ABD Savunma Bakanlığı bünyesinde yaklaşık 25 dilde yabancı dil eğitimi veren “Defense Language Institute” adlı bir dil okulu bulunuyor.
Haftada beş gün, günde yedi saat olarak askeri öğrencilere sunulan kursların süresi dilin zorluğuna göre değişiyor.
Örneğin Almanca, Felemenkçe gibi dillerde 6 ay eğitim verilirken, Türkçe, Japonca, Korece gibi dillerde bu süre 3 ay daha uzayabilmekte. Arapça, Tayca veya Mandarin Çincesi için süre 9-16 ay olabiliyor. Bu dillerdeki kursların iki kat daha uzun sürmesi, onların dünyadaki herkes için zor olduğu anlamına gelmez. Burada söz konusu olan zorluk, yalnızca anadili İngilizce olan kişiler için.
Evet, bazı dillerin daha karmaşık olduğu ve bu nedenle öğrenmenin daha zor olduğu doğrudur. Adı üstünde, yabancı dil size “yabancı” olan bir dildir ve bazı zorluklar yaşamanız doğaldır ancak hangi dilin kim için zor olduğuna bakmak gerekir.
Diller, içinde büyüdüğümüz kültürel ortamda farkına varmadan kurallarını kalıplar halinde öğrendiğimiz sistemlerdir. Bebekler herhangi bir dili zor ya da kolay ayrımı yapmadan öğrenirler. Şöyle bakalım: Arapçanın zor olduğu söylenir ancak en eğitimsiz Arap bile Arapça konuşabilir çünkü bunu bebekken öğrenmiştir
Bir Alman için İsveççe öğrenmek ya da bir İsveçli için Almanca öğrenmek kolaydır çünkü bu diller arasında yakın bir köken bağı vardır. Öğrenmeye çalıştığımız dil ile ana dilimiz arasındaki köken yakınlığının derecesi, akıcılık kazanmanın zorluğunu ya da kolaylığını belirleyen etkenlerden biridir.
Sözcük dağarcığı, çekimler, kökler, ekler ve söz diziminde benzerlikler gösteren soydaş diller, dünyadaki 135 kadar dil ailesinden birinde listelenir. Dillerin soydaşlığı olumlu bir etki yaratır ama öğrenmeyi kolaylaştırmak için tek başına yeterli olmayabilir.
Örneğin, tarihsel olarak Cermen dillerinin dişil, eril ve nötr olmak üzere üç cinsiyeti varken, Baltık Denizi ve Kuzey Denizi bölgesindeki akraba dillerde iki gramer cinsiyeti vardır.
İngilizcenin de gramer cinsiyeti vardı ancak 1100’lerden itibaren kullanımı azaldı ve unutuldu. Bu genellikle, başka dillerle de teması olan tüccarların iletişimi kolaylaştırmak amacıyla dildeki cinsiyet ve çekim eklerini kullanmayı bırakmalarıyla açıklanır.
İngilizlerden bir ricam olacak; bir de şu harf kodlama işini kolaylaştırsanız çok güzel olacak.
Dillerin zorluğu konusu sohbet konusu olduğunda, herkes doğal olarak kendi ana diline dayalı algılardan yola çıkarak bir değerlendirmede bulunur. Çoğu zaman kendi dilimizde bulunmayan özellikleri gördüğümüzde o diller bize çok zor gelebilir.
Japonca gramer bakımından Türkler için öğrenmesi en kolay dillerden biri olsa da, değişik olan “sayma sistemi” son derece karmaşık görünebilir. Japoncada birden ona kadar saymak kolaydır. Ancak farklı türdeki nesneleri saymak ya da büyük miktarları ifade etmek istediğimizde, Japonca saymak oldukça karmaşık hale gelmeye başlar.
Japoncada nesneler veya varlıklar forma, dokuya ya da doğasına göre kategorize edilerek sayılır. Örneğin, küçük ve yuvarlak nesneleri, düz nesneleri, silindirik nesneleri, küçük hayvanları ya da insanları saymak için birbirinden faklı sayı sistemleri kullanılır. Böylesine farklı sayı sistemleri Türkçede bulunmadığından, Japonca sayılar bakımından Türklere karmaşık hatta ürkütücü görünecektir.
Diller, belirli bir sosyokültürel grubun üyeleri arasında sözlü iletişim ihtiyacını karşılamak için farklı genel amaçlı bilişsel süreçler yoluyla doğmuştur. Zaman içinde insanoğlu dil konusunda o kadar uzmanlaşmıştır ki 7.000’den fazla sofistike dil türetmiştir.
Öğrenmeye koyulduğumuz dil “bize göre” kolaylık ve zorlukları da beraberinde getirir. Esasen herhangi bir dilin zorluğu veya kolaylığı hakkında varılan tüm yargılar özneldir. Dolayısıyla binlerce dil arasında bir dilin diğerinden daha zor olduğu savı da aynı derecede ön yargılıdır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, dillerin zorluğunu ölçmek için kullanılabilecek genel bir yöntem yoktur, olsaydı bile evrensel ve objektif olmazdı. Herkes yabancı dillere kendi ana dil perspektifinden yaklaşır ve bu nedenle de dillerin zorluk derecesi kişiden kişiye değişir.