Bazı dostlarım sitem ediyorlar. Yazdıklarımın moral bozucu olduğunu söylüyorlar. Ama hiçbirisi paylaştığım bilgilerin abartılı ya da yanlış olduğunu dile getirmiyor.
Kaldı ki, benim gamlı baykuşluk yapmak gibi bir niyetim yok. Sadece dünyayı nasıl bir geleceğe doğru sürüklemekte olduğumuzu göstermek istiyorum.
Tünelin sonunda bizi aydınlığın beklediğine bile inanmakta zorlanıyoruz.
Mesele, insanlığın varoluşu ile ilgili.
Aslında hepiniz benim gördüklerimi görüyorsunuz.
Benim duyduklarımı duyuyorsunuz.
Benim korkularımı paylaşıyorsunuz.
Aradaki fark şu: Ben dile getiriyorum, siz bu gerçeklerle çarpıştığınızda, hafızanızı “resetlemeyi” tercih ediyorsunuz. Yokmuş gibi davranıyorsunuz.
Bu noktada size hak vermek durumundayım.
Zira artık yapacak bir şeyin kalmadığı acı noktaya geldik. Futbol tabiri ile bir geri dönüş mümkün mü? Neredeyse imkansız.
Bilim ve uygarlık yapılması gerekenleri yaptı.
İmkan dahilindeki limitlere vardık.
Geriye imkansız olan kaldı.
Ama yapılması gereken her şey de bu geriye kalan imkansızın içinde kaldı.
Şimdi sizlere meramımı daha somut gerçeklerle ifade edeyim.
Eşitsizlik çılgın bir yükselişte.
Demokrasi keskin bir tempoda daralıyor.
Yoksullaşma hızla artıyor. Gelirler düşüyor.
Karbon salınımları patlama noktasında.
Siyaset tarihin hiçbir döneminde bu kadar çaresiz hale düşmedi.
Toplumlar bölündü.
İnsanlar hiçbir şeyden emin değil. Umutsuz.
İşte olabileceklerin limiti bu.
Küresel kapitalizm ve sözcüleri isterlerse milyon kez, işlerin iyi gittiğini söylesin. Buna inanmak için hiçbir somut kanıt yok.
Tarafsız ekonomistler, biyologlar, fizikçiler, siyaset uzmanları dahil olmak üzere, dünyanın önde gelen liderleri gelecekten endişe duyuyorlar.
Sorun işlerin yolunda gitmemesinden çok farklı.
Daha da kötü.
Birçok insan ve kuruluş, rotayı düzeltmek için ellerinden geleni yaptı. Ama işler yine de düzelmedi ve galiba düzelmeyecek de.
Hiçbir alarm.
Hiçbir haykırış..
Hiçbir uyarı.
Bu felaket rotasını değiştiremiyor.
En güçlü çabamız bile yetmezse?
Toplu yok oluşun idam fermanı olan karbon emisyonlarına bakalım. Neredeyse bütün insanlık çırpınıyor durdurulması için. Ama o ne? Tam tersine. Artıyor.
Çöküş bununla sınırlı mı?
Ya eşitsizlik?
Ya demokrasi?
Ya açık toplum?
Bu yüzyılda ihtiyacımız olan, popülizme dirençli, özgür liderler.
Her anlamda ve her ölçekte güçlü ama iyi liderler.
Asla güç ve otorite modellerini kastetmiyorum.
İşler de tam bu noktada zorlaşıyor.
Günümüz liderlikleri sistem tarafından yetiştiriliyor. Her şeyleri ile ona bağlılar. Bu nedenle sisteme ters düşebilecek kararları alamıyorlar.
Lider yetiştirmekte başarısız olduğumuz ortada. Mümkün olanın sınırlarını en son aşamaya kadar genişleten liderler yok artık. Bu çapta liderler kalmadı. Medeniyet çaresiz.
İnsanlar ne yapacaklarını da bilemiyor.
Finali biraz umutla yapalım.
Belki bir yerlerde geri dönüş imkanı vardır. Belki bir gün, bir anda insanlık kaderine el koymak için kitlesel bir hareket başlatır.
İşte böyle bir halde, neler olmalı, buna bakalım.
Toplumlarımızı refah ve adalet çerçevesinde yeniden tasarlayalım. Ki ekonomiler servet biriktirme aracı olmaktan çıkıp toplumlara iyi yaşama ortamı yaratsın.
Bu dönüşümleri başlatacak ve yönetecek çapta liderlere ihtiyacımız var.
Yoksa global anlamda bir sosyal felç kapıda.
Görsel: canva.com
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: