Bildiğimiz gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu bir devrimdir ve devrimler de otokrat karaktere sahiptir.
Türk devrimi de yukarıdan aşağıya kurulduğu için bu sistemi işletecek aydınlara ihtiyaç duymuştur. Hiç yoktan bir sermaye, bürokrasi ve devlet yaratılmıştır. Düşünün, %90’ı okuma yazma bilmeyen bir toplumda doktor, bürokrat, mühendis, öğretmensiniz. Büyük bir ayrıcalık olduğu kesin.
Bu değişimin liderliğini de Atatürk ve CHP yapıyor.
Buraya kadar her şey normal ancak herkes bu değişikliğe katılmak istemiyor. O zaman güç devreye giriyor ve ikna olmayanlara “bundan sonra böyle yaşayacaksınız” deniyor. Her devrim gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin de mağdur yarattığı kesindir ve bu mağduriyet oldukça geniş kesimler tarafından yaşanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, modernleşme ve fakirlikten kurtuluş elbette iyi olmuştur ancak bu bir iyi-kötü değerlendirmesi değildir; herkesin istediği gibi yaşama isteğinin devlet tarafından kırılarak başka bir yaşam biçimine zorlanmasıdır. Bizde Batılı ülkelerde olduğu gibi asırlar süren bir modernleşme olmadığı için de halkın ikna olması biraz zorla olmak durumunda kalmıştır. Doğru olmuştur, o ayrı bir konu ama zorlandıkları kesindir.
Atatürk’ün genç denebilecek bir yaşta vefat etmesi, devrimin yarım kalması Cumhuriyet’in önderleri olması gereken, ülkenin parası ile okumuş insanların da bunu fırsat bilip ayrıcalıklı bir sınıf oluşturmasına yol açtı. İşte bu sınıf babadan oğula sistemin her türlü ayrıcalığını kullanmış ve kendilerini ülkenin sahibi, ayrıcalıkları doğum hakkı olarak görmüşlerdir. Ülkenin öne çıkan ailelerine bakın, çoğunun geçmişinde devlet veya bürokrasi vardır. Sonrası darbeler, halka yukardan bakma ve iradesini yok saymayı meşru görme alışkanlığı. İşte “Beyaz Türkler” de onlardır.
“Beyaz Türkler” böyle serpilip gelişirken toplumun bir kısmı da devletle karşı karşıya gelmiştir. Herkes bunun sadece din alanında olduğunu düşünüyor ama bu eksik bir bilgi çünkü yaşamın her alanında devletle vatandaş karşı karşıya gelmiştir. Yaşamak için ormandan odun toplayan orman köylüsünün arabasına el konulup hapsedilen, doktora muayene olmaktan korkup hastaneye gitmeyen, gittiğinde aşağılanan, devlet dairesinde hırpalanan, ehliyet alamayan, askerde dayak yiyen, darbelerde hapsedilen insanlar var. Burada konu din değil, devletin vatandaşı uygun gördüğü şekilde yaşamaya zorlaması. Hatta devletin kendini vatandaşın üstünde görmesi, işte sorun budur.
Bu travma ağırlıklı olarak Anadolu’da toprağa bağlı küçük şehir ve kasabalarda yoğun yaşanmıştır çünkü şehirleşme ve eğitim yeni devletin arzu ettiği bir durumdur; bu ayrıcalığı yakalayanlar travmadan uzak kalmayı başarmıştır. İşte halk arasında bu travmanın sorumlusu CHP’dir. İstediğiniz kadar “o CHP bu CHP değil” deyin, toplumun bilinçaltına yerleşen ve kuşaktan kuşağa aktarılan bu travma artık tedavi edilemez halde, bu ülkedeki muhafazakâr kitle gırtlağı kesilse CHP’ye oy vermiyor.
Kemal Tahir’in Türkiye Cumhuriyeti’ni ceberut olmakla suçlaması, “Osmanlı’nın müşfik devletini yıktı” demesi bundandır. İdris Küçükömer’in “Türkiye’de sağ soldur, sol da sağ” demesi ülkede devlete karşı vatandaşın haklarını savunanların hep sağ partiler olmasındandır. Çünkü sağ partiler devletin zorlayıcı gücünü törpülemeye çalışmış, din dahil devlete karşı özgürlüklerin kazanılmasında rol almış, darbelerde asılan seçilmiş liderler sağcı olmuştur. Devlete karşı kazanılan din özgürlüğü de olsa bu böyledir.
İşte bu insanların iktidarda bulduğu şey devlet sopasına karşı Erdoğan’ın onları koruduğu düşüncesidir. Artık darbe olmuyor (ki asker o gücün ve travmanın sembolüdür), doktora gidince azarlanmıyorsun, kimliğin eve geliyor, adli sicil diye sürünmüyor, ehliyet diye yıllarca beklemiyorsun. Bakın, doğru veya değil, insanlar böyle hissediyor.
Erdoğan’ın her fırsatta tetiklemeye çalıştığı ve “CHP zihniyeti” diye adlandırdığı bu korkudur.
CHP de asla dönüştüremediği kadroları, ulusalcı faşist yüzleri, yüzeysel olarak Kemal Kılıçdaroğlu’nun yarattığı “birleşme ve hoşgörü” kavramını hâlâ “beyaz”larla kol kola olduğu için tabana yayamaması nedeniyle bunu değiştiremiyor. Hâlâ babasının soyadını taşıdığı için CHP kadrolarında olanlar var.
Bu korku o kadar büyük ki hiçbir yolsuzluk ve ekonomik kriz bunu aşamıyor.
Sonuca geçmeden yazayım, “beyaz devlet” gitti ama özgür devlet gelmedi, yerini “yeşil devlet” aldı. Kendi gibi yaşamayan hiç kimseye özgürlük ve alan tanımıyor, tek fark yeni yeşil devletin tabanı eskiden daha geniş.
İşte bu noktada “beyazlar”ın yeniden devlet üstünde hak talebi ile özgürlük ve adalet talebi birbirine karışıyor. Sayıca az olmalarına rağmen elinde medya ve güç olan “beyazlar” “yargılanacaksınız, kaçacaksınız, şöyle yaparız böyle yaparız” diye bu devlet korkusunu tetikliyor ve CHP geniş halk kesimleri için daha büyük korku haline dönüşüyor.
İşte bu nedenle CHP seçim kazanamaz, o yüzden 2. tur öncesi CHP’nin temsil ettiği bu zihniyete taban taban zıt politika üreten Kemal Kılıçdaroğlu partiden istifa etmeli, korkuları ve ulusalcı faşistlerin olduğu kadroları geride bırakmalı ve halka devlet sopasına karşı olduğunu anlatmalı. “Ben size Erdoğan’dan daha fazla devlete karşı güvence vaat ediyorum” demeli.
Böylece bir şansı olduğunu düşünüyorum.