Son yıllarda hem Batı’da hem Türkiye’de toplumsal güvenlik algısında ciddi bir aşınma gözlüyoruz.
İngiltere’de sokakta telefon kapkaççıları, bisikletli veya motosikletli saldırganlar saniyeler içinde elinizdeki telefonu kapıp kaçabiliyor.
Londra istatistikleri, son dört yılda bu tür olayların beş kat arttığını gösteriyor.
ABD’de ise “flash mob robbery” denilen, 20-30 kişilik grupların mağazalara topluca girip malları hızla çaldığı eylemler Californiya başta olmak üzere bir çok eyalette ciddi bir endişe kaynağına dönüştü.
Polis teşkilatlarının yetersiz kaldığı ve bazı bölgelerde “küçük hırsızlıklar” için artık hapis cezası verilmediği gerçeği ile karşılaşınca, müdahaleler azalıyor; caydırıcılık eriyor.
Caydırıcılık ortadan kalkınca suç neredeyse bir “gösteri”ye dönüşüyor.
Burada mesele sadece suç sayıların artışı değil, suçun niteliği de değişiyor: Artık bireysel değil, kolektif, örgütlü ve gösterişli suçlar ön plana çıkıyor.
Türkiye’de tablo farklı ayrıntılar taşısa da benzer bir durum var ve endişe verici boyutta.
İstanbul’da bazı çeteler küçük yaşta çocukları “koşucu” veya “gözcü” olarak kullanıyor. Bu çocuklar henüz ceza yaşına gelmedikleri için sistem tarafından korunuyor, böylece bazı mekanizmalar onları kolayca suça itilen bir konuma sokuyor ve bu sayede organize suç, mahalle ölçeğinde yeniden üretiliyor.
İlginç olan, bu çetelerin klasik mafya gibi yeraltında saklanmaması: Sosyal medyada kendilerini açıkça sergiliyor, “Bu bölge bizim” mesajı veriyor, şiddeti bir tür kimlik gösterisine dönüştürüyorlar. “Daltonlar”, “Redkitler”, “Casperler” gibi isimler bu yeni popüler kültürel kodun ironik sembolleri olmuş.
Bu gidişatın arkasında ciddi bir otorite boşluğu, denetim eksikliği ve derin bir toplumsal umutsuzluk yatıyor.
1991’de SSCB dağıldığında Rusya’da da benzer bir boşluk oluşmuştu; devlet kurumları çökmüş, polis maaş alamaz hale gelmişti.
O dönemde Moskova’da ticaret yapan biri olarak bu çöküşün sonuçlarını bire bir yaşadım.
Ofisimiz açıldıktan birkaç ay sonra, güvenlik konusunda görüşmek isteyen iki iri yapılı Rus geldi. “Krişa” hizmeti sunuyoruz, dediler. “Krişa” Rusçada “çatı” demek.
Bu bir tür koruma sigortasıdır: Ödersen koruyorlar, ödemezsen cezayı yine onlar kendileri veriyorlar.
O günlerdeki yayılan söylentiler dehşet vericiydi “Krişa” hizmetini reddeden büyük bir Danimarka firmasının deposunda yangın çıkmıştı, bir başka firmanın genel müdürünün ise arabası çalınmıştı.
Gelen adamlar hakkımızda her şeyi biliyordu; hangi aralıklarla Moskova’ya geldiğimi, nerede kaldığımı, ortağımın oğlunun okuduğu okulu, hatta öğrenci servisinin saatlerini bile.
Sanki devletin istihbarat refleksini devralmışlardı. Doğrudan saldırmak yerine “her şeyinizi biliyoruz” mesajıyla itaat etmeyi sağlıyorlardı.
Sonunda makul bir rakamda anlaştık; telefon numaralarını bıraktılar ve “Krişa “hizmeti için arayan başkaları olursa bu numarayı vermemi söyleyip bir sonraki ay görüşmek üzere gittiler.
O dönemde birçok yabancı firma için “Krişa” neredeyse zorunlu bir masraf kalemi halindeydi; devletin güvenlik boşluğunu başka bir güç odağı doldurmuştu.

Rusya örneğinde görüldüğü gibi, devletin zaafı boşluğun yalnızca görünen kısmıydı.
Rusya bu sistemi 2000’li yılların başında Putin’in iktidara gelmesiyle devlette yeniden otoriteyi kurarak yıkmayı başardı.
Ancak bu gençleri suça iten unsur sadece devlette ortaya çıkan güvenlik veya otorite eksikliği değildir. Devletin zaafı buzdağının sadece görünen kısmıdır, asıl sorun toplumun derinlerinde biriken ekonomik ve sosyal kırılmalardır.
Bugün şiddetin dilini kullanan birçok genç, aslında sistemin sessiz mağdurlarıdır; eğitimle, emekle bir yere varamayacağına inandırılmış, gelecek umudu erozyona uğramış bir kuşağın öfkesidir bu.
Kendine yer bulamayan, gelecek umudunu kaybetmiş her genç, suça bir adım daha yaklaşır; çünkü adaletin terazisi bozulduğunda yasa dışı yollar “tek seçenek” gibi görünür hale gelir.
Çözüm sadece daha fazla polis veya sert cezalarla gelmez. Otoriteyi yeniden tesis ederken, sosyal ve ekonomik kırılmaları onarmak; gençlere eğitim, iş ve umut vadetmek gerekiyor.
Bu yüzden, güvenliği sadece sokakta devriye gezen polis sayısıyla ölçemeyiz; güvenlik, aynı zamanda toplumun umut dengesiyle ilgilidir.
Bir ülkede insanlar geleceğe güven duyamıyorsa, orada suçla mücadele değil, umutsuzlukla mücadele gerekir.
Mesele sadece sokakta devriye gezen bir güç meselesi değil; toplumun yeniden inşa edilebilmesi meselesidir.
Eğer bunu başaramazsak, “koruma” adı altında ortaya çıkan başka güçlerin çattığı bir düzene razı olmak zorunda kalırız ve o zaman sadece mallarımız değil, birlikte yaşama kültürümüzü de kaybetmiş oluruz.
Görsel: Medyascope
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
