeliyor. Ameliyat acil de değil. Ancak geciktirilmesinin geri döneceklerin kalıcı olma olasılığını artırdığını da unutmamak lazım. Bu hastadaki gibi bir sene değil üç beş senelik hikâyesi olanda bile belirtilerde geri dönüş mümkün. Daha da ne olsun, değil mi?
Elbette hastalıksız bir yaşamımız olsun. Olsun da bu pek mümkün olmadığına göre hastalık olacaksa da böyle çaresi kolay cinsinden olsun. Yürüme hastalığı olmayanlara da bol bol yürümeli bir hayat olsun…
Yürüyebilmek insanın en büyük becerisidir. Hâlâ yürüyebiliyorken aman ha ihmal etmeyin. Lütfen her gün açık havada yürüyüş yapın. Düşersem diye de korkmayın. Engellere takılınca düşmek yapımızda var. Ancak engel yokken tökezlemek doktorluk sorundur, lütfen göz ardı etmeyin.
Tekrarlıyorum: Yürüyüşe çıkmayı ertelemeyin, ötelemeyin, havayı falan bahane etmeyin, her gün yürüyün. Yürümeyi zorlaştıran sorunlarınız varsa, o sorunları azaltacak önlemler alarak gene de yürüyün. Az da olsa güç de olsa, her gün düzenli olarak yürüyün.
Yürümek hem iyileştirir hem de hastalanmayı engeller. Yürüyün dostlar, yürüyün.