Cumhuriyet’in öncü kız liseleri-İlber Ortaylı (Hürriyet)
“Bu hafta mezuniyet haftası, devlet ve milletimizin tarihinde çok önemli yeri olan okullarımızın diploma törenleri birbirini izliyor. Ben de ilgim icabı bunlardan bazılarına katıldım ve bazılarını da takip ediyorum.
Önümde Cumhuriyet’in ilk kız okulu hakkında “Ankara Kız Lisesi 1923-77” adlı bir eser var; Dr. Gülnaz Gezer Esen tarafından yazılmış. Kız lisesi Ankara eğitim tarihinde fevkalade yeri olan, şaşılacak bir olgudur; başşehrin seçkin sınıfının kızları ve tabii sadece onlar değil bütün halkın zeki çocukları okumuşlardır.
Mezunlarından bazıları edebiyat ve sanat tarihimizin, bilim dünyamızın sıralarını dolduruyorlar. Mezunların içinde listeye bakıldığı zaman; hem Türkiye hem de dünyanın ilk kadın subayı olan İnci Arcan Uysal, ünlü yazarımız Sevgi Sosyal, kız kardeşi Gönül Öney, Prof. Birsen Gökçe, Prof. Aysel Aziz var. Sayı ve ünlü isimler uzuyor. Okulun unutulmayan müdiresi Nilüfer Gün öğrencilerin hayatında önemli bir yer alıyor. Prof. Gürsel Aytaç Alman dili ve edebiyatının öncü hocalarından. Tıp hayatında, edebiyat fakültelerinde, hukuk fakültesinde tanınmış hocaların çoğu buradan geçmiştir. Ankara’da Atatürk ve Gazi liseleri de erkek liseleri olarak paralel önemdedir.”
Gaflet, dalalet ve hıyanet-Zülal Kalkandelen (Cumhuriyet)
“Duymayan kaldı mı bilmiyorum ama Colani’nin (ya da şimdiki adıyla Ahmet eş Şara) ABD beslemesi kukla bir başkan olduğu, ABD kaynaklarınca da doğrulandı. Biz en başından beri bunu yazıp söyleyince hakaretler yağdıranlar, bakalım eski ABD Şam Büyükelçisi Robert Ford’un şu sözlerine ne diyecek?
“Colani’yi biz eğitip yönlendirdik. İngiltere’nin talebi üzerine Colani’yi Şam’da iktidarı ele geçirmesi için eğitenlerden biriydim. HTŞ, Suriye’deki en organize grup olduğu ve Esad’dan iktidarı almak için doğru zamanı bekledikleri için, Esad rejimiyle görüşmelerin çıkmaza girmesinin ardından BM ve uluslararası bir kararla iktidarı ele geçirmek üzere seçildi. Çatışma çözümü üzerine uzmanlaşan bir İngiliz sivil toplum örgütü (İngiliz Çatışma Çözümü Vakfı), 2023 yılından itibaren Colani’yi terörist dünyasından çıkarıp geleneksel siyasete kazandırmak konusunda kendilerine yardım etmem için beni davet etti. Colani’nin eğitim ekipleri büyükelçiler, strateji uzmanları ve İngiliz istihbaratı ile CIA’den subaylardan oluşuyordu.”
Ford, bu konuşmayı, 1 Mayıs 2025’te Baltimore Uluslararası İlişkiler Konseyi’nde verdiği konferansta yapmış, videosu internette dolaşıyor.
Hani biz emperyalizm, kravat taktığı teröristi Suriye’ye devlet başkanı yaptı diyorduk ya, işte size birinci elden kanıtı! Suriye’de Türkiye’nin “akılcı politika” yürüterek kazançlı çıktığı savıyla böbürlenenlerin gerçekte emperyalizm ile yürüttükleri işbirliğinin de net resmidir bu.”
Bir diktatörlük hikâyesi-Esra Akgemci (T24)
“Latin Amerika, diktatörleriyle ünlü bir bölge. Öyle ki bunun için özel bir kelime bile icat edilmiş: Caudillo!
Caudillo, aslında 19. yüzyılın başlarındaki bağımsızlık savaşlarında öne çıkan askerî liderleri tanımlamak için kullanılmış bir kavram. Latincede “baş” anlamına gelen caput kelimesinin küçültülmüş hali olan capitellus’tan türetilmiş. “Elebaşı” ve “komuta eden kişi” gibi anlamlara geliyor.
Bağımsızlık savaşlarında kitleleri etkileyen ve harekete geçiren karizmatik liderler caudillo olarak anılmış. Ancak bağımsızlık kazanıldıktan sonra iktidara gelen bu güçlü liderler, bütün gücü ellerinde toplayıp baskı rejimleri kurdukları için caudillo zamanla “diktatör” ile eş anlamlı hale gelmiş.
Öyle ki caudillo, kimi zaman Almanca führer ve İtalyanca duce kelimelerinin İspanyolca karşılığı olarak kullanılıyor. İspanya’yı 36 sene yöneten ve “son faşist diktatör” olarak anılan Francisco Franco’nun caudillo lakabını gururla sahiplenmiş olmasının bunda payı olduğu aşikâr.
Elbette Franco, bu kelimeye olumsuz bir anlam atfetmiyordu. “Caudillo” bugün hâlâ tartışmalı bir kavram ve kimilerine göre kelimeyi pejoratif anlamından sıyrılıp ilk haliyle kullanmak gerek. Zira, güçlü liderliğin, “olumlu” ve “gerekli” bir olgu olduğu ve Latin Amerika tarihindeki kimi caudillo’ların yapıcı bir potansiyele sahip olduğu vurgulanmak isteniyor.
Bütün caudillo’ların aynı kefeye konamayacağı görüşü de bu bağlamda öne çıkıyor. Buna göre, “barbar caudillo’lar ve “medeni caudillo’lar” arasında bir ayrım yapmak gerek.
Bugün caudillo denilince akla gelen ilk şey ise basmakalıp bir Latin Amerika diktatörü imgesi. İktidarlarını kişiselleştirmekte en ileri safhaya geçerek ülkelerini bir “aile şirketi” haline getiren Nikaragualı Diktatör Anastasio Somoza ve Dominik Cumhuriyetli Diktatör Rafael Trujillo, bu imgeyi canlandıran en ünlü örnekler arasında.”
ABD Büyükelçisi bir şeyler söylüyor da, ne diyor?-Fehmi Koru (Karar)
“ABD’nin yeni Türkiye büyükelçisi Tom Barrack, her halde ileri yaşı (78) yüzünden olacak, az zamanda çok iş başarmak istiyor. Bulduğu her imkanı değerlendirerek, görüşlerini kamuoyuyla paylaşıyor.
Şu sözler İzmir ziyareti sırasında verdiği mülakattan:
Benim için İzmir, Yahudilerin, Müslümanların, Hristiyanların bir arada yaşadığı, bu toplulukların harmanlandığı bir örnek. Bu tüm dünyada ve Orta Doğu’da olması gereken bir durumdur. / Bence Türkiye, tüm bunların merkez noktası olabilir, Suriye’de gördüğünüz üzere. Suriye’de olanların büyük bir kısmı, Türkiye ve liderliği sayesinde gerçekleşiyor.
İzmirli olarak bu sözlere sevinmeli miyim, bilemedim.
ABD Büyükelçisi’nin İzmir övgüsüyle eş-zamanlı verdiği Osmanlı’nın ‘millet sistemi’ örneği günlerdir tartışılıyor.
Osmanlı çok kültürlü bir imparatorluktu. Tarihe karıştığında bünyesinden çok sayıda devlet çıktı. Vaktiyle Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde yer almışken günümüzde bağımsız olarak varlıklarını sürdüren tam 45 devlet bulunuyor.
Değişik din, dil, kültüre sahip halkları bir arada tutma formülünün adıdır ‘millet sistemi’…
Museviler ayrı bir millet olarak kabul ediliyor, Hristiyanlar da içlerindeki her ayrı inanış bir birim olarak yine farklı milletler sayılıyorlardı.
Sistem bir tür yumuşak özerklik gibiydi; merkezi yönetim pek çok konuda her milletin öz-yönetim sürdürmesine müsaade ediyordu.
Osmanlı, kendisini bütün Müslümanların temsilcisi olarak gördüğü için çoğunluk dininin mensuplarını -Arapları, Kürtleri- ayrı ‘millet’ kabul etmiyordu.
Türkiye’de Osmanlı’nın ayrı milletler saydığı dini ve kültürel gruplara mensup olanlardan çok az sayıda insan kaldı bugün…”
Demokrasiye inanç zayıflıyor-Gözde Bedeloğlu (BirGün)
“İktidar otoriterleşiyor mu yoksa demokrasinin ileri versiyonunda mıyız? Yıllar, bu soruyla geçti. 2013’te, toplumsal muhalefet güçlü bir şekilde cevabını verdi. Gezi Parkı’nın yıkılıp yerine topçu kışlası ve alışveriş merkezi yapılmasına karşı itiraz, otoriterleşmeye yönelik bir ‘hayır’ ile birleşti. Bunun ülke ekonomisini hedef alan ve seçilmiş hükümeti devirmeye yönelik bir ‘kalkışma’ olduğunu savunan AKP, bugün halkı açlığa sürükleyen ekonomik kararların ateşi harlanmasın diye, ana muhalefet partisi CHP’nin seçilmiş eski ve yeni belediye başkanlarına hafta sonu tarifesi uyguluyor. Önden mutlaka ‘bağımsız’ olduğunu vurgulamak zorunda kaldıkları yargı kararlarıyla ve halkı ikna etmek gibi bir çabaya da ihtiyaç duyulmadan, gözaltılar yapılıyor.
Türkiye ile ilgili ‘Otoriterleşiyor mu’ içerikli haber ve yorumların yayınlandığı AB medyası ise bugünlerde üye ülkelerdeki otoriterleşmeyi tartışmakla meşgul. Evrensel’den Yücel Özdemir’in haberine göre, Brüksel’de gerçekleştirilen liderler zirvesinde AB ülkeleri İsrail ve ABD’nin İran’a saldırısına tam destek verirken, İsrail’in Gazze’de Filistin halkına yönelik işlediği soykırım konusunda yine açık, ortak bir tutum alamadı. İspanya, İrlanda, Belçika ve Portekiz gibi ülkeler İsrail’in uluslararası hukuku ihlal eden suçlar işlediği gerekçesiyle işbirliği anlaşamalarının iptalini istedi ancak öneri Avusturya ve Almanya tarafından veto edildi. Diğer yandan savaşla kaynayan hemen hemen her coğrafyada kepçesi olan AB ülkeleri, aşırı sağcı Giorgia Meloni öncülüğünde mülteci politikalarında daha da sertleşilmesi gerektiğini tartışıyor.”
Kemiğiyle, canıyla, kanıyla Nihat Genç-Ersin Çelik (Yeni Şafak)
“Gazeteciliğe yeni başladığım yıllarda yolum ilk defa Ankara’ya düşmüştü. Gerçek Hayat dergisinde muhabirdim. Dergi her ne kadar İstanbul’dan çıksa da biraz Ankara merkezli gibiydi. Çevreden hep şunu duyuyordum; Hakan abiler (Albayrak) Vadi Kitabevi’nde toplanıyorlarmış. Murat Zelan, Ebubekir Kurban, Şaban Abak ve daha nice yazarlar, düşünce adamları, dava erleri… Camianın toplanma merkezine, Vadi’ye inip sohbet ediyorlarmış.
Böylesi heyecan ve hevesle gitmiştim işte kitabevine. Erkenciymişim. Başkentte kamunun mesaisi bitmemişti henüz. Birkaç öğrenci dışında kimseler yoktu. Lakin kıştı, soğuktu. Yabancısı olduğum Ankara’da kitaplara ve birazdan gelmelerini beklediğim abilerin çok merak ettiğim mekanına sığınmak benim için en iyisiydi. Vadi, kurucusu Ercan Şen’in yönetimindeydi o yıllarda.
Derken bir süre sonra Hakan ağabey geldi. Vay be! Yazılarını su gibi içiyordum. Meleklerle Omuz Omuza kitabını yeni bitirmiştim. Şimdi dizinin dibindeydim ve canlı kanlı dinliyordum. Sağ olsun beni hemen ortama ısındırmıştı. Gelenlerle tanıştırıyor, “Bizim Ersin. Dergiden.” diye takdim ediyordu. İyi hatırlıyorum, Suavi Kemal Yazgıç’ı da ilk defa Vadi’de görmüştüm. Ortam kalabalıklaşırken, sohbet de koyulaşıyordu. Konu, işgal altındaki Irak’ta selefiliğin yaygınlaşmasıydı. Fikirler, isimler, tarihler havada uçuşuyordu. Dinlerken, “Allah’ım okumam gereken ne kadar kitap var” diye kendimi sorguluyordum.
Bir vakit sonra da Nihat Genç çıkageldi. Hiç beklemiyordum. Sürprizin de sürprizi olmuştu. Gerçek Hayat’ta zaman zaman görüşleri ve Murat Menteş’in kendisi ile yaptığı söyleşiler yayımlanıyordu. SKYTürk’teki ‘Ne Var Ne Yok’ programında da yorum yapıyordu. Baş müdavimi ise Murat Menteş’ti ve bana sık sık “Şu romanını okudun mu, bu kitabını gördün mü?” diye de sorardı. Kitaplığındaki ‘Köpekleşmenin Tarihi’ni alıp okumuştum. İlginç ve dikkat çeken bir kapağı vardı. Ağzı burnu yamuk yumuk birkaç insan müsveddesi bir masanın etrafındaydı. İçeriği ise hayli sertti. Tasvirleri, tahlilleri, betimlemeleri ve ağır eleştirileri ile deneme ile hikaye arasında sürüklüyordu okurunu.
Nihat Genç, makineli tüfek gibi konuştuğu gibi aynı serilikte de yazıyordu. Kısa ve net cümleler. Vurucu ifadeler. Sanırım Murat Menteş’in yazı tarzı olarak etkilendiği biri varsa o da Nihat Genç’ti.
İşte şimdi Vadi’ye inmişti. Ortamın müdavimleri de sözü kendisine bırakmışlardı. Dakikalarca konuştu. Herkese, hepimize saydırıyordu. ‘Ne Var Ne Yok’u canlı izliyordum adeta. Yine en iyi yaptığı yönüyle resmi tarihi hem sivilleştiriyor hem de milliyetçileştirip Anadolu ile yoğuruyordu. Politik bakışı memleketin kültür kodlarıyla örülüydü. Kitapevindeki bir ağabeyimizin deyimiyle; “Nihat Genç günlük nutkunu atıyordu.”
Not: Başlıkları tıklayarak yazıların tamamını okuyabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: