Ukrayna, Orta Doğu ve Asya Pasifik kırılgan coğrafyalarındaki stratejik çekişmelerin muhtemel bir küresel savaş tehlikesin körüklediğini söylemek yanlış olmayacaktır.
*Ukrayna’nın işgali, uluslararası ilişkilerin kronik seyrini değiştiren, küresel kutuplaşmaya ivme kazandıran bir etki yaratmıştı. Hatta çatışmaların, statüsü tartışılan Dinyester bölgesi üzerinden diğer bir kırılgan bölgeye, Balkanlar’a sıçrayabileceğinden dahi endişe duyulmuştu.
Suriye’deki değişim kapsamında, Ukrayna meselesi üzerinde mutabakat sağlandığı söylense de, NATO müdahaleli bir Rusya-ABD savaşına dönüşme riski halen dışlanmamakta.
*Gazze merkezli İsrail-Filistin çekişmesi ve katliamların medeniyetler çatışması boyutunda Doğu-Batı karşılaşması zeminine çekilerek küresel tehlikeye yol açılması diğer bir endişe kaynağıydı.
Nitekim vekaletli savaşlarla yürütülen planlı çatışmaların geniş çaplı küresel restleşmeye dönüşme ihtimali mevcuttur.
*Öte yandan, Güney Çin Denizi odaklı bir ABD-Çin sıcak dalaşı olasılığı da her an işten bile değil.
Amerikan rüyasını zafiyete uğratan Çin’in büyümesini bir türlü frenleyemeyen Washington’ın ısmarlama bir soğuk ve sıcak savaş arayışında Asya Pasifik’i önceleyeceği diğer bir ciddi tartışma konusu.
Çin, Uygur ve Tayvan yumuşak karnı ile esasen uzun süredir ABD’nin hedefindeydi.
ABD Asya Pasifik’te oluşturduğu AUKUS, BEŞGÖZ, QUAD bölgesel ittifaklarıyla Çin’in sinir uçları ile oynarken, Pekin de boş durmadı, bir ölçüde Rusya’yı da yanına almış görünerek BRICS, Şanghay İşbirliği yapılanmaları ve Kuşak Yol Projesi adımlarıyla Batı’nın kabusu olmayı sürdürdü.
Sözünü ettiğimiz bu çatışmalı coğrafyalardaki vekaletli restleşmelerin sıcak çatışmalara evrilme ihtimali uluslararası toplumun yüreğini ağzına getirirken, korkulan kıvılcım Hamas’ın 7 Ekim’de İsrailli sivilleri hedef alan terör saldırısı ile Orta Doğu’da görülüverdi.
Küresel savaşın çanları çok yakın coğrafyamızda, kulağımızın dibinde çalmaya başlamıştı.
Hamas
Muvazaalı (danışıklı) olduğu da iddia edilen saldırıda yüzlerce sivil kaybı olan İsrail, öç alma duygusu içinde Filistin ve yakın bölgesini hedefine alıverdi. Sonu gelmeyen öfke operasyonları, işgal ve etnik temizlik boyutundaki saldırılar Gazze, İran, Lübnan, Yemen’le de sınırlı kalmayıp Suriye’ye uzandı.
Başkanlık seçimleri zafiyeti içindeki ABD’nin ve Batı’nın sınırsız desteğini alan İsrail, vetolarla eli kolu bağlanmış BM sessizliğinde, Orta Doğu barut fıçısını ateşlemeye başladı.
Şeytani bir plan olan “Büyük Orta Doğu Projesi” yeniden ivme kazanıyor değerlendirmeleri yapılırken, Suriye dikta rejiminin tek bir kurşun atılmadan, neredeyse birkaç saat içinde yıkılışı çok uluslu maharetli bir oyunun sahnelendiğini gösterdi.
Bir olasılıkla Türkiye’nin de razı edildiği uluslararası koalisyonun, ABD, İsrail, NATO, İngiltere ve kısmen haberdar edilen İran ve Rusya bileşenli olabileceği konuşuldu. İçeride ise HTŞ ve YPG ile rejim köşeye sıkıştırılıp, çaresizce teslim olmaya imale edilmiş olabilirdi.
Esad rejimin yıkılışının ayrıntıları, koalisyon içi paylaşım çekişmesi, ön alma veya birbirini itham ederek suç yükleme aşamalarındaki itiraflarla daha iyi anlaşılacaktır.
Bizim açımızdan esas mesele, Türkiye’yi beğenmediği için komşudaki rejimi yıkan, yayılmacı, işgalci durumuna sokan, görünürde övücü tuzak söylemleri kabullenmemek olmalı. Bu pohpohlamanın kabulü anlamına gelebilecek siyasi suskunluğumuz, uzun vadede ülke itibarını ilgilendiren tarihi bir yanlışlık olacaktır.
Bu bağlamda radikal terörist milisleri besleyen, iş birliği yapan bir ülke olarak anılmayı başından reddetmek gerekir.
BM
Çok sayıda dış aktörün rekabet içinde olduğu yeni Suriye’nin nasıl bir yönetim ve devlet düzenine evrileceği henüz bilinmemekte.
İstikrarın, silahlı topluluklar arasındaki dengenin ve ehliyetli bir yönetimin nasıl kotarılacağı henüz bilinmezken, üniter yapının parçalanması veya Afganistan benzeri siyasal İslam’a teslimiyet ihtimalleri ciddi endişeler yaratmakta.
Öte yandan, Suriye’nin kaotik durumunu fırsat bilen İsrail’in Golan Tepeleri’ni işgalle, tampon bölgeler ihdası (kurması), stratejik altyapıyı sıfırlayan hava operasyonları ciddi itiraz ve egemenlik sorunlarına yol açmakta.
Güneydeki İsrail işgaline ilaveten Türkiye’nin kuzeye yönelik YPG hedefli olası askeri harekatı ve güvenli kuşak tesisi kararı durumu daha vahimleştirebilecek, diğer meselelerle birlikte Suriye’nin üniter yapısına tehdit oluşturabilecektir.
Çözümsüzlüklerin küresel istikrara kalıcı tehdidinin sürmesi halinde, tüm süper güçlerin sahada olduğu bu gidişata dur diyebilecek yegane otorite Birleşmiş Milletler olacaktır.
Suriye yönetiminin, savaşların önlenmesinde birincil sorumluluğu taşıyan Birleşmiş Milletler’e devri kaçınılmaz olabilir.
Yabancı askerlerin, düzenli düzensiz tüm yabancı savaşçıların ülke topraklarını terk edeceği Suriye’de güvenliğin, kendini yönetecek yetkinliğe ulaşana kadar, geçici olarak BM Barış Gücü kontrolüne bırakılması belki en isabetli seçenek olarak akılda tutulmalı.
Suriye için en kötü senaryo ise, olası bir kanlı iç savaşın ülkeyi çaresizlik içinde Esad şemsiyesini arama noktasına taşıması olacaktır.
Fotoğraf: Sputnik