Geçenlerde sosyal medyada denk geldiğim bir televizyon programında eski Tümamiral Cihat Yaycı Anıtkabir döneminden bir anısını anlatıyordu…
Yakutistan’dan gelen bir heyetin üyelerinin, Atatürk’ün kütüphanesinde bulunan Yakut Türkçesi sözlüğünü görmek istediğini ve sonra da bu 12 ciltlik büyük sözlüğün fotokopisini almak istediğini söylemişti. Yaycı, her sayfasında Atatürk’ün şahsi notları olduğu için veremediklerini anlatmıştı. Bu program hakkında dil bilimci bir dostum ile konuşurken bana kendisinde Yakutça lügat bulunduğunu, 12 cilt olmasının mümkün olmadığını söyledi. Doğru bilgiye ulaşma gayretiyle her ikimiz de konuyu araştırdık. Haklıydı, bahsedilen eser klasik anlamda bir dil sözlüğü değildi. Yakutların efsane, gelenek, tarih ve etimoloji bilgileri de içeren bir nevi ansiklopediydi. Eduard Pekarsy isimli bir dil bilimci tarafından 1907-1935 yılları arasına uzun bir süreye yayılarak hazırlanmış ve Rusya’da basılmış. Atatürk’ün kitaplığında üstünde notları olan eser bu. Ayrıca kendisi Türkçeye çevrilmesini de sağlamış.
Atatürk’ün şahsi notlarının bulunduğu “Eski ve Modern Türkler” adında ilginç bir kitap daha var, ondan da bahsetmek isterim. Yazarı Konstanty Borzecki 1826 yılında Polonya’da doğuyor. Önce güzel sanatlar okuluna gidiyor ama bitirmeden bırakıyor, ardından Katolik papaz okuluna gidiyor. Bir sene sonra onu da bırakıyor. Ana dili lehçe yanında çok iyi derecede Rusça ve Fransızca ve iyi derecede de Almanca ve Latince biliyor. Avrupa’daki 1848 devrim hareketlerine katılıyor fakat devrim hareketinin bastırılması ile yakalanıyor hapse atılıyor.
Çıktıktan sonra önce Fransa’ya gidiyor ama güvensiz bulduğu için, o dönem devrimcileri Rusya’ya iade etmeyen Osmanlı’ya geliyor. Harita çizme yeteneği sayesinde orduya giriyor ve Müslüman olup Bektaşiliği seçiyor. Onun ismi artık Mustafa Celaleddin Paşa’dır. Kitabında Türk dilinin yabancı kelimelerden arındırılması gerektiğini belirtir. Arap alfabesinin Türk diline uygun olmadığını söyler ve Latin alfabesini önerir. Oğlu Enver Celâlettin’e Latin alfabesiyle Türkçe mektuplar yazar. Ünlü şairimiz Nâzım Hikmet’in anne tarafından büyük dedesidir ayrıca. Bu kitap orijinal dili olan Fransızcasıyla Atatürk’ün kütüphanesinde, her sayfasında aldığı notlarla mevcut. Kitabın 2014 yılında Türkçe çevirisi de yayımlanmıştır.
Mustafa Celaleddin Paşa’nın doğumundan dört yıl önce 1922 tarihinde başka bir coğrafyada Jean-François Champollion Mısır hiyerogliflerini çözmeyi başarmıştı. Tarihteki önemli filologlardan olan Champollion ana dili Fransızca dışında 20’ye yakın Doğu dilini biliyordu. Mısır’da Fransız askerlerinin bir kalenin surlarını güçlendirmek için yeri kazarken tesadüfen bulduğu taş, hiyerogliflerin çözülmesi alanında en büyük keşif olmuştur. “Reşadiye” ya da “Rosetta Taşı” diye adlandırılan bu taş iki dilde ve 3 alfabe ile (Hiyeroglif ve demotik alfabe ile Mısırca ve Yunan alfabesi ile Yunanca) yazılmıştır. Champollion gibi bir bilim adamının elinde de çok büyük bir keşfe sebep olmuş ve bu sayede hiyeroglifler çözülmüştür. İnsanlık tarihinin kurduğu en önemli medeniyetlerden birinin dilinin çözülmesi ile gerek bu medeniyet gerekse de bulunduğu coğrafya hakkında geniş ve detaylı bilgilere sahip olmamız tarihe bakışımıza yeni bir yaklaşım getirmiştir.
Maddenin temelde atom adı verilen çok küçük parçacıklardan oluştuğu düşüncesi antik Yunan düşünür ve alimler tarafından çok işlenmiş ve özellikle M.Ö. 5. yüzyılda Lecippus ve Democritus adlı düşünürler maddenin “atomos” adı verilen bölünemez taneciklerden meydana geldiğini belirtmişlerdi. “Bir maddenin en küçük parçası nedir” düşüncesi başka alanlarda da o dönem insanının zihnini meşgul etmiştir. Mesela “Dilin en küçük parçası nedir” sorusu ses olarak cevaplandırılmış ve her ses karşılık bir işaretle harfler ortaya çıkmıştır. Yunan alfabesinin kaynağı Fenike alfabesi olmakla birlikte Yunanlar ona sesli harfleri ekleyerek geliştirmişlerdir. Bunun neticesinde gelişen dil ve ortaya çıkan kültürel, felsefi ve bilimsel eserler sadece kendi zamanını değil yüzyıllar sonra skolastik düşüncenin kapısını kapatıp Avrupa’yı bambaşka bir çağa ulaştıran Rönesans’ın ortaya çıkmasına da sağlamıştır.
Dünyayı anlama ve anlamlandırma gücümüz, kullandığımız ya da bildiğimiz dillerin kapasitesi kadardır. Dil ile düşünür ve anlarız. Eğer dil yeteri kadar gelişmemişse anlam ve düşünce üretmek hayli zor olacaktır. Harari’nin “Homo Sapiens” adlı kitabında da cevap aradığı, “Homo Sapiens nasıl dünyaya hükmeder hale geldi” sorusunu; “Soyut meseleler hakkında düşünce üretebilmesi sebep-sonuç ilişkisini kurabilmeleri, kitlesel olarak iş birliği yapıp iletişim kurabilmeleri” olarak açıklamıştır. Tabii ki tüm bunların sürdürülebilir olması, nesillere aktarılabilmesi, üretilen düşüncelerin uygulanması ve yayılması gelişmiş bir dil olmadan mümkün değildir.
Avusturyalı filozof Ludwig Wittgenstein’ın dediği gibi, “Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarıdır.”