Olumsuz koşulları lehine kullanarak iktidara gelen bir parti, aslında kişisel çıkar peşinde koşan hırstan gözü dönmüş, ilkesiz, ahlaksız, kibirli ve küstah bir grup, sürekli manipüle edilen bir toplum ve bütün bunların bedelini çok ağır ödeyen bir dünya…
Netflix’te bir süre önce yayınlanan “Hitler’s Circle of Evil” (Hitler’in Kötülük Çemberi) belgeseli bu kez Nazi diktatörü Adolf Hitler’e odaklanmak yerine kamerayı onun “beyin takımı”na çeviriyor. Bu kişiler, Hitler’e neredeyse aşık olan dengesiz ve çılgın Rudolf Hess, SS Komutanı Heinrich Himmler, morfin bağımlısı eski pilot Hermann Göring ve Yahudi soykırımının asıl mimarı propagandacı Joseph Goebbels.
İngiliz ve Alman tarihçilerin değerlendirmeleri ve anlatımlarıyla zenginleşen 10 bölümlük belgesel Nazilerin oyların sadece yüzde iki buçuğunu alabilen bir partiden devleti ele geçiren bir harekete nasıl dönüştüğünü ve Almanya’yı adım adım nasıl yıkıma sürüklediğini çok çarpıcı bir şekilde anlatıyor.
Belgesel, Almanya’nın 1. Dünya Savaşı’nda yenilgisini hazmedemeyen politikacı-gazeteci-şair Dietrich Eckart’ın halkı harekete geçirecek bir lider arayışıyla başlıyor. Bir birahanede tesadüfen karşılaştığı Hitler’in düşüncelerinden ve konuşma yeteneğinden çok etkilenen Eckart sonu faciayla bitecek bir maceranın ilk taşlarını döşüyor.
Sonradan nasıl bir canavar yarattığını anlayarak pişmanlık duysa da Eckard Hitler’i iktidara taşıyan yoldaki kapıyı aralayan kişi olarak tarihe geçiyor. 1923 yılında “Birahane Darbesi” olarak bilinen bir girişimle iktidarı zor yoluyla ele geçirmeye çalışan ancak yakalanıp cezaevine konulan Hitler bu olaydan, iktidara sadece seçim yoluyla gelmesi gerektiği dersini çıkarıyor ve darbe hayalinden vazgeçiyor.
Dizi boyunca, “beyin takımı” içine yer alan Himmler, Göring, Goebbels ve daha az ölçüde Hess’in bir yandan Hitler’in gözüne girmek için neler yaptıkları ve aynı zamanda birbirlerini altını nasıl oydukları anlatılıyor. Hitler’in bilinçli olarak izin verdiği bu kapışma sonucu her dönem biri öne çıkıyor. Bu dört kişinin arasına sonradan Martin Bormann ve Albert Speer de katılıyor ve “beyin takımı” içindeki kavga iyice kızışıyor. Dizide, Yahudi soykırımının asıl mimarının ve sorumlusunun Goebbels olduğuna sık sık vurgu yapılıyor.
Tarihçiler, 2. Dünya Savaşı sırasında Hitler’in aslında stratejik bir önemi bulunmayan Sovyet şehri Stalingrad’ı sadece adı nedeniyle takıntı haline getirdiğini, bunun da Alman bozgununda dönüm noktası olduğunu anlatıyor.
Belgesel esas olarak, Hitler dahil bir avuç insanın kendi çıkarları, hırsları ve boş hayalleri uğruna önce Almanya’yı, sonra da dünyayı nasıl ateşe verdiğini anlatıyor. Bu süreçte sürekli manipüle edilen Alman halkının büyük bölümü, intihar ettiği ana kadar “Führer”i destekliyor. Ama o “Führer” maceranın sonuna geldiğini anlayınca intihar etmeden kısa süre önce, “Alman halkının Nazilerin yapmaya çalıştığı hiçbir şeye layık olmadığını” söylüyor ve “Her şeyin yakılıp yok edilmesi” talimatı veriyor.
Son derece dramatik tarihi olayları anlatan belgeselde “kara mizah” örneği denilebilecek iki anekdot da var.
Bunlardan ilki, Hitler’le “Kavgam”ı da yazan Hess’in ülkenin nasıl bir faciaya sürüklendiğini anlayınca durumu kurtarmak için Başbakan Winston Churchill’le “çat kapı” görüşebileceğini sanarak tek başına uçağına atlayarak İngiltere’ye gitmesi ama karanlıkta inecek yer bulamayınca paraşütle atlaması ve yakalanarak tutuklanması.
İkincisi ise, “Führer”le neredeyse dostluk ilişkisi kuracak kadar yakınlaşan tek kişi olan Speer’in telefonu kapatırken, “Heil Hitler!” demesine diktatörün “Heil Speer!” esprisiyle karşılık vermesi.