7 Haziran 2015 seçimlerinde Meclis’teki çoğunluğu kaybeden AKP yürütülen barış sürecinin buna neden olduğunu düşünerek bu süreci bitirmek için bir bahane aradı. 22 Haziran 2015 günü “genç polis memurları Feyyaz Yumuşak ve Okan Uçar Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde kaldıkları evde başlarından vurulmuş olarak” bulundu. Seçimden 15 gün sonra yani.
Yedi kişi olayla ilgili olarak tutuklanıp üç yıla yakın bir süre cezaevinde kaldı. Sonra ne mi oldu? 1 Mart 2018 günü “…her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı, yüklenen suçların sanıklar tarafından işlendiğinin sabit olmadığı tüm dosya kapsamından anlaşıldığından” denilerek bu kişiler salıverildi.
İsterseniz epey öncesinden başlayarak anlatalım.
“2009 yılında MİT ile PKK arasında gerçekleştirilen Oslo Görüşmeleri ile temeli atılan ‘Çözüm Süreci’, 2009-2015 arasında pek çok kez askıya alınsa da sürdürülmüştü. 6-8 Ekim 2014’te IŞİD’in Suriye’nin kuzeyindeki Kürt kenti Kobani’yi kuşatması nedeniyle başlayan protestolar ise çözüm sürecine ağır darbe vurdu. Buna karşın HDP ile hükümet arasındaki görüşmeler devam etti. Ancak 17 Temmuz 2015 tarihinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP ve HDP’lilerin katılımıyla açıklanan 10 maddelik ‘Dolmabahçe Mutabakatı’nı tanımadığını açıkladı. Bu gelişme ile çözüm süreci de rafa kalkmış oldu.”
7 Haziran 2015 günü yapılan seçimde ise AKP yüzde 40,8 oranında oy almasına rağmen Meclis’teki çoğunluğunu kaybetmişti. Bu seçimde HDP Selahattin Demirtaş liderliğinde yüzde 13,1 oranında oy alarak 80 milletvekili çıkardı. Erdoğan uğradığı seçim yenilgisini barış süreci yürütmesine bağlayarak süreci bitirmek istedi. Ceylanpınar’daki cinayetler de kendisi için bulunmaz bir fırsat yarattı.
Ancaaaak…
Bu cinayetleri PKK’lıların işlemesi gerekiyordu ki AKP de barış sürecini bitirmek için bu olayı bir gerekçe olarak kullanabilsin.
Bu gerekçe de altın bir tepside PKK tarafından iktidara sunuldu.
İlkin PKK’ya bağlı HPG saldırıyı üstlendi. Birkaç gün sonra KCK Dış ilişkiler Sözcüsü Demhat Agit “Bunlar PKK’dan bağımsız birimler. Bize bağlı olmayan, kendi içlerinde örgütlenmiş olan yerel güçlerdir. Bizim yaptığımız bir şeyi üstlenmekle ilgili çekincemiz yok. PKK/HPG olarak yapılan bir eylem varsa bunun izahatı, gerekirse özeleştirisi yapılır” diyerek saldırıyı üstlenmediklerini açıkladı.
Agit’e daha sonra PKK Yürütme Komitesi Üyesi Murat Karayılan da katıldı ve saldırının örgütçe yapılmadığını söyledi. Ancak “Haberi olmadan bölgede kuş uçmaz” denilen örgüt birbiriyle çelişen açıklamalarıyla kendini iyice zor duruma sokarken atı alan Üsküdar’ı geçti.
Tabii iktidar tüm bunlara hazırlıklıydı anlaşılan. Ceylanpınar’da işlenen cinayetlerle ilgili hiçbir delil ve kanıta dayanmayan bir iddianame hazırlandı. Yedi genç cezaevine atıldı üç yıl boyunca, bu süre sonunda da “aaa hay Allah siz suçsuzmuşsunuz” denilerek tümü salıverildi.
İyi de polisleri kim öldürmüştü o zaman?
Kim veya kimlerin bu cinayetleri işlediği bugün bile yanıt bulabilmiş değil.
Bu olayın üzerinden dört ay geçtikten sonra yapılan 1 Kasım seçimlerinde AKP yeniden çoğunluğu sağlayacak kadar oy aldı ve “rahatladı.”
Polisleri kimin öldürdüğüyle ise AKP değil tutuklanan gençlerin avukatları, gazeteciler ve HDP’li milletvekilleri ilgilendi. Yanlış okumadınız, polislerin katillerinin peşine HDP’li vekiller de düştü. Artı Gerçek yazarı Ayşe Yıldırım 21 Temmuz 2020 tarihli yazısında “biz de defalarca ve ısrarla Ceylanpınar’ın aydınlatılması için cevaplanması gereken soruları gündeme getirmiştik. O sorulardan bir tanesi de polislerin öldürüldüğü evde parmak izi bulunan polis Burak Kuru’yla ilgiliydi. Burak Kuru, Feyyaz Yumuşak ve Okan Uçar’ın öldürüldükleri eve hiç gitmediğini söylemesine rağmen evdeki 10 farklı parmak izinden dördü ona ait çıkmıştı. Ve ilginçtir ki bu gerçeği 2015 yılında ortaya çıkaran ekspertiz raporu dosyaya iki yıl sonra konulmuştu. Raporun konulmasını kim ya da kimlerin geciktirdiği, Kuru’nun dosyada neden şüpheli olarak yer almadığı sorusu da bugüne değin yanıt bulmadı” dedi.
Tutuklu gençlerin avukatlarından Hüseyin Akay ise bir başka garip iddiayı gündeme getirdi:
“Dava dosyasında yer alan olay yeri tespit tutanağında; her 2 polisin farklı odalarda uyurken enselerine sıkılan birer kurşunla şehit edildikleri yazılıydı. Fakat gerçek hiç de böyle değildi maalesef. Olay yerine ilk intikal eden polis ekibinden bir kişinin tarafıma yaptığı itiraf da, ölen polisin çalışma masasında oturur vaziyette ve başı açık olan laptopuna düşmüş vaziyette şehit edildiğini belirtiyordu. Sonrasında polis amirinin üstleriyle yaptığı telefon görüşmeleriyle, her nasılsa masada oturur vaziyette şehit edilen bu polis memuru, tutanaklara ‘yatakta uyur vaziyette ölü bulundu’ şeklinde geçmişti.”
Gördünüz mü bir cinayetin siyasi olarak “yararlı” hale getirilmesi nasıl oluyormuş?
Öyle bir senaryo yazarsınız ki o iddianame haline gelir ve siz de istediğiniz sonucu elde edersiniz. Gerçek yıllar sonra açığa çıkar ama…
Bu arada avukat Akay’a itirafta bulunan polis memurunun vicdan azabına dayanamayıp mesleğini bıraktığı bizzat Akay tarafından açıklandı.
Bir de öldürülen polislerin komşusu olan Suriyeli kadının emniyette alınan ifadesi vardı ama o ifade dosyaya asla konmadı. Üstelik bu kadının ifadesi farklı bir odada alındı ve kara çarşafla girdiği emniyetten çarşafını çıkararak çıktığı iddia edildi.
Gariplikler bu kadarla sınırlı değil.
Cinayetlerin işlendiği dönemde Urfa HDP milletvekili olan Leyla Güven olayla ilgili olarak gözaltına alınan gençlere emniyette işkence yapıldığı iddiası üzerine emniyet müdürünü aradığını ancak müdürden “vekil hanım polisimizi öldürenlere çiçek mi uzatacaktık” yanıtını aldığını iddia etti.
Bu yanıt üzerine Urfa Valisi’ni aradığını söyleyen Güven Vali’nin kendisine “o polisler aslında üç arkadaşlardı. Onlardan bir tanesinin diğer ikisiyle aralarında bir husumet yaşanmış ve oradan ayrılmış. Hepsinde ayrı ayrı o binanın anahtarı varmış. Dolayısıyla bu olay siyasi bir olay değil. Bu adli bir vakadır. O polis öfkelendiği için iki polisi bir gece kendi anahtarıyla kapıyı açarak öldürüp gidiyor. Biz olayın bu şekilde gerçekleştiğine dair duyum aldık. Dolayısıyla bu diğer söylenen şeyler doğru değil” dediğini açıkladı.
Tabii Urfa Valiliği derhal bir açıklama yaparak Güven’i yalanladı. Açıklamada Leyla Güven ile Vali’nin anlattığı şekilde bir telefon görüşmesi olmadığı belirtilerek bu sözlerin “tamamen mesnetsiz ve gerçeğe aykırı” olduğu ifade edildi. Urfa Valisi açıklamasında “Ceylanpınar’da söz konusu evde üç polis memurunun kaldığı yönünde bana atfen verdiği bilgiler de aynı şekilde gerçek dışıdır. O tarihte bu evde sadece şehit edilen iki polis memuru kalmaktaydı, üçüncü bir şahıs söz konusu değildir” dedi.
Bunun üzerine Leyla Güven 1 Eylül 2019 günü Van’da yapılan barış mitinginde iddialarını yineledi ve Vali’ye çağrıda bulunarak “Vali şu anda inkâr ediyormuş. Ben de çağrı yapıyorum diyorum ki, her şey kayıt altındadır. Siz, bizi 24 saat izliyorsunuz. Buyurun açın arşivleri. Arşivlerde her şey mevcut. Orda valinin de söylediği benim de söylediğim mevcuttur. Açsın o ses kayıtlarını, çıkarsın kamuoyuna sunsun.”
Peki Güven’in bu çağrısı karşılık buldu mu, Vali bir açıklama yaptı mı?
Ne gezer!
Üzerinden birkaç yıl geçtikten sonra bu kez HDP Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu da olayla ilgili olarak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yanıtlaması istemiyle Meclis’e bir soru önergesi verdi. Soruların neler olduğunu merak edenler için bu linki veriyorum.
TBMM Başkanlığı önergeye yanıt vermek şöyle dursun bir de Gergerlioğlu’na ayar vermeye çalıştı. Meclis başkanlığı sorulan sorulardan dördünün ya çıkarılmasını ya da yeniden düzenlenmesini istedi.
Tüm bunlara bir de içeri alınıp üç yıla yakın yatırılan, işkence gördüğü iddia edilen gençlerin olay günü nerede olduklarını kanıtlayacak HTS kayıtlarının savcılık tarafından imha edildiğini eklersek polisleri kimlerin öldürdüğü, bu cinayetleri kimlerin sakladığı, hasıraltı ettiği sanırım daha kolay anlaşılır.
“Soruşturmayı yürüten ilk savcı Mehmet Kıvanç Kılsızoğlu tam fezleke yazılacağı sırada terfi etti. Ankara’ya Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Merkezi’ne hâkim olarak atandı. Ceylanpınar’da o kadar kıdemli savcı varken onun atanması herkesi şaşırttı. Kılsızoğlu o yıl (2019) Nisan ayında da birinci sınıf hâkimliğe terfi etti. Söz konusu merkezde 15 Temmuz darbe girişimi sonrası ‘FETÖ’ şüphesiyle arama yapıldığını ekleyelim. Elbette gençleri tutuklayan ilk hâkim Nurettin Bulut’un da 15 Temmuz sonrası ‘FETÖ’den tutuklandığını da… Otopsi savcısı dahil Ceylanpınar’da görevli 22 polisin yine “FETÖ”cü suçlamasıyla açığa alınıp, tutuklanıp, ihraç edildiğini de…”
Nasıl ama!
Bu arada yazıyı bitirdikten sonra aşağıdaki haberi okuduğum için buraya not edeyim.
10 Ekim 2015 günü Ankara Garı meydanındaki mitingde IŞİD canlı bir bomba patlatmış ve 100’den fazla kişi ölmüştü. İşte o gün Ankara Emniyet Genel Müdürü olan Adem Arslanoğlu CHP’li İBB tarafından İETT Güvenlik Şube Müdürü olarak atanmış.
Aslına bakarsanız hiç şaşırmadım. İmamoğlu’nun ilk vukuatı değil bu.
Ama 32 kısım tekmili birden derler ya işte Ceylanpınar cinayetleri öyle bir şey…
İçinde devlet var, PKK var, hükümet var, Fetö var, emniyet var, siyasi partiler var, var da var.
Ben ancak şapka çıkarıyorum, çünkü bu kadarını ancak Blacklist dizisinde izleyebiliyoruz. Blacklist Türkiye’deki yaşanmış olayları dizi haline getirseydi senaryo yazarlarına para ödenmesine hiç gerek kalmazdı.
Çünkü burada devletin bütün işi böyle şeyler zaten.
Üstelik çekim ekibine de gerek yoktu, haber kanalları böyle olayların gerçek görüntüleriyle dolu.
Senaryoya da çekimlere de para harcanmayan bir dizi…
Altı sezon ve yüzlerce bölümden oluşan Blacklist’i düşününce kârın büyüklüğü diziye finansör olanların ağızlarının suyunu akıtırdı kesinlikle.
Bu vatanın taşı toprağı altın kardeşim…
Ha bu arada PKK yapmadığı eylemi üstlendiğini açıklayan kimse ya da kimseleri sorgulamış mıdır acaba?
Fotoğraf: İnternet
Not: Bu yazı 24 Ağustos 2020’de yazılmıştır.