Cumartesi, 7 Haz 2025
  • My Feed
  • My Interests
  • My Saves
  • History
  • Blog
Subscribe
Medya Günlüğü
  • Ana Sayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
  • 🔥
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Font ResizerAa
Medya GünlüğüMedya Günlüğü
  • MG Özel
  • Günlük
  • Serbest Kürsü
  • Köşe Yazıları
  • Beyaz Önlük
  • Mentor
Ara
  • Anasayfa
  • Yazarlar
  • Hakkımızda
  • İletişim
Bizi takip edin
© 2025 Medya Günlüğü. Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak.
Serbest Kürsü

Buna laiklik mi diyorsunuz?

Metin Gülbay
Son güncelleme: 9 Ekim 2024 20:01
Metin Gülbay
Paylaş
Paylaş

Latince çağ anlamına gelen Saeculum sözcüğünden İngiliz dili için türetilen Secularism (Sekülarizm) Türkçeye laiklik, çağdaşlaşma veya dünyevileşme olarak üç farklı terimle çevrilebilmekte.

Fransa’da laiklik için Laïcité (Laicisme) terimi kullanılıyor. Bu terim, somut ve bilimsel olan ile soyut ve dinsel olanın birbirine karıştırılmamasını ifade ediyor. 

‘Sekülarizm’, ateizm veya dinsizlik demek değil. Sekülarizm başlıca iki temel önermeyi içeriyor: Birincisi devletin dinsel kurumlardan kesin bir biçimde ayrı olması, ikincisi ise farklı dinler ve inanışlardan olan kişilerin kanun önünde eşit olarak değerlendirilmesi.1

Laiklik ve sekülarizm Türkiye’de birbirinin yerine kullanılıyor, sanki aynı şeymiş gibi. Oysa laiklik sekülarizmin bir parçası. Örneğin, bizim yanlış bir biçimde İngiltere dediğimiz aslında dört devletten oluşan Britanya’da ya da diğer adıyla Birleşik Krallık’ta toplumun büyük bir kısmı seküler olmasına rağmen devlet laik falan değildir, kilise ise hükümdara bağlıdır.

Her şeyi birbirine katıp karıştırma ve hiçbir şeyin kökenini araştırıp incelememe alışkanlığımız bizi böyle gülünç durumlara düşürüyor ne yazık ki.

“3 Mart 1924’te kabul edilen bir yasayla Türkiye sınırları içinde bütün öğretim ve eğitim kurumları Maarif Vekâleti’ne (Eğitim Bakanlığı) bağlandı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla (Öğretimin Birleştirilmesi Yasası) dinî eğitim ya da dinsel temellere göre eğitim yapan okullar kapatıldı. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) kaldırılarak din işleriyle ilgili olarak Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) kuruldu.”2 

Görüldüğü gibi dinin denetim altına alınması işini, adı Osmanlı İmparatorluğu da olsa Türkiye Cumhuriyeti de olsa DEVLET kimselere bırakmıyor. Değişen şey denetleyen kuruluşun adı yani.

Ama bu kadarı yeterli gelmedi tabii, “laiklik geldi” diyebilmek için, bu yüzden 1924’te halifelik de kaldırıldı. 1925’te ise tekke, zaviye ve türbeler kapatıldı. Böylece devletin denetimi dışında din faaliyetine izin verilmeyeceği herkese gösterildi. 1928’de de bir yasal düzenleme yapılarak anayasanın ikinci maddesinde yer alan “Türk Devleti’nin dini, İslam dinidir” cümlesi çıkarıldı.

Yapılan tüm düzenlemelerden sonra Türkiye’de din ve devlet işlerinin birbirinden ayrıldığını söylemek gerekiyor değil mi? Ama durum öyle olmadı. DİB (Diyanet İşleri Başkanlığı) diye bir kurum oluşturularak din tamamen devletin denetimine verilmiş oldu. Yani devlet dinden kopmak şöyle dursun onu tamamen içine aldı. Din adamları “sıradan” devlet memuru oldu. Üstelik bu DİB kadroları yalnızca Sünni mezhebinden kişilere açıldı, başka hiçbir din ve hatta İslami mezhebe açık değildi ve hâlâ da öyle.

AKP-MHP koalisyonu karşısında “en azından laiklik ortak paydasında bir araya gelelim” önerisi en sık dillendirilen temennilerden biri. Çok doğru, hiç olmazsa onu koruyalım bari, ben de katılıyorum. Ancaaaak…

Kastedilen şu anda yürürlükte olan durum mu, eğer oysa zaten laiklik falan olmadığı için korunacak bir şey de yok bana göre.

Ama eğer deniyorsa ki “gerçek anlamıyla laik bir sistem oluşturalım, DİB’i kapatalım, devlet din işlerine hiç ama hiç karışmasın, bir kişi bile farklı bir inanç sistemine inanıyorsa onun dinsel özgürlüğünü geri kalan 85 milyona karşı korusun, kılına bile dokundurtmasın“, işte bu öneriye ben de canıgönülden katılırım.

Fakat yeterli olmaz yine de.

Laiklik bizim ülkemizde içki içmek, kısa etek giyebilmek, mayoyla denize girmek, sokakta el ele tutuşarak gezmek ya da sokakta öpüşebilmek olarak algılanıyor, farklı inanç gruplarının var olması olarak kabul edilmiyor. Onların kendi ibadethanelerini açıp özgürce ibadet etmesi olarak algılanmıyor.

Laiklikle ilgili hakiki bir durum yaratmazsak, gerçek bir laik sistem oluşturmazsak, bugünkü durumu laiklik diye savunup bir de bunu korumak için biraraya gelme çağrıları yaparsak kimse kusura bakmasın YANLIŞ bir şey yapmış oluruz. Yanlıştan da öte metazori bir şey yapmış oluruz. Yani “laiklik budur arkadaş, uyacaksın” tavrı olur bu. Unutmayalım ki bu ülkenin yüzde 15’i alevidir. Gayrimüslimlerin sayısı yüz binin altındadır ama bu ülkenin vatandaşı olarak laiklikten yararlanmaları zorunludur. Ateistlerin, deistlerin sayısı da anketlerde ortalama yüzde 7-8 gibi çıkmaktadır. Yani laik bir sistem çok gereklidir.

Bu arada kamuoyunda yanlış bilinen bir şeyi de düzeltelim. Laikleşme çabası ülkemizde Cumhuriyetin ilan edilmesiyle başlamadı. İlk laiklik adımları Osmanlı döneminde başladı.

“2. Mahmud zamanında Tanzimat dönemindeki reformlarla laik Nizamiye mahkemelerinin ve Batılı tarzda eğitim için Maarif Nezareti’nin kurulması, 2. Meşrutiyet döneminde Şeyhülislamın kabineden çıkarılması gibi adımlarla Osmanlı’da devlet kurumları kısmen laikleşmişti.3

“2. Mahmud, ulemaya yalnız din işleriyle uğraşmalarını, hükümet işlerinin yalnız padişahın mutlak yetkisine ait bir alanda olduğunu eylemleriyle belirtmiştir. Örneğin, (konması M.G) düşünülen vergiler, medrese softalarının askere alınması, din  kurumunun izni alınmadan haciz ve  müsaderelere girişilmesi, vakıf işlerini ele alması, Frenk âdetlerine karşı aşırı ilgi göstermesi gibi konularda Şeyh’ül İslam’ın verdiği bir muhtırayı yırtarak bu gibi işlerin yalnız hükümdar yetkilerine ait olduğunu belirtmiştir.4

Osmanlı devletinin şeriatla yönetildiği gibi yanlış bir bilgiye sahibiz. Evet şer’i hukuk vardı ama hukuk tamamen şeriat yasalarından oluşmuyordu. Osmanlı hukuki sistemi ikili bir yapı gösteriyordu.

“Biri, doğrudan doğruya Kur’an, sünnet, icma ve kıyasa dayanan ve fıkıh kitaplarında tedvin edilmiş (derlenmiş) bulunan normlar manzumesidir ki, bunlara, şer’î hükümler, şer-i şerif veya şer’î hukuk adı verilir… Şer’î hukuk kavramı, geçerliliği için, hiçbir kişi veya kurulun tasdikine gerek olmayan ve fıkıh kitaplarında tedvin edilmiş bulunan hukuki hükümleri ifade eder…

Osmanlı hukuk mevzuatının diğer kısmını ise örfî hukuk mevzuatı oluşturmaktadır. Osmanlı hukukunda örfî hukuk denilince, sadece âdet (görenek) hukuku değil, şer’î hükümlerin kanun tarzında tedvini de dahil olmak üzere, padişaha tanınan sınırlı yasama yetkisi çerçevesinde, uzman hukukçuların içtihad ve fetvalarına da başvurularak ortaya konan hukuki hükümler akla gelir. Bunların kaynakları da başta örf, âdet kuralları olmak üzere İslam hukukunun aslī ve çoğunlukla tâli kaynaklarıdır. Örfî hukuk, şer’î hükümlere aykırı olmaz, aykırı olduğu takdirde ise muteber sayılmaz. Örfî hukukun düzenlediği idare hukuku, askeri hukuk, vergi hukuku ve toprak hukuku konularında daha ziyade mahalli örf-âdet kuralları etkili olduğundan örfî hukukun âdet hukukuyla eş anlamlı tutulduğu da olmuştur. Halbuki örfî hukuk, kaynaklarından biri de âdet hukuku olan ve padişahın sınırlı yasama yetkisini kullanma sonucu ortaya çıkan hukuki esaslardır. Osmanlı padişahlarının münferit ferman ve kanunlarıyla yapılan bu düzenlemeler zaman içinde önemli bir yekûna ulaşınca oluş biçimine bakılarak kendi içinde bir bütün olarak değerlendirilmiş ve ayrı bir isimle anılmaya başlanmıştır.5

Demek ki Osmanlı’daki hukuk sisteminin tamamen şeriat hukukuna dayandığı iddiası yanlıştır. Zaten bu hukuk uygulaması zaman zaman eleştiri konusu olmuştur. Örneğin yaptığı fetihlerle Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırlarını iki katına çıkaran, ölümünden çok sonra döneminde uyguladığı şiddet dolayısıyla yavuz (dehşet veren) lakabı verilen 1. Selim’in kardeşi şehzade Korkud, 1508 yılında babası 2. Bayezid için kaleme aldığı bir risalede bu konuda inanılmaz şeyler dile getiriyor, öncelikle devlet görevlerinden muaf tutulma ve tahta adaylıktan çekilme isteğini ifade ediyordu. 

“Korkud’un yürüttüğü mantık çok basitti: Örfî hukukun hâkim olduğu Osmanlı dünyası bağlamında şeriatı uygulamanın mümkün olmadığı göz önüne alındığında, Korkud’un hem yetkin bir emir hem de bir mümin olması fiilen imkansızdı. 16. yüzyıl başlarında imparatorluğun gidişatını inceleyen bu âlim şehzade, sayısız Osmanlı kurumunu ve uygulamasını sert bir dille eleştirmekten geri kalmamıştı. Korkud kadıları usulsüz harç almakla, şeriatla ilgili davaları örfî hukuka göre karara bağlamakla ve hem helâl, hem de haram para kaynakları olan devlet hazinesinden maaş almayı kabul etmekle suçlamıştı…

Saraylıların sefahati yüzünden değerli metallerin tedavülden çekilmesi halkın zararınaydı. Devletin toplumda dinî kurallara uyulmasını sağlayamayışı ibadetin ihmal edilmesine, abdestin savsaklanmasına, şeriatın en temel gereklerinin bile bilinmeyişine yol açıyordu. Müsamahakâr mutasavvıflar, ‘vulât’ın (valilerin) yanı sıra, ulemayı da etkiliyor, ahlaken yıpranmalarına neden oluyordu. Bir zamanlar Osmanlı devletinin dinî meşruiyetinin temel direği olan gaza bile, artık Müslümanlara karşı yapıldığı ve ganimet adaletsiz paylaştırıldığı için yasallığını yitirmişti.”*

Osmanlı’nın karman çorman bir hukuk sistemi cumhuriyet döneminde laiklik ilan edilerek düzeltilmeye çalışılmış ama bunda da tam başarılı olunamamıştır. Ortaya yine garabet bir durum çıkmıştır: Hem laiklik hem de Diyanet İşleri Başkanlığı. Üstelik Osmanlı’da gayrimüslimlere kendi tapınaklarında ibadet ve kendi hukuklarına göre yargılama hakkı tanınırken cumhuriyet rejimi onların bu hakkını da yok etmiştir.

Bugün uygulamada olan laiklik Batılı hukuk anlamında geçerliliği olmayan bir laiklik sistemidir. Laikliği her alanda tam anlamıyla bir yaşam tarzı özgürlüğü olarak algılayıp sistemleştirmek, yazıya dökmek gereklidir. O zaman her kesimin üzerinde gönül birliğiyle uzlaşacağı, korunması için canıgönülden mücadele edeceği bir ortak payda oluşturulmuş olur, yapılan çağrılar da toplumsal bir karşılık bulur.

Herkese keyifli günler dilerim.

Fotoğraftaki yazı: Yaşasın laiklik-T24

* Yavuz’u Yaratmak, Erdem Çıpa, Kitap Yayınevi, s.232-233.

1-Wikipedia

2-Wikipedia

3-Wikipedia

4-Wikpedia

5– archiv.jura.uni-saarland.de

Bu yazıyı paylaşın
Facebook Email Bağlantıyı Kopyala Print
YazanMetin Gülbay
Takip et:
İlk haberi 1982'de staj yaptığı Nokta İnsanlar dergisinde yayınlandı. Özgür Gündem, Evrensel, Radikal gazeteleriyle, CNN Türk ve Skytürk televizyonlarının kuruluş ekibinde yer aldı. Kırk yılda birçok yayında çalıştı. Gazeteci meslektaşlarıyla birlikte hazırladıkları üç kitap çalışması bulunuyor, dördüncüyü kendi başına yaptı. 2003 sonu ile 2012 başı arasında Dünya Yayın Grubu'nda Ajans Dünya'nın genel yönetmenliğini yürüttü. 2014'te meslektaşı Adnan Genç ile ortakhaber.com haber sitesinin yayınına başladı. 2,5 yıl süren yayını açılan davalar nedeniyle bitirmek zorunda kaldılar. Çeşitli internet sitelerine tarih ve bilim yazıları yazarak emeklilik hayatını sürdürüyor.
Önceki Makale Pazarlığın perde arkası…
Sonraki Makale Bir Daçkalıdan başarının anahtarı

Medya Günlüğü
bağımsız medya eleştiri ve fikir sitesi!

Medya Günlüğü, Türkiye'nin gündemini dakika dakika izleyen bir haber sitesinden çok medya eleştirisine ve fikir yazılarına öncelik veren bir sitedir.
Medya Günlüğü, bağımsızlığını göstermek amacıyla reklam almama kararını kuruluşundan bu yana ödünsüz uyguluyor.
FacebookBeğen
XTakip et
InstagramTakip et
BlueskyTakip et

Bunları da beğenebilirsiniz...

ManşetSerbest Kürsü

Hırsız kebabını duyanlar parmak kaldırsın

Adil Gürkan
7 Haziran 2025
ManşetSerbest Kürsü

Diller nasıl ortaya çıktı?

Halil Ocaklı
7 Haziran 2025
ManşetSerbest Kürsü

Balinalar gibi mi davrandık?

Metin Gülbay
7 Haziran 2025
Serbest Kürsü

Türkiye’de siyasetin dili

Dr. Nil Gönce
5 Haziran 2025
Medya Günlüğü
Facebook X-twitter Instagram Cloud

Hakkımızda

Medya Günlüğü: Medya eleştirisine odaklanan, özel habere ve söyleşilere önem veren, medyanın ve gazetecilerin sorunlarını ve geleceğini tartışmak isteyenlere kapısı açık, kâr amacı taşımayan bir site.

Kategoriler
  • MG Özel
  • Günlük
  • Köşe Yazıları
  • Serbest Kürsü
  • Beyaz Önlük
Gerekli Linkler
  • İletişim
  • Hakkımızda
  • Telif Hakkı
  • Gizlilik Sözleşmesi

© 2025 Medya Günlüğü.
Her Hakkı Saklıdır.
Webmaster : Turan Mustak

Welcome Back!

Sign in to your account

Username or Email Address
Password

Lost your password?