Her şey değişiyor. Zihnimizden başlayan bir kıpırtıyla, formumuza, işleyişimize, kurumlarımıza, doğaya ve hatta vicdanımıza kadar uzanan bir değişim dalgası içindeyiz.
Bir zamanlar mağarasından çıkan insan, toprağa kök salarak yerleşik hayata geçtiğinde sadece yaşam biçimini değil, dünyaya bakışını da değiştirdi. Ama bugün, değişim artık yavaş değil; aniden, hızla, kimi zaman fark edilmeden gerçekleşiyor.
Bazen bir haber, bir bakış, bir karşılaşma ya da bir kayıpla değişir insan. Ama bazen hiçbir şey olmadan, bir sabah uyanırsın ve dünya artık bildiğin dünya değildir. Oysa dışarıdan bakan için her şey yerli yerindedir. Ama içeride, ruhun sarsılmıştır. Artık eskisi gibi düşünemezsin. İşte bilinç böyle bir andır; görünmeyen bir kırılmayla şekillenen içsel bir devrim.
Hayat, hızla değişen bir manzara gibi… Bir an yemyeşil bir ormandasındır, bir an sonra gri binaların gölgesinde yürürsün. Doğa dönüşüyor. Yalnızca iklim değil, toprağın hafızası, ağacın dili, suyun akışı… Artık ona temas etmiyoruz, yalnızca izliyoruz. Bu kopuş, yalnızca ekolojik değil, ruhsal da bir yabancılaşmadır. Hayat, bir nehir gibi akar; bazen akıntısına kapılırız, bazen kıyılarında kayboluruz.
Zaman hızla geçerken, biz ona ayak uydurmak için koşarız, fakat bazen hızla akan bir zamanın içinde ruhumuzu kaybederiz. Bir aynaya bakarız ve kendimizi tanıyamayız; yüzümüz yabancı, gözlerimiz farklıdır. İçsel dünyamızın sakinliği bir zamanlar huzurdu, fakat o huzur yerini boşluğa bırakmış gibi hissediyoruz. Doğa bir zamanlar yakın, bir zamanlar evimizdi. Artık ona olan mesafemiz arttı, sadece izliyoruz, ama onunla olan bağımız solmuş gibi. Kapalı kapılar geçmişi hatırlatırken, her geçen gün o kapıları daha da uzaklaştırıyoruz. Zamanın peşinden koştukça, hayatı kaçırırız. Çiçekler bir zamanlar büyüdü, ama şimdi bize uzak; tıpkı doğanın sesinin susturulması gibi.
Oysa doğa hep konuşuyordu, ama biz kulak vermedik. Şimdi, geçmişin gölgesinde sadece yansımalara bakıyoruz. Zamanla büyürken unuttuğumuz yük, kaybolmuş bir kimliktir; değişen dünya içinde sabit kalan bizleriz. Yabancılaştıkça kendimizle olan bağımız zayıflar, ama belki de en büyük cesaret, geçmişin kapalı kapılarında kendimizi yeniden bulabilmektir. Toplumlar da bu dönüşümün içinde savruluyor. Değerler kayıyor, normlar çözülüyor, kelimeler anlamını yitiriyor. Sosyal medya “birlikteyiz” derken, birey kendine bile yabancılaşıyor.
Tüm bu hızlı akışta bilinç kırılganlaşıyor. Vicdan ise içimizde kısılmış bir ses gibi. Görünüşte her şey normal: işler yürüyor, hayat akıyor. Ama derinlerde, çürüyen bir ahlaki zemin üzerinde sessiz çığlıklar yükseliyor. Psikolojik düzeyde, bu insanın parçalanmış benliğiyle karşılaşmasıdır. İçeride kaybolan zihin, dışarıda anlam ararken daha da yıpranıyor.
Dijital çağda zaman hızlandı. Düşünceler yüzeyde kalıyor. Bir doğum haberiyle bir ölüm ilanı yan yana duruyor. Bir kahkaha emojisiyle bir ağıt arasında sadece bir parmak hareketi var. Duygular gelip geçiyor ama iz bırakmıyor. Belki de bu yüzden artık hiçbir şeyin ağırlığı yok. Ne sevinç, ne de yas uzun sürüyor. Her şey geçici. Her şey “an”da yaşanıyor ve hızla unutuluyor.
Felsefi açıdan bakıldığında, insan kendi oluş sürecini dış etkenlere teslim etmiş gibi. Halbuki insan olmak, zamanla derinleşen bir yolculuktur. Bilinç, her kırılmada yeniden uyanabilir. Vicdan, susturulmuş bir ses değil; hatırlanmayı bekleyen bir hakikattir. Yaşamın aniden değişebileceğini hatırlamak, işte bu yüzden önemli. Çünkü bu fark ediş, bir uyanışın, bir dönüşümün başlangıcı olabilir.
Değişim kaçınılmazdır. Doğa değişir, toplum değişir, teknoloji değişir. Ama insan da tüm bu dönüşümün tam ortasında, kimi zaman farkında olmadan, kimi zaman dirençle, kimi zamansa bir boşlukta sürüklenir. Yine de bir ihtimal vardır: Her ani değişim, bilincin bir uyanışı olabilir. Her sarsıntı, vicdanın içten gelen bir çağrısı…
Ve işte bu noktada sorulması gereken asıl soru şudur: Tüm bu değişimin içinde ben kimim? Ne hissediyorum? Neyin parçasıyım? Çünkü değişimin en derin hakikati şudur: İnsan da sürekli değişir. Ve insan, ancak kendini hatırladığı an gerçek anlamda başlar. İnsan, zamanla değişimin akışına kapıldığında, dışarıdaki dünya ne kadar değişirse değişsin, içsel dönüşümünü tamamladığında, kendini bulur ve gerçek varoluşu başlar.
Not: Görsel chatgpt ile oluşturulmuştur.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: