Geçen yüzyılın “Soğuk Savaş”ı bittikten sonra yaygın görüş, dünyanın çok kutuplu ve iki eksenli yeni bir uluslararası düzene oturacağıydı. 2022 yılına girerken iki eksenli bir dünyada yaşadığımız kesin de, çok kutupluluk öngörüsünün gerçekleşmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz: Ekonomik büyümenin lokomotifleri olarak küresel siyasi dengelerde önemli roller oynayabileceği sanılan Brezilya ve Hindistan koyu tonda sağ eğilimli yönetimler altında ABD’nin arkasında saf tutmaya yönelirken Güney Afrika kendi nepotizm, yolsuzluk ve klik çatışmalarının girdabında boğulmama mücadelesinde tıkanıp kaldı.
2022’ye girerken bir yanda ABD ve müttefikleri, öte yanda da Çin ve Rusya olmak üzere şekillenmiş bulunan iki eksen arasındaki ilişkilerin olumsuz yönde seyredeceğinden kuşku duymak aşırı iyimserlik olacaktır. Bu ilişkileri ana başlıklar altında incelersek, son bir yıl içinde yaşananların neden yeni yıl için pembe ufuklar vaat etmediğini görmek kolaylaşacaktır:
Ekonomik: Covid salgınının 2020’de yarattığı ekonomik ortam (ekonomik daralma, tedarik zincirindeki kırılmalar ve üretim sürecinde yarattığı aksamalar, yüksek işsizlik) 2021 yılında ters yönde evrilirken, birçok beklenmedik sorunla birlikte gelişti. Bu sorunlar Kuzey Amerika’da özellikle beklenmedik bir hızla tırmanan enflasyon ve buna önemli ölçüde katkıda bulunan ve bu yönde etkisi sürecek olan iş gücü arzı daralması olarak belirdi. Çin’de ise çok hızla büyüyen kredi hacminin yarattığı yüksek borçluluk oranı, konut üretimine yatırım yapmış şirketleri ödeme güçlüğü içine düşürdü. Burada altı çizilmesi gereken ve çok yavaş geliştiği için haber başlıklarına çok yansımayan bir sürece işaret etmek gerekli: Son bir yıl içinde, Çin hükümeti ülke ekonomisini Batı’nın finans ağırlıklı ekonomisinden soyutlamak için çok önemli adımlar attı. Bunların başında da, hisseleri Batı ülkelerinin, özellikle ABD’nin sermaye piyasalarında işlem gören Çin firmalarının, hisselerini geri satın alarak bu piyasalardan çıkmaları ya da bu piyasalara olan finansal bağımlılıklarını azaltmaları talimatını verdi. Bunun yanı sıra, kripto para operasyonlarını, Batı sermayesine Çin piyasalarını manipüle etmek için bir silah verebileceği kaygısıyla tümüyle yasakladı. Ayrıca, cari fazlalarıyla ABD Hazine bonosu alımlarına son verdi, bunun yerine rezervlerindeki avro payını artırırken altın ithalatını da önemli ölçüde artırdı.
Aynı şekilde Rusya da, altın ithalatını artırırken, güvenlik yatırım fonlarındaki tüm ABD hazine bonolarını elden çıkarıp bu fonları avro ve öteki döviz cinsinden yatırımlara yöneltti.
Hiç kuşku yok ki bu hazırlık adımları, bu yazı serisinin birinci bölümünde söze edilen potansiyel bir dolar krizine karşı önemli bir koruma kalkanı sağlamış olacak. Bunun da ötesinde, ilişkilerin beklenmedik ölçüde gerginleşmesi halinde, Çin ve Rusya’nın ABD/Batı’ya karşı ellerindeki altın ve öteki rezerv kaynakları kullanarak olası bir dolar sabotajı yapmalarına zemin hazırlayabilir. Bunun yanı sıra, Rusya’nın Avrupa’nın ısınmasını sağlayan doğal gazı azaltma veya kesme tehdidini her zaman el altında tuttuğunu hatırlamakta yarar var. Bu uzun vadede Rusya’nın sanayi üretimini de etkileme gücü anlamına geliyor.
Siyasi/diplomatik: SSCB’nin çöküşünden sonra ortaya çıkacağı düşünülen çok kutuplu dünyanın önemli merkezlerinden biri olacağı sanılan Avrupa Birliği, 2022’nin başında ne ekonomik gücünün ne de siyasi ağırlığının yüklediği sorumluluğu yerine getirebilecek gibi görünüyor. Özellikle de Merkel çıpasının yerinden oynamasından sonra… Olumlu veya olumsuz, hangi yönden bakılırsa bakılsın, Almanya’nın eski başbakanı Angela Merkel, 15 yıl ülkesini AB’nin amiral gemisi konumunda, kendisini de geminin kaptan koltuğunda tutmayı başardı. Bir siyasetçi için uzun sayılabilecek 15 yıl boyunca Topluluğu ekonomik (Yunanistan/avro) ve siyasi (Rusya ile Kırım) krizlerinden usta manevralarla hasarsız çıkaran Merkel, ayrıca yeri gelince Bush’a, yeri gelince Trump’a karşı dik durmasını da bildi. Almanya’nın Sosyal Demokrat yeni başbakanı Olaf Scholz büyük ölçüde ABD’nin tecrübeli ama beceriksiz başkanı Joe Biden’ın kuyruğuna takılacağı sinyallerini verirken, AB’nin ikinci önemli gücü Fransa’nın hem tecrübesiz hem de beceriksiz lideri Emmanuel Macron bu ilkbaharda sağın, liberalinden faşistine her renginde gelecek tehdide karşı seçimi nasıl kazanacağını kara kara düşünüyor.
ABD kendi içinde Trump’ın başkanlığı döneminde iyice su yüzüne çıkmış olan bölünmüşlüğünün daha derin ve düşmanca bir kutuplaşmaya dönüşmesinin önüne geçecek bir uzlaşma ortamını yaratabilmiş değil. Biden’ın Afganistan’dan çekilme işini tam anlamıyla yüzün gözüne bulaştırmış olmasına rağmen, AB’nin, Brezilya’nın faşist Bolsanaro ve Hindistan’daki ırkçı Narendra Modi yönetimlerinin ABD’nin diplomatik rehberliğini kabul edip Amerika’nın kuyruğuna takılmaları, uluslararası ilişkilerin geleceği açısından çok sağlıklı sinyaller sayılamaz.
Buna karşılık Batı’nın karşısındaki Çin/Rusya cephesinde, Xi ve Putin’in otokratik yönetimleri, başta The Economist, Washington Post ve New York Times gibi Batı basınının lider yayın organlarının yorum sayfalarında yürütülen kampanyalara karşın herhangi bir zaaf içinde görünmüyorlar.
2021 yılı boyunca iki eksen arasındaki diplomatik temaslar, uluslararası ilişkiler sürecinin daha barışçı ve iş birliğine dayalı bir platforma taşınabileceğine ilişkin hiç bir gerçekçi sinyal üretmedi. Buna tek istisna olarak, İskoçya’daki küresel iklim değişikliği konferansında Çin’in ABD’yle işbirliği yapmaya hazır olduğu açıklaması gösterilebilirse de, birinci bölümde değindiğimiz üzere bu işbirliğinin çerçevesi zaten teknoloji yetersizliğiyle sınırlanmış durumda. Kısa ve hatta orta erim söz konusu olduğunda, ekonominin hidrokarbon temelli enerji kaynaklarına mahkum olduğu zaten bilindiğinden, bu açıklama siyasi bir niyet beyanından öteye gitmiyor.
Devam edecek
1. Bölüm
2. Bölüm