Bugünün dünyasında çocuklar, sürekli ve hızlı değişen medya içerikleriyle karşılaşıyor ancak bu içerikleri aynı hızla işlemekte zorlanabiliyor.
Özellikle aşırı hareketli oyunlar ve sosyal medya içerikleri, çocukların algılarını zorlayarak stres ve karmaşık duygulara yol açabiliyor. Uyaranların sürekli değişmesi, dikkat sürelerini kısaltırken odaklanma sorunlarına ve daha yüksek stres düzeylerine neden olabiliyor.
Çocuklar genellikle 2 ile 7 yaş arasında sembolik düşünme becerisini kazanmaya başlar. Bu süreçte oynadıkları oyunlar, gerçek dünyadaki nesneleri ve olayları öğrenmeleri için önemli bir araçtır. Örneğin, bir çocuk oyuncak telefonu gerçek bir telefonmuş gibi tutarak dakikalarca konuşabilir.
Ancak bu yaş aralığında çocukların dünya ile ilgili algılarının hâlâ sınırlı olduğunu bilmeliyiz. Soyut düşünme becerileri tam olarak gelişmediği için çevredeki nesne ve olayları somutlaştırarak öğrenmeye çalışırlar. Bu farkındalık her çocukta aynı hızda gelişmez, bireysel farklılıklar sürecin ilerleyişinde belirleyici bir rol oynar
Oyun, çocukların çevrelerindeki gerçekliği keşfetme, kavrama ve anlamlandırma süreçlerinde en etkili araçlardan biridir. Çocuklar oyun oynarken sosyal etkileşim, karar alma ve sorun çözme gibi beceriler geliştirir ve bu beceriler bilişsel gelişimlerini ciddi manada destekler.
Sembolik düşünce, çocukların hayal dünyası ile gerçek dünya arasındaki sınırları yakalamalarını sağlar. 2-7 yaş arası bilişsel gelişim döneminde, oyuncaklarla kurulan hayaller ya da video oyunlarında karakterlerle özdeşleşmeler gibi davranışlar yaygındır. Oyunlar bu dönemde çocukların gerçeklik algısı ve bilişsel gelişimi açısından büyük önem taşır.
Çocuklarda “felsefe çağı” olarak bilinen dönem genellikle 4 ila 7 yaş arası olarak kabul edilir. Bu evrede bilme dürtüleri oldukça güçlüdür ve çocuklar “neden?” sorusunu sıkça sorarak çevrelerindeki nesneleri ve olayları keşfetme eğilimi gösterirler.
Bu süreçte anne babaların çocuklarının oyunlarla olan ilişkilerini yakından izlemeleri ve sabırla rehberlik etmeleri büyük önem taşır. Oyunların sanal olduğunun örneklerle anlatılması, çocukların oyun dünyası ile gerçek dünya arasındaki farkı kavramalarında kritik bir rol oynar. Özellikle 4-7 yaş arasında oyunları tanımak ve oyun dünyası ile gerçek yaşamı dengelemek, anne babaların birincil görevleri arasındadır.
7 yaşından itibaren soyut düşünme yetisi gelişmeye başladıkça çocuklar oyunların birer simülasyon olduğunu daha net bir şekilde kavrayabilir. Destekleyici ve sağlıklı bir oyun ortamında çocuklar hem oyun hem de gerçek dünya arasındaki farkları daha rahat bir şekilde keşfederler.
Çocuklar dokunarak, inceleyerek ve deneyimleyerek çevrelerindeki dünyayı anlamlandırma fırsatına sahip olduklarında, hayal güçleri ile somut dünya arasında sağlıklı bir denge kurarlar. Dokunarak, inceleyerek oyunlar oynamak bu keşif sürecinin temel bir parçasıdır.
Ancak, akıllı telefonlar ve tabletler bu doğal keşif sürecini kesintiye uğratıyor. Geleneksel fiziksel oyunların yerini alan dijital cihazlar, çocukların üç boyutlu dünyayı deneyimleme fırsatlarını sınırlıyor. Koşma, zıplama, salıncakta sallanma ya da merdiven çıkma gibi eylemlerde çeviklik, esneklik ve denge sağlayan fiziksel motor beceriler yeterince gelişmez.
Ekran tabanlı uyaranlar, çocukların gerçek dünyadaki nesnelerle doğrudan etkileşime girme olasılığını azaltarak onları katılımsız oyuncuya ya da izleyiciye dönüştürüyor. Fiziksel dokunma ve hareketin eksik olması, gerçek dünya ile bağ kurmalarını zorlaştırarak araştırma ve öğrenme fırsatlarını sınırlandırır.
Çocukların doğrudan aktif katılım göstermediği bu süreç için psikologlar “dijital pasiflik” terimini kullanıyor. Dijital pasiflik çocuklarda sosyal etkileşim, problem çözme ve yaratıcılık gibi becerilerin yanı sıra duyusal deneyimlerin gelişimini de olumsuz yönde etkileyebilecek önemli bir kavram olarak değerlendiriliyor.
Günümüzde teknolojik ilerlemelerle birlikte oyunlar daha gerçekçi hale geldiği için, çocukların bu oyunların sanal olduğunu fark etmeleri zorlaşabilir. Dijital dünyaya sınırsız erişim sağlanan çocuklar, sanal ve gerçek dünya arasında ayrım yapmakta güçlük çekebilir. Özellikle yüksek çözünürlüklü grafikler ve komplike oyun yapıları, bu farkındalığı daha da bulanıklaştırarak gerçek dünya ile oyun dünyası arasındaki sınırların anlaşılmasını zorlaştırabilir.
O minik ve şirin parmaklar, ekranı hızla kaydırarak videoları bir çırpıda geçiveriyor. Medya içeriği bu kadar hızlı akarken çocuklar nesnelerin ve olguların nüanslarını tam olarak kavramadan bir sonraki videoya geçiyor. Kavramsal bir çerçeve henüz oluşmadığında ise anlam-kavram örtüşmesi kurulamıyor.
Çocuk izlediği görsel içerikle ilgili yalnızca kısa ve yüzeysel bir farkındalık geliştirir ancak bu farkındalık derinlemesine bilgi sağlayamadığı ve verileri sindiremediği için çocuk genel anlamda konuşmamayı tercih edebiliyor. Bu durum zamanla öz güven eksikliğine ve sosyal iletişim becerilerinde gerilemeye yol açabilir.
Yetişkinlerin soruları karşısında çocuk kendini baskı altında hissederek düşüncelerini net olarak dile getiremeyebilir ve lafı dolandırma eğilimi gösterebilir. Yanıtlar çoğunlukla kısa ve mırıldanma biçimindedir. Bu noktada, anne babaların soyut kavramları somut oyunlar aracılığıyla ele alıp çocuklarla bilgilendirici ve yönlendirici konuşmalar yapmaları büyük önem taşıyor.
Anne babalar, olası dijital bağımlılığı önlemek için ekran süresi konusunda dengeli ve bilgilendirici bir yaklaşım benimsemelidir. Çocukların dijital cihazlarla hem üretken hem de eğlenceli bir şekilde vakit geçirmelerini sağlamalı. Ancak aynı zamanda dış mekân oyunları ve fiziksel aktiviteleri teşvik ederek motor becerilerini ve çevreye olan farkındalıklarını geliştirmelerine destek olmalı.
Çocuklar ekran oyunlarını gerçek gibi algıladıkları gibi, TikTok ve benzeri sosyal medya platformlarındaki gerçek insan görüntülerini de bir oyunun parçası olarak görebilir. Bu belirsizlik, oyundan tanıdıkları yetenekler, güçler, tepkiler ve kuralların gerçek dünyada da geçerli olduğu yanılgısına neden olabilir.
Bu durum, çocukların model aldıkları bir “influencer”ı taklit ederek gerçek hayatta oyun oynuyormuş gibi davranmalarına yol açabilir. Bir çocuk, sürekli olarak sosyal medyada izlediği bir içerik üreticisinin davranışlarını izliyor ve onun hareketlerini, konuşma biçimini ya da gündelik alışkanlıklarını kopyalıyor olabilir.
Ancak izlediği içerikteki davranışların bağlamını ya da arka planındaki nedenleri anlaması zor olabilir. Böylece taklit ettiği davranışların gerçekte ne anlama geldiğini kavramadan sadece bir oyun gibi görmesine neden olabilir. Örneğin, ürün tanıtımı yapılan videolar izleyen bir çocuk, ürünü satın almanın puan toplamakla karıştırabilir.
Bu tür yanılsamalar, çocuklarda empati kurma, sorumluluk alma ve sosyal ortamlarda gerçekliğe dayalı kararlar verme becerilerini zayıflatabilir. Özellikle duyusal ve duygusal farkındalık geliştirmekte zorlanabilirler ve gerçek hayattaki olayların ciddiyetini tam olarak anlayamayabilirler.
Akıllı telefonlar, tabletler ve diğer elektronik aygıtların yetişkinlerin ve çocuklar hayatının önemli bir parçası olmaya devam edeceğini biliyoruz. Dolayısıyla bunları tamamen ortadan kaldırmak mantıklı değil. Yapay zekâ ile tasarlanmış, yüksek çözünürlüklü güzel grafiklere sahip dijital oyunları yasaklama hakkımız yok. Kısıtlayabiliriz ama yasaklamamız gerekmiyor.
Yasaklama yerine, sanal dünya ile gerçek dünya arasındaki farkları ayırt etmeleri konusunda onlarla bilinçlendirme konuşmaları yapabiliriz. Çocuk yaşta aşırı dijitalleşmenin getirebileceği riskleri önce kendimiz öğrenip sonra onların anlayacağı dilde örneklerle anlatmak işe yarayacaktır.
Çocuğun yaşına göre obezite, uyku bozuklukları, okulda uyum sorunları, odak eksikliği ve hiperaktivite, göz ve omurga bozuklukları gibi riskler anlatılabilir. Akıl ve sözle ikna etmenin mutlaka bir yolunu bulabiliriz ve dijital oyunla etkileşim içindeyken bile gerçek hayattaki sorumluluklarının farkında olmalarını sağlayabiliriz.
Çocuklarımıza ekran oyunları ve sosyal medya içeriklerinin ne kadar gerçekçi görünse de aslında birer simülasyon olduğunu, gerçek dünyada farklı kuralların geçerli olduğunu anlatmamız çok önemli. Bunun yanı sıra; yapbozlar, Lego setleri ve boyama kitapları gibi yaratıcı alternatif oyunlar sunarak, onların yüz yüze iletişim becerilerini ve hayal güçlerini desteklemek de yararlı olacaktır.
Bu yazının oluşmasındaki katkılarından dolayı Altay Marco Ocaklı’ya teşekkür ediyorum.