Dağlar bugün bile birçok insanın hayran olduğu yeryüzü oluşumlarıdır.
İnanılmaz yükseklikleri, karlı zirveleri, nefes kesen buzulları ve eteklerindeki ormanlarıyla dağlar gezegenimizin muhteşem yerleridir. Binlerce yıl önce insanlar dağların yüksekliklerine bakıp tanrıların orada oturduklarını, kendilerinin de onlara ancak orada daha yakın olabileceklerine inanmış ve kurbanları hep dağlarda sunmuşlardır. Dağlar tüm eski toplumlarda kutsaldır.
“Kaldeliler, ‘Aralu’, Grekler ise ‘Olympos’ Dağı’nı tanrının ikametgâhı olarak görürdü, Çin imparatorları dağların zirvesinde tanrıya kurban sunardı. ‘Sinâ’, Yahudilik ve İslam’da Tanrı’nın tecelli ettiği ve Hz. Musa ile konuştuğu yer olduğu için kutsal kabul edilirken (Japonlar, M.G) ‘Fuji-Yama’yı dünyanın ekseni olarak kabul eder. Uzak Doğu kültüründe ‘Himalaya’ dağların kralı, ‘Meru’ dünyanın ekseni, ‘Kailâsa’ Tanrı Şiva’nın ikametgâhıdır.
Tibet inançlarında dağlar, gökyüzünün direkleri veya yerin kazıkları, hatta ülkenin ilâhları, mekânın efendileri olarak kabul edilmektedir. Dünyanın merkezini teşkil eden kutsal dağ inancı Ural-Altaylar’da, Germenlerde hatta Malakka pigmeleri gibi ülke ve toplumlarda da görülür.
Mezopotamya’da merkezī bir dağ gökle yeri birleştirmektedir. Hristiyanlara göre Hz. İsa’nın çarmıha gerildiği yer olan Calvaire (Aramice Golgata) tepesi dünyanın merkezinde bulunmaktadır ve hem semavī dağın zirvesi hem de Hz. Adem’in yaratıldığı ve defnedildiği yerdir. Yine ‘Cudi, Ağrı, Zeytinlik, Hira, Uhud, Arafat’ vb. gibi dağlar, çeşitli inanışlara konu edilen ve kutsallık atfedilen dağlar arasında yer alır.”1
Türklerde dağ kültü
“Türk halklarının hemen hemen hepsinde görülen dağ kültü, mitolojide taş ve oba kültüyle sentez halinde bir durum sergiler. Dağ ve onunla eşleştirilen dağ iyesi yalnız bir doğa kültünün terkip kısmı olmakla kalmaz, aynı zamanda türeyiş mitinin de özelliklerini yansıtır. Nitekim boyların, soyların ve kabilelerin birer kutsal dağlarının olması, soyun kendi ecdadını dağ ruhuyla birleştirmesi, bu iki mitolojik kategorinin ortak bir külte bağlanmış olduğunu gösterir.
Diğer taraftan, dünya modelinde dağın yerin ekseni olması inancı dünya dağlarının veya demir dağların varlığına inancı doğurmuştur ki bu da genel anlamda dağ kültürünün bir başka boyutudur. M. Kaşkarlı’da ‘yir basrukı tag, budun basrukı beg’ (yer baskısı dağ, insanların baskısı da beydir) atasözünde dağın yeri tuttuğu vurgulanmış, dağın kutsal merkez simgesine değinilmiştir. Evrenin kutsal merkezi olarak bilinen dağlar zamanla birtakım mitolojik görüşlere de ayak uydurmuştur… Orman kültüyle birleşen dağ eski Türklerin kutsal merkez anlayışını oluşturmakta ve devletin merkezi görevini üstlenmektedir. Nitekim Göktürkler ve Uygurlar döneminde dağlık ve ormanlık bölge olan Ötüken, devletin merkezi olmak görevini üstenmiştir. Merkez her zaman kutsal bir görev üstlendiği için, dağlar ve orada olan her şey kutsanmış olarak kabul edilmiştir.”2
Dağların sanki bu dünya ile öbür dünya arasındaki bir kapı gibi düşünülmesi eski toplumların ortak inançları arasındadır. Eski Türklerde dağ ve orman insan olarak düşünülmüştür -ve sıkı durun- dağ ve orman ruhları başlangıçta kadın olarak tasavvur edilmiştir.
“Mitolojik Ana’nın semantik (*) olarak dallanması sonunda bağımsız koruyucu ruha dönüşmüş dağ iyesi (sahibi) zamanla Altay-Sayanlar’da tıpkı orman hamisi gibi sarı saçlı kadın olarak tasavvur edilmiştir. Orman hamisi genelde kadın olarak kalmışsa da, dağ ruhu kadın, başlangıçtan uzaklaşarak çoğu kez erkek olarak bilinir. Dağ ruhunun, Altay-Sayan halklarının inancında kurt şeklinde gezmesi diğer koruyucu ruhlarda olduğu gibi, daha eski zoomorfik (**) tasavvurlarla ilişkilidir.
Altay kabileleri arasında dağ ruhunun erkek ve kadın, genç ve yaşlı olarak algılanan insan şeklinde tasavvur edilmesi antropomorflaşmanın (***) sonucudur. Dağ iyesinin erkek olarak tasarlanması kadın başlangıçlı mitolojik tiplerin yerini erkek hamilere bırakmasından başka bir şey değildir. Altaylıların etnografik inancında av hayvanlarının anası ve iyesi olarak bilinen Manahan (Maniyhan) orman hamisinin halen de kadın olarak tasavvur edilmesinin bir kalıntısıdır.
Altay avcıları onun şerefine yaptıkları merasimde avlarının iyi olması dileğinde bulunur. N. Dırenkova’nın derlediği avcı ve avcılıkla ilgili efsanelerden bilindiği gibi dağın koruyucu ruhu olan kadın, çıplak ve iri göğüsüdür.’ Bu dağ ruhu masallardaki iri döşleriyle ocağın külünü süpüren dev karısı veya dev kadın tipine çevrilmiştir.
İlkel toplumlarda kadın olarak tasavvur edilen dağ ruhunun genç ve bekâr avcılarla cinsel ilişkiye girmesi ve avcılara bol av vermesi, avcı anlatıları arasında çok yaygındır. Dağ ruhunun Altaylıların avcılık mitlerinde iri memeleri olan sarı saçlı çıplak kadın olarak tasavvur edilmesi ve bazı şaman dualarında dağ ruhunun kadın olarak tasarlanması Mitolojik Ana kompleksinin dağ kültünün oluşmasında da etkili olduğuna bir kanıttır.
Kadın olarak tasavvur edilen dağ ruhuyla evlenen avcılann zerıginleşmesi, ancak ailesini unutması da avcılık mitlerinden bellidir. Bu kadar açık tasavvur edilmesine rağmen dağ koruyucusunun ongon (totem) veya töz/tös şeklinde keçeden veya ağaçtan yapılmış tasviri yoktur. Bunun başlıca sebebini L. Potapov, dağ kültünün oluştuğu zamanda idollerin mevcut olmadığına bağlamaktadır ki, bu o kadar inandırıcı değildir.
Nitekim Şamanlık kültüne mal edilen dağ inancı diğer şaman ruhları gibi tasvir edilebilirdi. Ancak doğa kültürünün bir parçası olan orman, dağ, pınar, mağara koruyucuları gibi dağ ruhunun da tasviri yoktur. Bu ise bu kültlerin yaratıldığı zamanlarda tasvir olmamasıyla ilgili olmayıp sadece doğa ruhlarının tasvire gelmemesiyle bağlantılıdır. Altaylıla’ın bazı töslerin veya ongonların tasvirini oluşturmaları daha çok Buda veya Mani diniyle tanışmalarından sonraya denk gelmektedir.
Nitekim Türk mitolojisinde tasvirden daha çok eylem söz konusudur. Tasvirler bilindiği gibi, Türklerin Şamanlık dünya görüşleri ve kabul ettikleri dinlerle bağlantılıdır. Dağ ruhunun eski tasavvur simgesi olan sarı saçlı kadın birçok Altay efsanelerinde avcılara aşık olur, onunla evlenen avcılara bol av verir, evlenmeyenleri deli eder. Bugünkü mitolojik anlamı belli olmayan bu evlenme olgusunun temelinde eski düşüncede insanların koruyuculara yakın olduğu, onlarla bire bir ilişki kurabildiği bir dönemin izlerinin kalıntısı olabilir.
Ancak zamanla bu tip kozmik evlenme, sıradan insanlar için bir yasağa dönüşmüştür. Bunun en açık örneğini Dede Korkut boylarında, Sarı Çoban’ın peri kızıyla münasebetinde görürüz. Ancak Oğuz Kağan ve Türk mitolojisinin etnogonik mit kahramanları bu tip kozmik evlenmeler gerçekleştirmiştir. Türeyiş mitlerinde kozmik evlenmeden türeyen mikro-kozmik elementler, avcılık mitlerinde dağ ruhu olan kadınla evlenmede ekonomik karakter kazanmıştır…
Tüm dualar dağa
Altay Dağları Altaylı şamanlar için o kadar kutsaldır ki her dualarını dağa yapar ve ondan medet umarlardı. Şu iki örnek dua sanırım söylenenlere açıklık getirecek:
“Bu kurbanım mukaddes ve ulu Altaya ulaşsın, onun karar vereceği yere (yargı yerine) bağlansın. Güttüğümüz davayı halledecek mi? Bize bereket ve refah verecek mi? Bu kurban her engeli (büdak’Iarı) aşarak ulu ve mukaddes Altay’a ulaşsın.”
“Temiz yurdumuz yıpranıyor, az ulusumuz sıkıntı çekiyor. Ey Mukaddes Altayım, biz ne yapalım? Ak sakallı atalarımın takdis ettiği ulu Altayım, geçim versen ne olur? Vücudumuz kirlenmese, gözlerimiz yaşarmasa ne olur? Bereketli sürülerimizin kut’larını yaratan mukaddes Altayım, yer-su’yum!..”
Taşlar gidince…
“Dağ özellikle Altay-Sayanların destanlarında kutsal vatan sembolüne çevrilmiştir. Nitekim Altay Dağı vatan olarak düşünülmüştür. Aynı zamanda dağ, ata ruhlarının barındığı yer olduğundan dolayı da kutsaldır. Dağ kültünün bir bakıma bir parçası olan taşların da kutsal bilinmesi veya en azından vatan sembolüne dönüştürülmesi Orhun-Yenisey yazıtlarında olduğu gibi, kutsal vatan anlayışıyla alâkalı olmasındandır.
Uygur mitolojisinde de, kutsal taşlardan ve bu taşların Çinliler tarafından götürülmesinden sonra vatan kutsallığının kaybolması ve göç döneminin başlaması anlatılmaktadır. Bu bahsedilen olay, taşın vatanın kutsallığını simgelemesi açısından önemlidir.”2
Dağın vatan sembolüne çevrilmesinde yöneticilerin etkileri araştırılmış mıdır bilmiyorum ama sanki biraz ilgileri varmış gibi görünüyor. Dağa vatan muamelesi çekip “dağ kutsalsa vatan da kutsaldır, vatan kutsalsa onu yöneten ben de kutsalım” mantığı işletilmiş olabilir. Halk böylece kolaylıkla yöneticinin kutsallığına, o olmazsa vatanın da elden gideceğine, dolayısıyla kendilerinin de yersiz yurtsuz kalacağına ikna edilmiş olabilir.
Günümüze gelirsek dağların kutsal olduğu güzel günler çok geride kaldı. Artık maden çıkarmak için delik deşik ediliyor, ormanlar da aynı gerekçeyle veya yerleşim ya da köprü, yol bahanesiyle yok ediliyor. Ataların ruhları olduğuna inandığı milyonlarca ağaç “öldürülüyor”.
İlkel bulduğumuz eski insanların bilincinden çok gerideyiz artık, tüm söyleyebileceğim bu.
Herkese keyifli günler…
Fotoğraf: Altay Dağları
KAYNAKLAR
* Anlam bilim: Dili anlam yönünden ele alan, göstergenin gösterilen bölümünü ya da içeriği eşsüremli (senkronik/betimsel) ve artsüremli (artzamanlı/tarihsel) açılardan inceleyen dilbilim dalı
** Zoomorfizm evresinde insanlar, tanrıları hayvan biçimli varlıklar olarak düşünürlerken, antropomorfizm evresinde ise tanrılar artık, insan seklinde tasarlanmıştır.
*** Antropomorfizm ya da insan biçimcilik, insanī niteliklerin başka bir varlığa atfedilmesidir.
1- https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/149882
2-https://turkoloji.cu.edu.tr/HALKBILIM/fuzuli_bayat_turk_mitolojisi_dag_kultu.pdf
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: