11.5 C
İstanbul
3 Mayıs 24, Cuma
spot_img

Dopamin, tolerans, stres

Çağdaş ruhani öğretmen ve yazar Eckart Tolle, verdiğimiz tepkilerle ile ilgili bir videosunda “Bir gün trafikte ilerlerken önümde yaşlı bir hanımefendi karşıya geçmeye çalışıyor. Arabamda onun karşıya geçmesini beklerken tahammülsüzlük içerisinde şimdi şunu ezsem kemiklerinden çıtır çıtır sesler gelir diye içimden geçiriyorum” diyor.

Soykırımdan kurtulan Yahudi Nörolog Viktor E.Frankl ise bu durumu “İçimizde uyaran ve tepki arasında bir boşluk vardır. O boşlukta ise cevabımızı seçme gücü vardır. Cevabımızda ise gelişim ve özgürlük yatar” diye yorumlamış.

Şimdi aşağıdaki üç kelimelinin karşılığını aklınıza gelen ilk kelime ile cevaplayalım desem;

Siyah, gece, yaz

Siyah deyince beyaz, gece deyince gündüz, yaz deyince kış sözcükleri çoğumuzun cevabı olmuştur diye tahmin ediyorum. En azından hem kendimde hem de çevremde bu şekilde cevaplandı.

Aslında ikilikler içerisinde birbirinden çok uzak olan bu zıt terimler bizim duygu, hayal âlemimizde birbirlerine çok yakın. Tam da uyaran esnasında tepkiye dönüşmeden bu korkunç düşünce nasıl benden çıktı deyip sahiplenmek yerine bize ait olmadığını kavramamız gerekiyor. O düşünceyi sadece fark ederek, bedenlendirip enerjiye dönüştürmeden “bu düşünce benden değil” diyerek bırakmak gerekiyor.

Çevremde kiminle sohbet etsem, herkes bedensel, ruhsal, düşünsel durumunu “pandemiden önce-pandemiden sonra” diye ikiye ayrılıyor. “Ben böyle değildim artık hiçbir şeye tahammül edemiyorum” cümleleri dökülüveriyor dudaklarımızdan.

Yapılan birçok araştırma pandemi döneminde insanların çok fazla sosyal medyaya yöneldiğini gösteriyor. Psikolog Beyhan Budak’ ın “dopamin” içerikli videolarını seyredebilirseniz aslında tahammül penceremizi tekrar genişletebilmenin de mümkün olabileceğini anlayabiliriz.

Mesela kitap okurken, film izlerken, kahve içerken, sohbet ederken eliniz en fazla 10-20 dakika içerisinde telefonunuza gidiyor mu? Sosyal medyanın beynimizi alıştırdığı rengârenk içerikler, videolar, hayatlar sebebiyle beynimiz artık ancak o seviyede uyarılırsa dopamin salgılayabiliyor.

Daha üzücü olan ise beynimiz o kadar veri işlemeye alıştırılıyor ki kendi kendimize kalmak istemiyoruz. Kendi yaşamımızda kendimizle olan bağımız kopuyor. Şimdi ve burada olma halimizi iyice kaybediyoruz. Ama en önemlisi tolerans penceremiz küçülüyor.

Tolerans penceremiz küçüldüğü zaman stres durumumuz büyüyor.

Eğer sebepli, sebepsiz artık ayarı bozulmuş bir sinir sitemi durumu içerisinde mutlu olma halini yani dopamin ihtiyacımızı dikkati kendimize yönlendirmekten kaçınarak elde etmeye çalışmamız sadece zamanı değil yaşam hakkımızı da zedeliyor.

Yaşarken ölmek dedikleri bu olsa gerek.

Dikkatimizin nerede olduğunu fark edebilen meta bilişsel kapasitesi olan şahane varlıklarız. Bu da bize onu etkin bir şekilde yönetebilme yeteneği sunmaktadır. İnsan beyni ve vücudu bilinçli bir etkimiz olmadan otomatik olarak harekete geçebilen müthiş bir stres-cevap sistemiyle de donatılmıştır.

Sadece düzenli olarak ayarlarımıza bir sıfırlama gerekiyor. Bunu günlük ve sistemli yapabilirsek dikkat merakı takip edecektir. Bu merak kendi yolculuğumuzu renklendirmek için harika bir fırsat olacaktır.

Stres kaçınılmazdır ancak stres hayatımızı mahvetmek zorunda değil. Sistemimizi adrenalin ve kortizol gibi stres hormonu kokteyli ile basan ve duygusal olarak bizi tetikleyen olaylara nasıl cevap vereceğimiz konusunda özgürlüğe sahibiz. Stresle baş ediş biçimimiz tolerans penceremize bağlı olarak birbirinden farklıdır.

Gecenin üçünde dışarıda havlayan bir köpek uykumuzu kaçırdığında bu durum bizde duygusal tepkilerin açığa çıkmasına sebep olabilir. Ancak bu durum sonlandığında “normale” çabucak geri döneriz. Tolerans penceremiz dar ise ve normale dönemiyorsak kalkıp köpeği zehirlemeyi düşünebiliriz. İşte bu örnekte görebileceğimiz üzere içimizde ki uyaran ile tepki arasında ki o boşluğun adı tolerans penceresidir.

Tolerans penceresi California, Los Angeles Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde klinik psikiyatrist olan Dr. Dan Siegel tarafından geliştirilmiş bir modeldir. Dr. Siegel, duyguların tolere edilebildiği ve bütünselleştirilebildiği bir “optimal uyarılmışlık” alanı olduğunu ileri sürüyor. Bu ideal duygusal alanın hepimiz için farklı olduğu düşünülüyor. Bu da yanınızdaki kişiden daha geniş veya dar bir tolerans penceresine sahip olabileceğiniz anlamına geliyor.

Eşiği ne zaman geçtiğinizi bilmek, stresli olaylarla ortaya çıkan rahatsız edici duygulara tolerans gösterebilme açısından kritiktir. Fazla uyarılmış bir durumda kişi kendini duygusal olarak tepkisel, korkmuş, öfkeli hissedebilir ve düşünceleri zihninin içinde koşturuyormuş gibi gelebilir. Diğer yandan, kişi kendini az uyarılmış bir durumda buluyorsa kendini hissiz, boşlukta, “aklı orada değil” gibi hissedebilir ve düşünmekte zorlanabilir.

İyi haber şu ki, tolerans penceremizi sosyal medya detoksu yaparak ve “bilinçli merak” geliştirerek dengeye getirebiliriz. Zorlayıcı duyguları bunalmadan deneyimlemeyi öğrenebiliriz. Kendimizle kalmanın keyfini sürebiliriz.

Odaklı dikkat gerektiren aktiviteler, yatıştırıcı müzikler dinlemek, yoga, meditasyon ve derin nefes alıp vermek aşırı uyarılma alanına yaklaştığımızda yardımcı olabilir. Eğer az uyarılmışlık alanındaysak yüksek tempolu müzik dinlemek veya dışarıda tempolu bir yürüyüş yapmak gibi harekete geçiren aktivitelerin faydalı olabiliyor.

Hayatımızda strese sebep olan olayları her zaman kontrol edemeyiz ancak bizi yeniden dengeleyecek bir şekilde ihtiyaçlarımızı karşılamayı öğrenebiliriz.

Namaste…

Melek Ay

Sadelik içinde adımladığım yolda, sahip olduğum niteliklerin hakkını vermeye çalışan bir yolcuyum...

Melek Ay
Sadelik içinde adımladığım yolda, sahip olduğum niteliklerin hakkını vermeye çalışan bir yolcuyum...

İlginizi Çekebilir

4,757BeğenenlerBeğen
666TakipçilerTakip Et
11,281TakipçilerTakip Et

Popüler İçerikler