Eski fotoğraflarıma bakıyorum, sonra da aynaya. Dün gibi anımsıyorum fotoğraf çektirdiğim günleri. Yarınlardan umutlu, neşeli, kaygısız. Dün gibi değilim artık.
Aslında hiç kimse dün gibi değil. Zaman makinesi sürekli bizi değiştiriyor, dönüştürüyor. Yıllar hepimizden bir şeyler alıp götürüyor…
Evet artık dün gibi değilim. Sen de dün gibi değilsin. O da dün gibi değil. Onun yıllar önceki videolarını izliyorum kimi zaman. Orada, burada. Başı dik, duruşu dik, omuzları dik. Yere sağlam basıyor, güçlü adımlarla yürüyor. Konuştukça umut veriyor. Heyecan veriyor dört bir yana. Gözleri ışıl ışıl. Bir de çeyrek asır sonra şimdiki haline bakıyorum. Siyah saçlarına ak düşmüş. Omuzları çökük. Kamburu çıkmış. Artık eskisi gibi yere sağlam basmıyor. Benim gibi küçük adımlarla yürüyor. Sırtındaki ağır yükü taşımakta zorlanıyor. Çöktü çökecek, gitti gidecek izlenimi veriyor.
Varlığından nemalananlar korku içinde, endişe içinde. Onsuz ne yaparız kaygısı içinde. “O çökerse biz de çökeriz” telaşı içinde, yorgun insanın paçasına sarılmışlar, yalvarıyorlar, “gitme kal burada” diye. O da pek gidici değil. Bıraksalar daha yıllar boyu uzun yürüyüşe devam edecek gibi. Kendisine gönül bağı ile bağlı olanlar en büyük güç kaynağı, enerji kaynağı. “Ömrüm senin olsun” şeklinde yığınlardan gelen çığlıklar her daim kulaklarında. Yığınlar ona aşık, o yığınlara.. Konuşmaları her daim coşkulu, heyecan verici, sürükleyici. Kimi zaman da öfke dolu gözleri, sözleri. Sesi hala gür ve etkileyici. Konuşmasına iyi konuşuyor, ancak bazen dilinden dökülenlere insanın inanası gelmiyor.
Geçenlerde duydum, kulaklarıma inanamadım. Kürsüye çıkmış etrafa öfkeden nefret saçıyordu. Sözüm ona rakiplerine çatıyordu. Kimler kendisini yıllar önce bu denli korkuttu ise, hala o yılların travmasını yaşıyordu. Kendisi gibi anasının ak sütünü emmiş genç bir insan için inanılmaz sıfatlar kullanıyordu. Hayatta eline çakı dahi almamış, karıncayı incitmemiş bir insana, erliğe sığmayacak sözlerle çatıyordu. Hiç mi hiç düşünmeden. “Ben bu lafı ediyorum ama bu adamın anası babası ne der ne düşünür?” diye hiç düşünmeden. Kamuoyunda nasıl karşılanır diye hiç düşünmeden. Siyaset bu duruma düşmemeli, siyasi rakibe saldırırken masum insanlar rencide edilmemeli.
O genç insan ki, hayatını emekçinin, işçinin, köylünün, madencinin hakkını korumaya, doğayı savunmaya adamış. Okuduğu hukuk mektebinden mezun olup hak, hukuk ve adalet savunuculuğuna soyunmuş. Genç adam arzu etseydi bu bozuk düzende, çarpık düzende köşe dönmeye meraklı gençlerden biri de olabilirdi. Bu dünyanın nimetlerinden onlar gibi nemalanmayı tercih edebilirdi. Yapmamış, hak, hukuk, adalet, doğa için mücadele yolunu seçmiş. Başına gelmedik kalmamış. Bu tercihinin bedeli ödetiliyor genç insana.
Gün gelir o genç insan halk kahramanı ilan edilir. Köroğlu gibi, Karacaoğlan gibi. Kim bilir Bolu Beyi’ni, kim hatırlar Bolu Beyi’ni. Ama Köroğlu hala sazlarda, sözlerde. Gün gelir karanlık geceler çeker gider, aydınlık umut geri gelir. Geriye bırakılan hoş seda kalır, nefret saçanlar unutulur. Hepimiz gidiciyiz. Bu dünyaya kazık çakan yok. Dün yağmurda beraber yürüdüğün insanlar, bakarsın seni omuzlarına almış bir bilinmeze doğru taşıyor. Hesap vermeye. Hesap gününde ne diyeceğini, nasıl hesap vereceğini de iyi düşünmeli insan. Tüm yaptıklarının, söylediklerinin hesabının sorulacağına inanarak yaşamalı insan.
Sultan Süleyman’a kalmayan bu dünya, bana da sana da, ona da kalmayacak. Yüce Tanrı her birimize bir can vermiş. Canımızın kıymetini bilelim. Pişman olacağımız, af dileyeceğimiz eylemlerden, söylemlerden kaçınalım.Canımızı her türlü beladan, musibetten uzak tutalım. Canlara can katalım.