İklimler değişiyor, lider profilleri değişiyor, yaşama biçimlerimiz değişiyor. Dünya artık bizi eskisi gibi evimizde hissettirmiyor.
Zamanın ritmi hızlandıkça, ayağımızın altındaki zemin gibi güven duygusu da elimizden kayıp gidiyor sanki. Eskiden tanıdık gelen sokaklar, sesler, hatta insanlar bile yabancılaşıyor. Değişimin bu yoğun temposu, insanın varoluşuna yönelttiği en temel, en eski soruları yeniden canlandırıyor: “Nereye gidiyoruz?” ve “Bu yeni dünyada hâlâ kendimizi güvende hissedebilir miyiz?” ‘’Hayat bir daha eskisi gibi olmayacaksa yaşamamın anlamı ne?’’
Değişim, insanlık tarihinin her döneminde vardı; ancak bugünün değişimi, artık yalnızca dış dünyayı değil, insanın iç dünyasını da yeniden şekillendiriyor. İklim krizleriyle birlikte mevsimler şaşarken, biz de içsel dengemizi kaybediyoruz. Teknoloji ilerliyor ama insanın kendisiyle olan bağı zayıflıyor. İnsanın zihinsel uyumu teknolojinin çok çok gerisinde kalıyor. Ona uyumlanma baskısı ise bireyin adeta sınırlarını zorluyor. Her şey daha hızlı, daha erişilebilir, daha dijital ama aynı zamanda daha az gerçek, daha karmaşık ve daha yalnız ve güvensiz hissettiriyor.
Eskiden “ev” dediğimiz yer sadece dört duvar değildi; güvenin, aidiyetin ve anlamın sembolüydü. Bugün ise, ekranların arkasında birbirimize dokunmadan konuşuyor, yüzlerce kişilik sanal topluluklar içinde gerçek bağ kurmanın özlemini yaşıyoruz. Liderler de değişiyor: vizyoner olmaktan çok, kriz yöneticisi haline geliyorlar. Dünyanın yönünü belirleyen kararlar artık bir masa etrafında değil, algoritmaların soğuk verileri arasında alınıyor. Bu da bireyde, “benim sesim duyuluyor mu?” sorusunu büyütüyor.
Güven duygusu, insanın psikolojik temel taşlarından biridir. Ancak bu hızla değişen dünyada güven, bir lüks gibi algılanmaya başladı. İnsan hem çevresine hem de kendine karşı temkinli hale geldi. Değişimin hızına yetişemediğimizde, kendimizi kontrol kaybı ve yetersizlik duygusu içinde buluyoruz. Ve kontrol kaybı, yerini korkuya, sonra da güvensizliğe bırakıyor. Öte yandan teknolojinin hızına bir şekilde yetişmiş olanlar ise daha az ‘’insan’’ sanki. Teknolojik uyum insanlıktan eksilmekle birlikte mi gidiyor ne?
Belki de artık dünya, bize eski güveni sunamayacak. Ancak bu, tamamen kaybolduğumuz anlamına gelmiyor. Çünkü güven, yalnızca dış koşullardan değil, içsel dayanıklılıktan da doğar. Değişim, kontrol edemediğimiz bir gerçeklik olabilir; fakat ona vereceğimiz tepki, bizim elimizdedir.
Yeni çağ, bizden yeniden düşünmeyi, hissetmeyi ve bağ kurmayı talep ediyor. Teknolojinin hızına kapılıp giderken, insani olanı -dokunmayı, dinlemeyi, anlamayı- hatırlamak zorundayız. Belki de artık güvenin adresi dış dünya değil, içsel denge, farkındalık ve topluluk bilincidir. Birbirimize yeniden bakmayı, konuşmayı ve dinlemeyi öğrenirsek; değişen dünyanın ortasında bile küçük bir “ev hissi” yaratabiliriz.
Dünya değişiyor, evet. Ama insanın anlam arayışı sürüyor. Ve belki de bu arayış, en büyük güvencemizdir. Pazıl (yapboz) bozulup yeniden kuruluyor; oradaki kara kedinin yerini hiç unutmamamız ve onu olması gereken yere -her seferinde- yeniden yerleştirmemiz gerekiyor.
Fotoğraf: Pinterest
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
