6 Şubat sabahından beri, önce feryatlarla, sonra toz duman, betonların arasında sözleşmiş gibi bir suskunlukla, sıkışmış yardım bekleyen ya da yitip giden canların tarifsiz acıları ile hep birlikte yanıyoruz.
Bir süredir umutlar kesildi ki enkaz kaldırma çalışmaları başladı. Arada olan mucizevi kurtuluşlar ise solukları kesiyor. Ya hâlâ yaşamayı başaranlar varsa diye yüreklere ağırlık çöküyor. Bugünler, depremin seçmedikleri için yattığı yatağın sıcaklığında üşümek günleriymiş. Enkaz altında, üstlerinde betonun soğukluğu, umutla umutsuzluk arasında gidiş gelişleri, güvenilir bir ses, bir el bekleyişini, ıslak bir köpek burnunu hep beraber hissetmekmiş.
Üstelik kış aylarında randevusuz sıcakların arkasından bastıran ayazda, karda zamanla da yarışmakmış. İskambil kağıtları gibi topluca çökmüş şehirlere, yerleşim alanlarına bakıp onca nedeni sorgulamakmış. Sevdiği insanın giysisine sarılıp ağıtlar yakanlara, vefat etmiş kızının elini tutarak çökmüş sessizce bekleyen babanın ifadesiz yüzüne, enkazdan çıkartılırken içerde kalan kedisini düşünen çocuğa, annesiz babasız kalmışlara, evladını yitirmişlere, zamansız, kontrolsüz gözyaşları ile eşlik etmekmiş.
Halk olarak kötü günde birlik ve beraberliğimiz hayranlık uyandırıcıdır daima, hızla kenetleniverdik. En duyarsız insanın bile empati seviyesine en yükseğe çıkmıştır eminim. O bölgedeki ızdırabı kendimiz yaşıyor gibi hissediyor, elimizden geleni sonuna kadar yaparken, berrak bir gözle ve vicdan terazimizle, ülkenin hiç değişmez parametresi deprem afeti ile mücadelede yapılan doğruları, yanlışları da ayırtedebiliyoruz.
Öyle yüce yürekli insanlar var ki sanki bu dünyada onların hatırına her şey bir dengede duruyor. Önce kendini değil başkalarını düşünenler, etraf mutlu ise mutlu olanlar, acıların yükünü paylaşanlar. Onca kahraman insan ülkemizden ya da dünyanın her yerinden deprem bölgesine gidenler, canla başla çalıştı, hâlâ çabalıyor. Sokaktan gelen köpek havlaması bile eminim daha çok dikkatimizi çekiyordur artık. Arama kurtarmada ölümüne gösterdikleri çabalarıyla, buldukları insanlarla varlıklarına bin şükür ettiklerimizden onlar da.
İnsan boşlukta kalınca artık kötülüklerle uğraşmasa da, bol bol vicdanlı olmayı düşünse diyorum.
Yüzyıllardır aynı yerde bulunan, hâlâ diri olan faylarımızı yaşadığımız onca depreme rağmen unutmuşken, bu afet aklımıza birden tekrar geliverdi. Doğanın gücü karşısında çok aciziz, onu yenmek hiç mümkün değil ancak bilim ile onunla barışık kalabiliriz.
Japonya geçmişten beri depremlere karşı hazırlık yapma, eğitim verme ve hasarları hafifletme becerisiyle dünyanın önde gelen ülkelerinden oldu. Son 20 yılda 6 ve üzeri şiddette en az 28 deprem olan Japonya’da yılda yaklaşık 1500 deprem meydana geliyor. Dört büyük adadan oluşan ülkede depremler okyanusun kıyısında veya altında gerçekleşirse tsunami denen dev dalgalar da meydana geliyor. Japonya’nın tüm ülkelerden farkı, coğrafyasında yer alan deprem gerçeğini kabul etmeleri, yaşam şekli haline getirip, tedbir almaları, daima hazırlıklı olmaları.
Felaketler, Japonya afet yönetim politikasını şekillendiriyor ve yeni deneyimlerle sürekli güncelleniyor. Geçmişte yaşadığı tecrübelerle kapsamlı yasal düzenlemelere sahipken, örneğin; 2011’deki, 9.0 şiddetinde 6 dakika süren Tohoku depremi ve tsunami felaketindeki kayıplar, mevzuat konusunda bazı eksiklikleri ortaya çıkardı. Yerkürede deprem oluştuğunda yerin altından yeryüzüne ne kadarlık bir ivme olarak yansıyacağına bakılarak deprem yükü hesap ediliyor. Yapının yapılacağı bölgeye göre tasarım ivmesi yapının ağırlığı ile çarpılıp onun kadar kuvvet yapı üzerine uygulanıyor. Japonya’da şartnameler ve yönetmelikler, geçirilen ve beklenenin üzerinde bir ivmeyle karşılaşılan her yeni depremle beraber yenileniyor.
Japonlar, ayrıca topluma mal olmuş hayati konularda daima onurlu bir hassasiyete sahipler, 2019’da Leopalace21 adlı Japon inşaat şirketi iki oda arasındaki duvarın ses ve yangın geçirmez özelliklerinin standartlara uygun olmadığının ortaya çıkması üzerine özür dileyip, tüm ülkede inşa ettiği 40 bine yakın apartman dairesinin tümünü tektik kararı almış, kusurluları değiştirmişti. Bu bizim pek de alışık olmadığımız sorumluluk bilinci değil mi?
Oturduğum yeni bir binada sürekli su basan bodrum katta, kapalı otoparkta, temelde oluşabilecek korozyon endişesi ile binayı yapan müteahhitten yanlış uygulamasını düzeltmesi için tüm çabalara rağmen hiç destek alamadığımızı, onun da bilmediğini kalfalara teslim işleri düşününce… İnşaat sektörümüzdeki uygulamaları ayrı bir yazımda ele alacağım.
Peki Japonya nasıl yapıyor da; geçen yıl 16 Mart 2022’de Fukuşima’daki 7.3 şiddetindeki depremde sadece iki kişi kayıp verebiliyor? Japonya, depremlerden canlıları ve binaları, katı devlet politikaları, toleranssız ağır yasalar, uygulanan depreme uygun ileri inşaat teknikleri ile korumaya çalışıyor. İnsan, canlı yaşayacak her binanın projelendirmesini ve deprem performansının belirlemesini sadece “Kençikuşi” adı verilen, bina kusurlarından 10 yıl süreyle sorumlu tutulan, lisanslı mimarlar yapabiliyor. İnşaat mühendisleri ise yollar, tüneller, barajlar gibi büyük altyapı projelerinde hesaplamalar yapsa da kençikuşi’lerin orada da sözü geçiyor, ilk başta onların şartnamesine bakılıyor. Bu durum tasarım, inşaat ve kontrollükte suiistimallerin önüne geçmede çok etkili oluyor. Bina sahibinin belirlediği inşaatı yapacak olanlar belirlenen hesaplamalara ve İnşaat Standartları Kanunu’na harfiyen uymak zorunda. İnşaatın başlamasıyla birlikte ise yapı denetimden sorumlu kişiler hiçbir şekilde müsamaha göstermeden aralıklarla yapının şartname ve standartlara uygun yapıldığını denetlemek zorundalar.
Tokyo’daki binaların yaklaşık yüzde 87’sinin depremlere dayanıklı olduğu ileri sürülüyor. Pek çok yapı, bir sarsıntıya karşı esnek olacak şekilde inşa ediliyor ve bazı yapılar, binaların şokla hareket etmesine izin veren teflon üzerine inşa edilirken, kimisi emebilen şişirilmiş, kauçuk veya sıvı dolu tabanlara sahipler. Örneğin, Tokyo’nun ünlü Skytree’si, yüzyıllarca süren depremlerden kurtulmuş antik ahşap pagodaların şeklini taklit ederek doğal afetlere dayanacak şekilde inşa edildi. Sismik izolatörleri, raylı temel sistemleri, super kolonlar, sönümleme elemanları gibi mühendislik donanımları üzerinde sürekli geliştirmeler devam ediyor.
Ülkemizde de bazı hastanelerde uygulanmış olan sismik izolatörler, binanın bir nevi zeminle ilişkisini kesip, sallanmasını önlüyorlar. Deprem ne kadar güçlü olursa, bina tepki olarak o kadar fazla hareket eder. Bina çok fazla sallanırsa, kirişler, kolonlar, duvarlar ve payandalar gibi yapısal elemanlar hasar görerek binayı işlevsiz hale getirebilir. Sismik izolatörler, bina ile yer hareketi arasındaki amortisörler gibidir, bir deprem sırasında bir binanın dik dururken ileri geri kaymasını sağlar. Binanın hareket ettiği miktar büyük ölçüde azalır. Tabii ki bir de zemini sağlam, dayanıklı malzemeden yapılınca 9.0 şiddetindeki depremler bile 5.0 şiddetinde hissediliyor.
Binanın iskeletine yerleştirilen silindir şeklindeki hidrolik mekanizma sayesinde de, bina sallanma sırasında temeli ile birlikte hareket ediyor ve böylece yıkım engellenmiş oluyor. 1995’teki Büyük Hanshin depremi, endüstriyel liman kenti ve çevresinde 6.000’den fazla insanı ölümüne neden oldu. Kobe’deki büyük bir Japon inşaat şirketinde mimar olan Yasuhisa Itakura, depremin şiddetinden etkilenmemişti çünkü üç katlı ofis binası, sismik izolasyon adı verilen bir mühendislik tekniğinin erken bir versiyonu olan kauçuktan yapılmış deneysel bir temel üzerinde oturuyordu.
Bu teknik, bugün Japonya’da yaklaşık 9.000 yapıda kullanılıyor. Japon yüksek katlı inşaatı, sismik kuvvetleri yapı boyunca eşit olarak dağıtan çelik kirişler ve kolonlardan oluşan bir ızgara ve amortisör görevi gören çapraz amortisörler kullanılır. Ishinomaki şehrindeki, sismik izolasyon sistemiyle donatılmış Japon Kızılhaç Hastanesi çalışanları, 2011’deki 8,9 büyüklüğündeki Tohoku depremi sırasında masalarında kalabildiler. Japonya Sismik İzolasyon Derneği’ne göre, Japonya’daki 9.000 sismik izolasyonlu yapının 4.300’ü çok katlı binalar, bunların çoğu ofis, kat mülkiyeti ile hükümet binası ve 4.700’ü ise ev. Japon inşaat şirketi olan Nice Corporation, yedi katlı sismik izolasyonlu bir binanın geleneksel bir binadan yüzde 13 ila 15 daha pahalıya mal olduğunu söylüyor. Sismik teknolojilerde uzmanlaşmış bir mühendis olan Ian Aiken de, sistemlerin maliyetinin yüzde 5 kadar az olabileceğini iddia ediyor.
Japonya’da birçok bölgede zeminin aslında bina inşa etmek için pek elverişli değil. Ancak zemin etüt ve bunun sonucunda gerekiyorsa zemin iyileştirmesi yapılıyor. Elverişsiz zeminlerde, yüksek binalarda hesaplara göre 60-70 metre derinliğe inen kazık temeller kullanılıyor. Böylelikle binanın neredeyse üçte biri toprak altında kalıp, rijitlik sağlanıyor, yükler sağlam zemin tabakalarına aktarılabiniyor.
Japonlar, sürekli senaryolar bazında afetlere ve afet sonrasına hazırlık yapıyor, simülasyonlar ile senaryoları test ediyor, risk noktalarını belirleyerek önlemler alıyorlar. Japonya Disaster Risk Management (Deprem Riski Yönetimi) konusunda Dünya Bankası ile sadece Japonya değil, tüm gelişmekte olan ülkelere yönelik destekler sağlıyor. Japonya genelinde ulusal ve yerel yönetimler, altyapı geliştiricileri ve uygulayıcılar, işletmeler ve endüstriler, topluluklar ve haneler; işbirliği ve karşılıklı destek yoluyla risk azaltma, müdahale ve süreklilik konusunda ortak hareket ediyorlar. Yani bir kurum sorumluluk ve koordinasyonu üstlenmiyor. Devlet, sivil insiyatifler, sürece dahil ediyor, birlikte çalışıyor.
Japonların, önce aileden başlayan sonra okulda devam eden, empatik ve onurlu bireyler olma eğitimiyle gelişen, neden sonuç ilişkisini kurabilen, yüksek vicdan seviyeli olarak yetiştiğini de biliriz. Tüm hayatlarında bu değerlerle üretim yapıyor, çalışıyor, tedbirler alıyorlar. Japonya’daki okullar da düzenli olarak deprem tatbikatları yapıyor. Bu tatbikatların bazıları ayda bir kez oluyor. Küçük yaşlardan itibaren okul çocukları, bölgelerinde bir deprem gerçekleştiğinde kendilerini korumanın ve güvende kalmanın en iyi yolu konusunda eğitiliyor. Deprem simülatörleri ile de, depremi deneyimleyen çocuklar, böylece deprem hissini çok küçük yaşlardan itibaren tanımaları sağlanıyor.
En önemlisi, Japonlar geçmiş felaketlerden ders alma konusunda çok hassaslar. 1995 yılında, Kobe şehri, 5 bin kişinin ölümüne ve 10 binlerce evin yıkılmasına neden olan, tamamen yıkıcı Büyük Hanshin Awaji depremini yaşadı. Şehrin yeniden inşasının ardından Kobe Deprem Anıt Müzesi’ni inşa ettiler. Afet sırasında kaybolan insanları anmak için inşa edilmiş bu müze, aynı zamanda afet önleme ve hayatta kalma konusunda eğitim uygulamaları veren bir eğitim merkezi olarak da çalışıyor.
Çok geç kalınsa da bundan sonra devletin ilk konusu deprem olmalıdır. İstanbul depremi de er ya da geç olacaktır. Ölüm ve hasar bilançosunu düşünmek bile ürkütüyor. Ütopik üst yapı projelerinden, yüksek maliyetli amacı elzem olmayan binalardan vazgeçerek, tüm maddi kaynak ve çalışmalar deprem afeti önleme, kurtarma ve sonrasında depremzedelere her konuda destek konusuna aktarmalıdır. İcraatta istikrar şarttır.
Bu aşamada Japonya ile iş birliği içinde de olunması fayda sağlayacaktır. Olağanüstü büyük can kayıpları yaşadık, şehirlerimiz yok oldu. Geride kalanlar kendilerini yıkık şehirlerde güvende hissetmiyor, göç ediyor. Doğa ile sonuna kadar anlaşarak, uyum içinde olabilmeyi, eğitimin, bilimin değeri ile, sürekli hatırlatılan yaşanmışlıkların ön planda olmasıyla, yüksek yapılaşma yerine yatay ve en güvenli ve en onurlu hayatların kurtarıcımız olduğunu düşünüyorum..