Türkiye son yıllarda dış politikada giderek derinleşen bir belirsizlik ve tutarsızlık sarmalı içerisinde bulunuyor.
Cumhuriyet tarihinin büyük bölümünde ülkenin temel dış politika ilkeleri konusunda geniş bir ulusal mutabakat söz konusuyken, AK Parti iktidarının özellikle son 14 yıldır izlediği ideolojik ve iç siyasi kaygılarla şekillenen politikalar, Türkiye’nin dış ilişkilerinde ciddi sorunların yaşanmasına ve kırılmalara neden oldu.
Türkiye artık öngörülebilir, gerçekçi, tutarlı ve ulusal çıkarları önceleyen bir dış politika izlemiyor. Son dönemde Ankara’nın attığı pek çok adım, geleneksel Türk dış politikasından ve devlet aklından büyük sapmalar içeriyor.
Somut örnekler üzerinden şu tespitleri yapmak gerekiyor:
1-Doğu Akdeniz ve Ege’de Türkiye aleyhine değişen dengeler had safhaya ulaştı. Hükümetin Trablus yönetimiyle imzaladığı sorunlu anlaşma sonrasında Türkiye’nin bölgedeki hareket alanı iyice daraldı. Atina, Kahire ve Güney Kıbrıs’ın kurduğu ittifak karşısında Ankara deyim yerindeyse duvara tosladı ve geri adım atmak zorunda kaldı. Oysa yakın geçmişte Ege ve Kıbrıs sorunları konusunda Türkiye çok daha kararlı, dengeli, etkin ve mevcut statükoyu koruyan bir politika izliyordu.
2-Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerde de benzer bir çelişki ve tutarsızlık göze çarpıyor. 1990’lar ve 2000’lerde Bakü-Ankara hattı çok daha sağlıklı ve eşit düzeyde işlerken, şimdilerde Azerbaycan’ın Türkiye’nin iç işlerine açıkça müdahale etmesine dahi göz yumuluyor. Dağlık Karabağ ve Zengezur Koridoru sorunlarında Ermenistan’a karşı ortak ve net bir duruş sergileyen iki müttefik ülke, İsrail konusunda olduğu gibi giderek birbirinden farklı öncelik ve hedeflere sahip bir tavır sergiliyor.
3-Suriye krizi ve Kürt sorunu gibi Türkiye açısından yaşamsal önem taşıyan konularda da iktidarın izlediği politikalar maalesef tutarlılıktan ve gerçekçilikten hayli uzak bir görünüm arz ediyor. Ankara bir yandan rejimle görüşüp normalleşme sinyalleri vermeye çalışırken, diğer yandan Suriye topraklarındaki askeri varlığını güçlendirme çabasında. Şam yönetimini zaman zaman “terörist” ilan edip, PKK/YPG ile mücadele eden Türkiye, aynı zamanda İdlib’deki cihatçı grupları desteklemeyi sürdürüyor. Suriye’deki Kürtlere yönelik sert söylem ve politikalar ülke içindeki Kürt sorununun barışçıl çözümünü de iyice zorlaştırıyor.
4-Avrupa Birliği’yle ilişkilerde de tam bir çıkmaza girilmiş durumda. Türkiye-AB müzakere süreci Ankara’nın insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratik reformlar konusundaki ayak sürümesi nedeniyle fiilen durma noktasına geldi. Buna karşın hükümet yetkililerinin sık sık dillendirdiği “Avrupa bize muhtaç” söylemi gerçeklerle bağdaşmadığı gibi, içeride de toplum nezdinde artık prim yapmıyor.
5-Son dönemde Türkiye ile Batı ittifakı arasındaki gerilim ve kopuş süreci de alarm verici bir noktaya ulaştı. Dış politikadaki farklı yaklaşımlar, demokratikleşme, aydınlar ve gazetecilere yönelik baskılar gibi nedenlerle Ankara-Washington ve Ankara-Brüksel hattı bir gerilim sürecinde bulunuyor.
6-Moskova ile ilişkilerde ekonomik nedenler ve pragmatizm kaygısı baskın gibi görünse de bunun Batı ittifakı ilişkilerine zarar vermeyecek bir çerçevede yürütülmesi gerekiyor. Ankara, Batı ile ilişkilerini rasyonel ve çıkar odaklı bir çerçevede sürdürürken, NATO ve AB ile diyalog kanallarını açık tutmalı ve müttefiklik hukukunun gereklerini de dikkate alacak bir hal tarzı izlemelidir.
7-Bölgemizi de yakından ilgilendiren Ukrayna krizinin en önemli sonuçlarından biri de Avrupa’da güvenlik mimarisini hızlı bir değişime zorlamasıdır. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılma kararları, üye ülkelerin savunma bütçelerini artırma taahhütleri ve pek çok başkentin Rusya tehdidini bertaraf etmeye dönük ilave adımları ittifak (NATO) içi dengeleri de etkiliyor. Dengelerin değiştiği böyle hassas bir dönemde Türkiye, Baltıklar’dan Karadeniz’e uzanan bu yeni güvenlik denkleminde oyun kurucu değil, oyun bozucu bir aktör olarak anılmak istememeli ve dış politikasını bu rasyonel anlayış temelinde şekillendirmelidir.
Tüm bu olumsuz tablo karşısında Türkiye’deki muhalefet partilerinin dış politika yaklaşımları da pek çok soru işareti ve endişe doğuruyor. CHP gibi ana muhalefet partisinin kimi önemli isimleri, AK Parti’nin dış politikada yaptığı hataları ve yol açtığı tahribatı görmezden gelme, hatta sahiplenme eğilimi sergiliyor. Oysa bugün yapılması gereken, Türkiye’yi içine düştüğü dış politika çıkmazından kurtaracak akılcı, yapıcı ve gerçekçi öneriler geliştirmek ve bunları kararlılıkla savunmaktır.
Türkiye’nin son derece hassas bir konjonktürde acilen rasyonel, tutarlı, öngörülebilir ve çok boyutlu bir dış politika vizyonuna ve pratiğine ihtiyacı var. Bu kapsamda Ankara’nın öncelikle yakın çevresinde sorunlu ilişkilerini normalleştirmeye ve gerilim alanlarını azaltmaya odaklanması gerekiyor. Tahran, Kahire, Şam, Erivan ve Tel Aviv’le temas kanalları tahkim edilmeli, sağduyunun dili öne çıkarılmalıdır. Benzer şekilde, AB, NATO ve Batı ittifakıyla ilişkilerde yeni bir diyalog ve iş birliği sayfası açmanın yolları aranmalıdır. Ankara çıkarlarından ödün vermeden, Batı’yla çatışmacı değil yapıcı bir ilişki modeli geliştirebilmelidir.
Diğer yandan, Doğu Akdeniz, Kıbrıs, Ege gibi Türkiye’nin hak ve çıkarlarının doğrudan gündeme geldiği kriz alanlarında daha gerçekçi, uluslararası teamüllere ve hukuka uygun, diplomasi yollarını sonuna kadar zorlayan akılcı bir strateji izlenmelidir. Türkiye’nin devlet ciddiyetiyle bağdaşmayan macera arayışları ve gerilim politikaları terk edilmelidir.
İç siyaseti dizayn etmek veya dar bir seçmen kitlesinin duygularını okşamak için girişilen riski yüksek dış politika manevralarının Türkiye’ye hiçbir kazanım getirmediği son yıllarda yaşanan acı tecrübeler ve yapılan “U” dönüşleri nedeniyle defalarca görüldü. Türkiye’nin; dışarıda istikrarsızlık değil istikrar üreten, sorun değil çözüm odaklı bir aktör haline gelmekten başka bir seçeneği yok.
Eğer Türkiye küresel ekonomik krizin, Avrupa’daki savaşın, enerji darboğazının ve yeniden şekillenen bölgesel dengelerin baskısı altındaki dünyada yeniden bir cazibe ve güven merkezi olmak istiyorsa, dış politikasını bir an önce kökten revize etmek zorunda.
Türkiye bu süreçte kısa vadeli siyasi hesapları, maceracı hamleleri, ideolojik takıntıları, önyargıları bir kenara bırakıp rasyonaliteyi, diplomatik nezaketi, uluslararası teamülleri ve ekonomik pragmatizmi esas alan bir dış politika paradigması oluşturmalıdır.
Aksi takdirde ülkemiz dışarıda giderek yalnızlaşma, prestij kaybetme, ekonomik darboğazdan çıkamayan ve nihayetinde küresel arenada esamesi bile okunmayan bir devlet haline gelme riskiyle karşı karşıyadır.
Görsel: ortakakil.org.tr