Aman çocuklar duymasın!-Barış Terkoğlu (Cumhuriyet)
“Bakmayın gazetecilik yaptığıma.
Benim kafam genelde mühendis gibi çalışır. Cemal Süreya gibi dersek, kedi resmini cetvelle çizen türden. Fala, büyüye, batıla inanmam.
Gelgelelim, hani “İnanmıyorum ama bir güç var” derler ya… Bazen öyle durumlar da oluyor.
Konuyu getireceğim yeri daha önce bu köşede okudunuz.
Adli yıl açılışında, İstanbul cumhuriyet başsavcısı gazetecilerle buluşmuş, ilginç bir ifade kullanmıştı: “İBB operasyonunu ilk öğrenen kişi Murat Kapki oldu. Nasıl olduğunu bilmiyoruz. O, malları kaçırmaya başlayınca biz de harekete geçtik.”
İşte ben de 8 Eylül’de bu “malları kaçırma” hikâyesini yazdım. Gerçekten de MASAK raporları, Kapki’nin etkin pişmanlık ifadesi başsavcıyı doğruluyordu. Murat Kapki, operasyondan önce bir anda, dört gün içinde, sekiz değerli gayrimenkulü İsmail Kaan isimli kişinin üzerine yapmıştı. “Kim bu savcının malları kaçırıyor dediği kişi” diye bakmıştım. TÜRGEV’de yönetim kurulu başkan yardımcısı çıkmıştı. Erdoğan’a yakın olan Kaan ailesi, AKP’nin kuruluşundan sivil toplum faaliyetlerine kadar her yerde vardı. Bu yüzden mi bilinmez, savcının düğmeye basmasına neden olan İsmail Kaan, şüpheli diye dosyaya girdiği halde bir anda buharlaşmıştı. Üstelik, cumhurbaşkanının son ABD gezisinde görüntüleri ortaya çıkmıştı, yayınlamıştım. Belli ki Kapki’nin kaçan mallarını savcılardan koruyan bir güç vardı!
İşte ben bunları yazdıktan sonra adliye muhabiri arkadaşım “Sen bir de şu boşanma hikâyesini oku” diye bir dosya uzattı. “Ben özel hayatla ilgilenmiyorum” dedim. Ama “Yok, bu boşanma politik” diye ısrar etti.
Dosyayı okumaya başladım. Hamit Serkan Balbal-Sabanur Balbal yazıyordu.
Serkan Balbal’ı nereden hatırlıyorum diye baktım. Çocuklar Duymasın dizisinde “Dar Gömlek” lakaplı Tolga karakteriydi. Başarısız bir oyunculuk yaşamı olmuştu.
Boşanma da magazin sayfalarına yansımıştı. Nedense büyük medya, haberi erkeğin tarafından yazmıştı. Serkan Balbal, eşinin uyuşturucu kullandığını söylüyor, çocuğu hakkında koruma kararı talep ediyordu.
Dosyayı açınca ilk buna baktım. Savcılık, suçlanan eşi Adli Tıp’a sevk etmişti. Ancak yapılan testlerde kanında uyuşturucu madde bulunmamış, hakkında takipsizlik kararı verilmişti. Yani haberlerdeki suçlama iftiraydı.
Gel gelelim…
Sabanur Balbal ise aldatıldığını iddia ediyordu. Buna da baktım. Gerçekten de ikinci kadın Fatma, duruşmaya gelmiş, Serkan Balbal ile yaşadıklarını itiraf etmişti.
Dedim ya, ben özel hayatla ilgilenmiyorum diye.
İkinci kadın Fatma’nın ifadesini okurken arkadaşımın beni neden uyardığını anladım: “Bir kozmetik şirketinde Sabanur’la çalıştık. Ben pazarlama departmanındaydım. Serkan Balbal da bu şirketin gizli ortağıydı. Murat isimli bir başka ortağı daha vardı.”
Acaba derken, sonraki celsede bahsedilen Murat’ın Kapki olduğunu gördüm. O da Serkan Balbal’ın tanığı olmuştu: “Sabanur’la birlikte iş kurduk. Aralarında yaşadıklarından dolayı ben de mağdur oldum. (…) Güzellik malzemeleri satan bir şirketimiz var. Aylık kazancını bilmem.”
16 maddede Cumhur İttifakı-Zeynel Lüle (T24)
“AKP ile MHP arasındaki ittifak, ortak düşmanlara karşı kurulmuş stratejik bir birliktelik olsa da ideolojik farklılıklar ve söylem çatışmaları bu ortaklığı giderek daha kırılgan hale getiriyor. Bahçeli’nin son dönemdeki Öcalan ve Demirtaş çıkışları, ittifakın sınırlarını yeniden çiziyor.
Zorunlu ortaklık mı, yaklaşan yol ayrımı mı?
İşte 16 maddede bu ortaklığın boyutu ve geleceği…
1. İdeolojik temel farklılık: AKP muhafazakâr pragmatizmi temsil ediyor. MHP Türk milliyetçiliğini merkeze alıyor.
2. Kürt meselesi yaklaşımı: AKP zaman zaman çözüm sürecine göz kırpma seviyesinde bu konuya yaklaşırken, MHP geçen yıldan beri sorunun çözümünde öncü ve koçbaşı olarak hareket ediyor.
3. Öcalan söylemi: Bahçeli, “PKK’nın kurucu önderliğinin son düzlükteki görüşleri alınmalı” diyerek İmralı’ya heyet göndermeye açık olduklarını belirtti. MHP’nin İmralı heyetine katılmaya hazır olduğunu söylemesi, parti içinde bile tartışma yarattı. AKP ise henüz net tavır koymadı.
4. Demirtaş açıklaması: Bahçeli, Demirtaş’ın tahliyesi için “Türkiye için hayırlara vesile olacaktır” diyerek net tavır sergiledi. Bu çıkış, AKP’yi zorlar hale geldi.
5. Özgürlükler konusunda farklılık: AKP, yargıyı bir ‘aparat’ olarak kullanarak, özgürlüklerin kısıtlanması siyasetini sert bir şekilde sürdürüyor. MHP ise, özellikle Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’ın açıklamalarıyla ‘Hukukun Üstünlüğü’ vurgusuyla bu siyasete karşı çıkıyor.
6. Erdoğan’ın sessizliği: Bahçeli’nin çıkışlarına karşı Erdoğan genellikle sessiz kalmayı tercih ediyor, bu da stratejik bir mesafe yaratıyor.
7. Bahçeli’nin sert retoriği: MHP lideri, dış misyonlara ve Batı’ya karşı sert söylemlerle tabanını konsolide ediyor. MHP’nin özellikle ABD’ye yönelik söylemleri, AKP’nin eylemleriyle taban tabana zıt. Erdoğan pragmatik diplomasi yürütürken, Bahçeli daha sert ve milliyetçi bir dış politika dili kullanıyor
8. Anıtkabir ve resepsiyon krizi: Bahçeli’nin 29 Ekim törenlerine katılmaması “sessiz protesto” olarak yorumlandı.
9. “Terörsüz Türkiye” vurgusu: Bahçeli, “Cumhur İttifakı’nda terörsüz Türkiye hedefi etrafında görüş ayrılığı yoktur” diyerek çatlak iddialarını reddetti. Ancak gözle görünür bir fark olduğu aşikâr.
10. Bürokratik rekabet: Emniyet, yargı ve istihbarat gibi alanlarda iki partiye yakın kadrolar arasında çekişmeler yaşanıyor.”
Taraf değiştiren kelimeler: Gazi Meclis-Şahin Aybek (halktv.com.tr)
“Meclis’i yeniden halkın iradesinin gerçek güvencesi yapmak, çoğulculuğu yaşatan, denetimi sağlayan, demokrasiye yeniden nefes aldıran bir yapıya kavuşturmak zorundayız. Aksi halde temsil, yalnızca şeklen var olan bir vitrinden ibaret kalacaktır.”
Eğitimci yazar Sercan Çelik ile “Gazi Meclis” kelimesi üzerine konuştuk.
“Gazi Meclis” ifadesi, 23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kurtuluş Savaşı’ndaki rolünden doğdu. Bu meclis yalnızca yasama organı değil, aynı zamanda bağımsızlık savaşının karar merkeziydi. Meclis’te alınan her karar doğrudan cephedeki direnişi etkiliyordu.
1920’lerde ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında Meclis, “Kurucu Meclis”, “Birinci Meclis” ve “Gazi Meclis” olarak anıldı. “Gazi” sıfatı, mebusların büyük bölümünün aynı zamanda cephede savaşmış olmasıyla doğrudan bağlantılıydı. Nitekim Atatürk’ün kendisine verilen “Gazi” unvanı gibi, Meclis de bir tür kahramanlık ve fedakârlığın nişanesiyle anılıyordu. CHP’nin erken dönem söyleminde bu kavram sıklıkla Cumhuriyet’in kurucu mirasına yapılan bir atıf olarak yer aldı.
“Gazi Meclis” uzun süre Cumhuriyet Halk Partisi’nin tarihsel anlatısında kurucu değerleri hatırlatan bir kavramdı. Fakat zamanla, siyaset sahnesindeki ağırlık ve olaylar kavramın anlam yönünü değiştirdi.
Özellikle 15 Temmuz 2016 darbe girişimi, bu ifade için kırılma noktası oldu. O gece TBMM’nin bombalanması, Meclis’in tarihindeki ilk doğrudan saldırıydı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve AKP sözcüleri, bu saldırıyı “yeni bir kurtuluş savaşı” olarak çerçeveledi. Erdoğan, “Meclisimize yapılan bu saldırı milletimizin iradesine yapılmış en büyük ihanettir. Bu nedenle Meclisimiz yeniden gazi olmuştur.” diyerek kavramı sahiplendi. Hatta kendisine de Gazilik unvanı verilmesi gündeme geldi.
Kısa bir süre önce de katıldığı 28. Dönem 4. Yasama Yılı açılışındaki konuşmasında bu söylemi tekrarladı: “15 Temmuz gecesi, savaş uçaklarının sonik patlamalarına ve tepesine yağan bombalara rağmen milletin emanetine korkusuzca sahip çıkan Meclisimiz, ikinci defa gazilikle müşerref olmuştur.”
Böylece “Gazi Meclis” kavramı, 1920’lerin CHP’sinden 2010’ların AKP’sine doğru kaydı. CHP bu noktada “Kurucu Meclis” ifadesine daha sık başvurmaya başladı. Yani kavram, partiler arasında adeta taraf değiştirdi.”
“Türk – Türk ayrışması”-Ahmet Taşgetiren (Karar)
“Cezaevinde 10’uncu yılına giren Selahattin Demirtaş, geçtiğimiz hafta Cuma günü (31 ekim) t 24’te “Sürecin muhasebesi” üzerine bir yazı yazdı.
Yazıda “Sürecin kilit kavramı “silâh” değil “kardeşlik”tir“ diye başlayan paragraf şöyle ilerliyordu:
“Silâh, kardeşlik hukukunu örselediği, kanattığı için tabii ki öncelikle silâh aradan çıkmalıydı. Bununla eş zamanlı olarak da kardeşlik hukuku ve duygusu onarılmalıydı. İşte buna ilişkin etkili, sonuç alıcı tek bir adım bile atılmadı…”
Demirtaş bu satırların ardından “Peki neler yapabilirdik ya da yapabiliriz?” diye soruyor, sonra da “Ben aklıma ilk gelenleri sıralayayım, siz ekleyin, genişletin lütfen…” diye devam ediyordu.
Demirtaş’ın önerileri içinde Liderlerin ya da Komisyon üyelerinin Öcalan’ı ziyaretleri yoktu. Ama meselâ, “Adnan Menderes’in, Alparslan Türkeş’in, Orhan Doğan’ın ve Mehmet Sincar’ın mezarlarını ziyaret edip oradan Anıtkabir’e gitmeleri, Konya’da Mevlana’yı, Doğubayazıt’ta Ehmedê Xanî’yi ziyaret etmeleri” vardı.
Demirtaş ayrıca, “Diyarbakır’da Amedspor ile Trabzonspor arasında bir kardeşlik maçı organize edilmesi, tüm Diyarbakır’ın, Trabzonspor ve Amedspor bayraklarıyla donatılması, Karadeniz’den akın akın gelen “kardeşlerimiz”in Diyarbakırlıların evlerinde misafir edilmesi, stadyuma maçı izlemeye birlikte gitmeleri” vardı.
Demirtaş, kardeşlik harekatında, “Milli futbol takımının, bir maçını Diyarbakır Stadyumu’nda oynamasını ve Diyarbakırlılar’ın Milli Takım’a canı gönülden sahip çıkmaları”nı öneriyordu.
İzmir’den, Kars’tan yola çıkan gençlerin Çanakkale Şehitliğini ziyaret ettikten sonra Anıtkabir’de buluşup Türkçe – Kürtçe kardeşlik bildirisi okuması da öneriler arasındaydı.
Bir öneri şuydu:
“Bursa Ulu Camide ve Diyarbakır Ulu Cami’de aynı anda Türkçe ve Kürtçe kardeşlik hutbesi okunsaydı.”
Son öneride de Demirtaş, “Evlatlarını çatışmalarda kaybetmiş Türk ve Kürt analarının kol kola girip beraberce mezarlıkları ziyaret etmelerini, akşamına da Beştepe’de Cumhurbaşkanı tarafından ağırlanmalarını” teklif ediyordu.
Bilmem Demirtaş’ın yazısını Cumhurbaşkanı Erdoğan okudu mu, okudu ise tepkisi ne oldu?
Doğrusu okumasını isterdim.”
Bankada altın tutanlar altınlarını bozdurmuyor-Ufuk Korcan (Dünya)
“Yapılan farklı tahminlere göre yastık altında 4-5 bin ton altının olduğu düşünülüyor. Bir de bankalardaki altın mevduatı var. Yılbaşında 473.8 kilograma denk gelen altın mevduatlarının büyüklüğü eylül sonu itibarıyla 51.2 kilogram artışla 525 kilograma yükseldi. Altın mevduatlarında ağırlık bazında düşüş yaşanan sadece iki il var.
Geleneksel yatırım araçlarının başında gelen altın, bu yıl gösterdiği performans ile hem yurtiçinde hem de yurtdışında yatırımcılarının yüzünü güldürüyor. Altının onsu yılbaşından bu yana yüzde 52 değer kazanırken kurlarda yaşanan yükselişin etkisiyle içeride gram altın yüzde 75 yükseldi. Aslında kazançlar ekim ayı ortasında çok daha fazlaydı. Çünkü altının onsu 20 Ekim tarihinde 4 bin 381 dolar ile rekor seviyesine çıkmıştı. O tarihten bu yana gelen kar satışlarının etkisiyle altının onsu zirvesinden yüzde 9’un üzerinde geri çekildi. Yaşanan bu hareket sonrasında yatırımcılar, düşüşün sona erip ermediğini ya da yeniden yükselişe geçip geçmeyeceğini merak ediyor.
Fransız Societe Generale’nin 13 Ekim tarihli raporunda, altının 2025 yıl sonunda ons başına 4 bin 271 dolara, 2026 yıl sonunda ise 5 bin dolara yükseleceği tahmini yer aldı. JPMorgan ise altının 2025 yıl sonunda düşeceğini öngörüyor. JPMorgan’ın 10 Ekim’de yayımladığı rapora göre altın 2025 yıl sonunda ons başına 3 bin 800 dolara kadar düşecek. 2026 yıl sonunda ise altın 4 bin 390 dolar seviyesine çıkacak. Bank of America Merrill Lynch’in 9 Ekim’de yaptığı tahminlere göre altının onsu 2025 yıl sonunda 4 bin dolar seviyesinin altında kalacak. Kurumun 2026 yılsonu tahmini ise 3 bin 500 dolar. Morgan Stanley de altının yıl sonunda düşeceğini tahmin eden bir diğer kurum. 7 Ekim’de yayımladıkları rapora göre Morgan Stanley, altının 2025 yılını 4 bin doların altında tamamlayacak.
Altın mevduatlarının il bazında ayrıntısına bakıldığında, kilogram bazında düşüş yaşanan il sayısı sadece iki. Siirt ve Van dışındaki tüm şehirlerdeki altın mevduatları ağırlık bazında yükseldi. En yüksek artış 22.5 kilogram ile İstanbul’da. İstanbul’u 5.9 kilogramlık artışı ile Ankara takip ediyor. Üçüncü sırada 3.9 kilogram ile İzmir yer alırken Rize 1.2 kilogramlık artışla dördüncü oldu. Bankaların yurtdışı şubelerindeki altın mevduatlarının büyüklüğü de yılın ilk 9 ayında 3.7 kilogram büyüyerek 16.9 kilograma çıktı. Yurtdışı şubeler bu hacimle, 3 büyük şehrin ardından tüm şehirleri geride bırakarak dördündü sırada yer aldı. En az altın mevduatı olan iller ise Ardahan, Kilis, Hakkari ve Bayburt olarak sıralandı.”
Not: Başlıklara tıklayarak yazıların tamamına ulaşabilirsiniz.
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları:
