Orta Doğu’nun enerji kaynakları, küresel güçlerin yoğun rekabetine sahne olmakta ve bu durum bölgenin güvenliğini ekonomik güvenlikle doğrudan ilişkilendirmektedir.
ABD, Çin, Rusya ve AB ülkelerinin bu kaynaklar üzerindeki rekabeti, Orta Doğu’nun dünya siyasetindeki rolünü yeniden tanımlamaktadır. Bu süreçte, Türkiye’nin bölgedeki etkinliği ve liderlik misyonu öne çıkmaktadır. Ancak Türkiye, bu rolüyle hem fırsatları hem de riskleri yönetme zorunluluğuyla karşı karşıyadır. Türkiye’nin dış politikası, bu dinamiklerin etkin bir şekilde yönetilmesine odaklanmalıdır.
Osmanlı dönemindeki 400 yıllık barış ve adalet, modern dönemde Orta Doğu halkları tarafından daha iyi anlaşılmaktadır. Batılı güçlerin müdahaleleri, bölgenin istikrarsızlaşmasına ve halkların bağımsızlık hayallerinin suya düşmesine nedenle olmuştur. 11 Eylül sonrası terörle mücadele politikaları ve İslam karşıtlığı, bölgenin siyasi dengelerini etkilerken halklar arasında bir bilinçlenme sürecini başlatmıştır. Türkiye, bu dönemde cesur dış politikası ve liderlik eksikliği yaşayan bölge halkları nezdinde güven kazanarak öne çıkmıştır. Demokratikleşme, ekonomik gelişim ve Filistin sorunundaki tutumu, Türkiye’yi bölgede bir model haline getirmiştir. Etkin diplomasi ve arabuluculuk girişimleriyle Türkiye, Orta Doğu’da istikrar ve entegrasyon çabalarının öncüsü olmuş, Batı ile bölge arasında bir köprü görevi görmüştür. Orta Doğu’nun yeni bir güç merkezi olma potansiyeli taşıdığı bu dönemde, Türkiye liderlik için uygun bir konumda bulunmaktadır. Mevcut avantajlarını etkin bir şekilde kullanması durumunda, Türkiye hem bölgesel istikrarı sağlayan bir aktör hem de küresel düzeyde güçlü bir lider olabilir.
Orta Doğu, dünya siyasetinde kritik bir konuma sahiptir ve Türkiye, tarihsel bağları ve jeopolitik avantajlarıyla bölgenin liderliğinde önemli bir rol oynayabilir. Türkiye’nin uzun vadeli stratejilere dayalı politikalar geliştirmesi, bölgedeki barış, istikrar ve ekonomik refahı destekleyecektir. Yeraltı zenginlikleri ve finansal sermaye doğru politikalara bölgesel ve küresel güç unsurlarına dönüştürülebilir. Türkiye, girişimcilik ve liderlik potansiyeliyle bu dinamikler yönlendirebilecek bir konumdadır.
Ancak stratejiler, bölgesel hassasiyetlere dikkat etmeli ve ’’yeni Osmanlıcılık’’ algısını önlemek için dengeli bir diplomasiye dayanmalıdır. Batı ile Orta Doğu politikalarının uyum içinde olması, Türkiye’nin küresel aktörlük hedefini desteklerken bölgesel sorunların çözümünde etkin bir rol üstlenmesine katkı sağlayacaktır.
Bölgenin liderlikten ziyade rehberlik ve güvenilir müttefiklere ihtiyaç duyduğu unutulmamalıdır.
(Zeynep İnan, tasam.org)
Not: Yukarıda özeti yayınlanan makalenin tamamını okumak için tıklayın