Olga Ocaklı PhD
Ergenlerde fiziksel ve hormonal değişim, ses çatlaması, adet döngüsü ve akne gibi etkenlere bağlı ruh hali dalgalanmaları artık eskisi kadar masum değil. Gençlerin günümüzde sosyal medya nedeniyle önceki kuşaklara göre çok daha fazla uyarılmayla karşı kaşıya olduğunu göz önünde bulundurmalıyız. Üstelik sosyal medya platformlarında siber zorbalık riskine karşı savunmasız kalmak, ruh halindeki dalgalanmanın depresyona evrilme riskini artırabilirler.
Aile içi sorunlar, anlamsız gelen kurallar ve gelenekler, arkadaşlarla anlaşmazlık, düşük notlar gibi gelişmelere ergenin üzüntü ve kızgınlık şeklinde değişken tepkiler göstermesi doğal karşılanabilir. Yüzünde az önce görülen gülümsemenin yerini kızgın bir kaş çatma alabilir. Bu gibi hallerde depresyon kuşkusuyla terapisti aramak için acele etmek gerekmez.
Depresyon daha çok uzun süren motivasyon eksikliği, umutsuzluk, karamsarlık, suçluluk duygusu, düşük öz değer, asosyallik, halsizlik, keyifsizlik, aşırı alınganlık ile karakterize bir rahatsızlıktır. Yeme içme alışkanlıkları iştahsızlık ya da aşırı yeme biçiminde ani değişiklik gösterebilir.
Depresyon eğilimi olan genç durgunlaşır, içine kapanır, gerçek duygularını gizler, sevdiği etkinliklerden uzaklaşır. Sorumluluklarını umursamaz ve artan ölçüde kendini ve/veya başkalarını suçlama eğilimi görülür. Odaklanma bozukluğu, korku, kaygı, donukluk ve işe yaramazlık duygusu öne çıkabilir.
Karmaşık beyin devrelerini, patofizyolojiyi ve nörokimyasal analizleri bir yana bırakıp, bütüncül terapi bakış açısıyla bakalım. Basitçe söylemek gerekirse, depresyon koşullarını yaratan, içsel ve dışsal olmak üzere iki tür kök neden vardır.
İçsel kök neden; kalıtsal etkenler ve özgün enerji dengesinin bozulmasıdır. Dışsal kök nedenler ikiye ayrılır: Birincisi doğal afet, ekonomik kriz, savaş gibi değiştiremeyeceğimiz faktörlerdir. İkincisi ise aile, iş yeri ve arkadaşlarla ilişkiler gibi değiştirmeye gücümüz yeten faktörlerdir.
Ailenin yaşam ve beslenme tarzının doğadan kopuk olması, gençlerde beden ve bilinç arasındaki özgün enerji dengesini bozulmasının en önemli nedeni olabilir. Bireyde doğası gereği baskın olması beklenen enerji uzun süre aktif hale gelemeyebilir. Sonuç olarak ergen, yaşadığı sosyal ekosistemde duygu ve düşüncelerini dışa vurmakta ve uyumlu ilişki kurmakta zorlanır. Sorunları üst üste biriktirir ve tepkilerini belli etmek için davranış dilini kullanır.
Dış etkenler tarafından uzun süreli aşırı uyarılma, ‘duygusal farkındasızlık’ adı verilen duygu durumuna yol açabilir. Sinir sisteminin yanıt vermek için bir uyarana bağımlı hale geldiği durumlarda, uyarılma azalır veya kaybolursa kişi bunalıma doğru ilerleyebilir. Uyarılmanın uzun süre ve aşırı sayıda yinelendiği diğer vakalarda ise tam tersi etkiyle ‘yenilik heyecanı’ azaldığı için kişinin bu kez sıkılma nedeniyle bunalıma yöneldiği görülebilir.
Depresyon birdenbire olan bir rahatsızlık değildir. Her sağlık sorununda olduğu gibi depresyonda da fiziksel ve duygusal sindirim atıklarının bir hastalık olarak birikme, katmanlaşma ve somutlaşma aşamaları vardır. İlk aşamalar genellikle belirti vermese de çocukta görülen davranış değişikliğini izlemek, olası bir depresyon atağını bulgulama açısından önemli ipuçları verebilir.
Son yıllarda psikoterapiste yönlendirilen 14-16 yaş arası çocuk sayısının arttığını ve antidepresan ilaçların giderek yaygınlaştığını çevremizde görüyoruz. Antidepresanlar, hekimin tıbben gerekli gördüğü depresif vakalarda etkili bir tedavi yoludur.
Ancak kullanımı yaygınlaşan antidepresanlar maalesef toplum tarafından sıradan bir ilaç olarak algılanmaya başlandı. Ne yazık ki, bunun sonuçları pek masum olmayabilir. Sanki grip olan çocuğa bağışıklık güçlendirici takviye veriliyormuş gibi antidepresan verilmesi bir dizi sağlık sorunlarına yol açabilir.
Antidepresan kullanan 25 yaş altı gençlerin yan etkiler açısından risk altında olduğu saygın tıbbi yayınlarında yer almakta. Antidepresanları irdeleyen yeni araştırmaların hangi çarpıcı sonuçlara ulaşacağını önümüzdeki yıllarda göreceğiz.