Melek Ay
Harward Üniversitesinin bağımlılıklar ile ilgili araştırmasında gittikçe netleşen bir bilimsel kanıt gösteriyor ki eğer ebeveyn duygusal olarak çocuğu için orada mevcut değilse çocuklardaki stres seviyesi çok yüksek olabiliyor.
Bazen ebeveynin çocuğa çok uyaran içeren sevgi gösterileri de yüksek dozda stres ortamı yaratabiliyor. Çok ışık, hareket, odalarındaki fazla renk, fazla oyuncak, doğum günü partileri gibi…
Çocuk, ebeveyninin kendisine sağlayamadığı duygusal alandaki boşluk veya çok fazla doldurulmuş boşluk karşısında duygusal olarak bağımlılık geliştirmeye başlayabiliyor.
Gelişim süreci boyunca sosyal ve fiziksel etkiler eğer ki insan gelişimini tehdit ediyorsa stres ve dengesizlik kısa dönemde psikolojik ve fizyolojik tepkilere yol açıyor. O tepkiler de o anda hayatta kalma ve uyumlu kalma istediğini tatmin edebiliyor ama uzun vadede davranış, sağlık ve yaşamın uzunluğunu kısaltma anlamında etkileri olabiliyor.
Kendi çocukluğumun boşluğunu tarif etmek durumunda kalsam sanırım en iyi örneği “sıcak soba” örneği olacaktır.
Sıcak sobaya elini uzatırsan yanar ama yine de sıcaklığından vazgeçemezsin.
Benim hikâyemde, çocukluğumun büyük bir bölümünde sıcaklığına ihtiyaç duyduğum ebeveynlerime her duygusal ihtiyacım için sarılmak istediğimde yanacağımı bilmek yatıyor.
Kısacası çocuğu kötü hissettirdiğinizde ebeveynlerini sevmekten vazgeçemiyor ama kendini sevmekten vazgeçebiliyor. Oysa ebeveynin ailedeki rolü ihtiyaçlar dahilinde doğal, sağlıklı, uyumlu sınırlar oluşturabilmektir ki çocuk o sağlıklı sınırlar içerisinde yaşamı deneyimleyebilsin ve duygularını ifade edebilsin.
Bu olmayınca ne oluyor? Travma.
Travma ne kadar fazla ise dünyaya karşı tepkilerin otomatikleşiyor ve tepki gösterme kabiliyetin azalıyor, esnekliğin kayboluyor, tipik öngörülebilir bir insan olmaya başlıyorsun ve kendinden kopuyorsun (derinden gelen hissi, içgüdüyü anlayamamak).
Artık içine bir şey doğamayabiliyor. Sonrasında sürekli bağımlılıklar geliştirmeye başlıyorsun.
Gerçek değerlerine karşı o bağımlılıklar ihanet ediyor. Oysa ki çocukluğumuz ana vatanımızdır.
Yoga felsefesi ise içine doğduğumuz hikâyenin, geçmiş yaşamımızdan getirdiğimiz karmaları içerdiğine işaret eder. Ektiğimizi biçmeye gelmişiz gibi.
Bavuluna halledemediğin mesellerini atıp yeni bir yaşama geliyorsun ve valizin içerisindekileri ne kadar olgunluk seviyesine getirip özgürleştirebilirsen bir sonraki bavulunu daha hafif hazırlama imkânın olabiliyor.
Yoga, yaşamda başına gelenlere ne kadar tahammül gösterebiliyorsan bu ne kadar olgun olduğunu gösteriyor ve ne kadar olgunsan o kadar özgürsün diyor.
Bu yüzden aydınlanma yolunda yoga, “karma”mızı anlayabilmemiz ve sonrasında “dharma”mızı bulup yaşayabilmemiz için önce zihni ele alır.
Özgürleşme yolculuğumuzda “karma”nızın ellerinden, “dharma”nızın gözlerinden öperim.
Namaste…