Baktım canım çay istiyor, ben de kendime kahve yaptım… “Canımın istediğini değil, kendimin istediğini yapacağım” derken bu sözü ilk duyduğumda düşündüğümden daha derin anlamlar taşıdığını fark ettim.
Çünkü insanın içinde iki ayrı benlik yaşar: İsteyen ben ve seçen ben. Arzu eden yanımızla o arzuyu yönetme kapasitesine sahip bilincimiz arasındaki gerilimi her gün hissederiz. Çoğu zaman “canımızın istediği” ile “kendimizin istediği” birbirine karışır ve hangisinin bize ait olduğunu seçmek kolay olmaz. Oysa “Canım çay istiyor ama ben kahve yaptım” cümlesi, basit bir tercih gibi görünse de insanın iradesine dair önemli bir iz taşır: Arzuyu izlemek yerine ona rağmen seçim yapan bir benlik vardır.
İlk insanın dünyasında yaşam çok daha sadeydi. Hayvanlar içgüdüyle suya, bitkiler güneşe, kuşlar göç mevsimine yöneliyordu; doğada herkes “canının istediğini” yapıyordu. Çünkü “canının istediği” ile “kendinin istediği” arasındaki ayrım henüz yoktu. Dürtüler yaşamın temel yasasıydı: açlık, kaçma, korunma, hepsi kendiliğinden işlerdi. Ancak insanın içindeki kıvılcım farklıydı. Ateşi bulan el, düşünmeyi de buldu. Dürtünün çağrısını duysa bile ona göre davranmak zorunda olmayan tek canlı insan oldu. Canı su içmek istediğinde çanak yapmayı düşündü; canı saldırmak istediğinde beklemeyi , pusu kurmayı öğrendi. Doğa ona içgüdüyü verdi, fakat insan bunun üzerine bir kat daha ekledi karar vermeyi öğrendi. Böylece “canımın istediği” bilinçaltının sesi, “kendimin istediği” ise bilincin yükselen sesi hâline geldi.
Toplumların gelişimi de bu iki sesin çatışmasıyla şekillendi. Köyler kurulurken de şehirler yükselirken de insanlar hem hızlı atan kalplerine hem de düşünen zihinlerine kulak verdi. Dürtü savaş çıkarırken, bilinç barışı aradı. Dürtü sahiplenmeyi isterken, bilinç paylaşmayı düşündü. Tarih, insanın bu iki içsel sesi arasında kurduğu denge mücadelesidir. Belkide tarihin yazmadığı savaş insanın kendisi ile yapmış olduğu bu iç savaştır.
Arzu, insanın özünü belirleyen güçlerden biri sayılır. Spinoza’ya göre arzu, insan doğasının kendisidir ve ona karşı çıkmak doğanın akışına direnmek gibidir. Sartre ise insanın “özgür olmaya mahkûm” olduğunu, arzuların bile özgürlüğümüzü ortadan kaldırmadığını söyler; çünkü onları yorumlayan ve yönlendiren yine bizizdir. Bu nedenle arzuya rağmen verilen her karar, kişinin kendi özünü inşa etmesidir. Canının istediği çayı içmemek bile küçük bir özgürlük ilanıdır; arzu seni çekerken, bilinç başka bir seçim yapar. Dürtü varoluşun kökü, bilinç ise varoluşun anlamıdır.
Canın istediği şey, çoğunlukla otomatik ve duygusal bir dürtüdür; “kendimin istediği” ise değer temelli, bilinçli ve uzun vadeli bir tercihtir. Bu fark; öz disiplin, içsel bütünlük ve kendilik bilinci gibi süreçlerle bağlantılıdır. Böylece kahve yapmak basit bir eylem olmaktan çıkar, bir irade pratiğine dönüşür. Kişi “Arzularımı duyuyorum ama onlara teslim olmuyorum” diyebilir. Bu, modern psikolojinin metabiliş dediği, kişinin kendi düşüncesini gözlemleme becerisinin bir göstergesidir. Çay istemek bir duygu, kahve yapmak bir karardır; insan da kim olduğunu duygularından değil seçimlerinden öğrenir. Psikolojinin sorduğu temel soru hâlâ aynıdır: “Gerçekte kim istiyor? Canın mı istiyor, sen mi istiyorsun?” Bir bardak çayı istemek bile bazen alışkanlıktan, kültürden ya da bilinçaltındaki eski bir sesten gelebilir. Buna rağmen kahve yapmayı seçmek, doğaya, tarihe ve genlere karşı küçük ama anlamlı bir özgürlük ilanıdır. O an insan şunu söyler: “Ben sadece bir tepki değilim; ben bir seçiciyim.”
Toplumlar da bireylerin içsel dengesine göre biçim alır. Sadece “canı istediği gibi” hareket eden toplum vahşileşir, yalnızca “kendinin istediği gibi” hareket eden toplum ise ruhsuzlaşır. İnsan hem arzuları hem de iradesi olan bir varlıktır: Arzu bağırır, hızlı ve geçicidir; irade fısıldar, sakin ve kalıcıdır. Arzu bir anda yönlendirebilir, fakat irade insanın kim olduğunu belirleyen derin seçimi yapmasını sağlar. Arzu akıp giden bir nehir gibidir; bilinç ise kıyıda durup akışı izleyen gözlemci. Böylece insan isteklerinin sürüklediği bir dal olmak zorunda olmadığını fark eder. Kalıcı olanı seçmek, insanın karakterini belirler. Arzuyu reddetmek kendini reddetmek değil, aksine kendini bulmaktır. İnsan canının değil bilincinin yolunu seçtiğinde, gerçekten kendisine ait bir yol açar.
İnsan hem topraktan gelen dürtülerin hem de yukarıya uzanan düşüncenin birleşimidir; kökleri karanlıkta, dalları ışığa uzanır. Trajedisi de güzelliği de bu ikiliğin içindedir. Bir an gelir canın çay ister ama sen kahve yaparsın. İşte o küçük seçim bile insanın iradesini, özgürlüğünü ve kişiliğini ortaya koyar. Çünkü doğada her canlı içgüdüsüne göre hareket ederken, insan seçebilen tek varlıktır.
İnsan kendi varoluşunu bilinçle inşa eden bir varlıktır. Gerçek güç, canın ne istediğinde değil, kendinin neyi seçeceğinde yatar. Arzular gelip geçer; irade kalıcıdır ve insanı kendine bağlayan köprüdür. Bu yüzden arzuyu reddetmek, iradeyi yükseltmek ve kendini bulmak demektir; insan işte bu yolla gerçekten özgürleşir.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
