6 Şubat’ta ülkemizde yaşanan Kahramanmaraş merkezli deprem felaketinin üzerinden 4
ay geçti ama geride bıraktığı yıkım öylece duruyor gibi. Şimdilerde tozu dumana katan
bir seçim gündemimiz var ve deprem de tartışma malzemelerinden biri haline geldi.
Seçim süreci bitecek ama depremin sosyoekonomik artçıları, travmaları devam edecek,
can kayıplarımız geri gelmeyecek.
İlk günlerde nereden geldiği, kimin yaptığı polemik konusu olan yardımlar artık
gündemden düşmüş gibi görünse de devam ediyor. Büyük çaplı yardım
kampanyalarından hepimiz haberdarız, bir de çok azımızın duyduğu, kişisel çabalarla
yürütülmeye çalışılan, naif yardımlar da var. Dilek Başak’ın başlattığı ve mahallenin
terzisi dahil birçoğumuzu üye yaptığı Örgü_t de bunlardan biri ve işte hikâyesi.
Dilek Başak Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı ve Oslo Üniversitesi Tiyatro
Ana Sanat Bölümü mezunu. Yıllardır Norveç’te yaşayan bir öğretmen ve çevirmen.
Başta Erlend Loe ve Vigdis Hjorth olmak üzere birçok Norveçli yazarın eserlerini Türkçeye
kazandırmış, son olarak da İstanbul Şehir Tiyatroları için Orhan Alkaya’nın yönettiği
Henrik Ibsen’in “Bir Halk Düşmanı”nın çevirisini yapmış.
Kendisi Türkiye’de olduğu zamanlarda Örgü_t için koşuşturmaktan vakit
bulamadığımızdan gönderdiğim sorulara Norveç’ten yanıt verdi…
-Norveç’te yaşıyorsun, ailenin bir bölümü İstanbul’da. Deprem haberini aldığında neler hissettin?
-Sabah çok erken bir saatte telefonuma Gürcistan’da yaşayan bir arkadaşımdan “Ülkene geçmiş olsun diyorum” mesajı gelmiş. İşe gitmek için kalktığımda okudum. Nefesim kesildi. Önce bomba falan mı patladı diye düşündüm. Sonra deprem aklıma geldi. Hepimiz İstanbul depremini bekliyoruz. Bir an için ailemi kaybetmiş olabileceğimi düşündüm. İnterneti açıp bakamadım, bakmak istemedim, birkaç dakika elimde telefon öylece kaldım. Sonra büyük bir üzüntü yaşadım depremi duyunca. İnsanın kanı çekiliyor. 89 depreminde İstanbul’daydım. Bütün o travmalar geri geldi. Dehşeti yaşadım, milyonlarca insanın çaresizliğini düşündükçe utanç duydum, öfkelendim.
-Örgü_t’ü kurma fikri nasıl oluştu, çıkış noktan neydi?
-Örgü örmeyi çok seviyorum. Depremden önce tam bir örgü histerisi yaşıyordum. Sürekli yün alıp örgü örüyordum, bir proje bitmeden diğerine başlıyordum. “Suç ortaklarım” da vardı, arkadaşlarım yani. Deprem faciasını onlarla telefonda konuşurken ortaya çıktı bu fikir. Para yollasak da bu içimizi soğutmuyordu. Kurumlara güven gitgide azalırken insanlar doğrudan bir destek arayışına girdiler. Örgü_t de bu kaygılarla doğdu. Maddi ve fiziksel gücü yetersiz olanların dışında işe giden, çalışmak zorunda olan, çocuğunu, ailesini, hastasını, yaşlısını bırakamayanlar var, bu kişiler için Örgü_t’ün iyi bir mecra olacağını düşündük.
-Bugüne kadar Örgü_t neler yaptı, nelere aracı oldu?
-İhtiyaç sahiplerine bere, çorap, atkı, battaniye, bebek giysileri ve patikleri, elişi oyuncaklar ördük, diktik ve bireysel çabalarla dağıtımlarını yaptık. Bize ”Oraya çok battaniye yollandı, çok giysi gitti, ne gerek var” diyen çok oldu. Ancak amaçlarımızdan biri de özellikle çocukların kendilerine özel el emeğiyle imal edilmiş eşyalara ulaşmalarıydı. Bu üretimlerin onlara teslim edilme biçimi üzerine de düşündük. “Bu senin için özel olarak üretildi” gibi bir söylemle verilen hediyenin, yol kenarına atılmış giysi ve battaniyelerden çok daha makbul olacağına inandık. Kaldı ki üretimleri teslim alan çocukların yüzlerini, adlarını kullanarak bu destekler üzerinden bir merhamet ve acı pornografisi üretmekten de imtina ettik.
Evet, üreticilerimizin ve destekçilerimizin sayısının kısıtlı olduğunun farkındayız. Ama çorbada tuzumuz olsun diyerek yola çıktık. Depremden bu yana 3 kez 500 adete yakın çeşitli el işini Hatay Samandağ’a bizzat götürüp teslim ettik.
-Evini açtın, bütün işler evinde toplanıyor ve sen Norveç’ten gelip onları toparlayıp depremzedelere bizzat ulaştırıyorsun, bu durum çok fazla çaba ve zaman gerektiriyor ve tek başına sürdürebilir değil, bundan sonrasını planladın mı?
-İyi ki de açmışım, acının yanı sıra o kadar güzel duygular da yaşadım ki. Bir de yalnız değilim. Senin gibi pek çok arkadaşım var canla başla destek veren. Bu örgütlenme afet ve genel yas döneminde kendini yetersiz hisseden bir sürü insan için bir dayanak olurken, bu insanlar da benim kazancım oldu. Yaşlı annem yalnız yaşıyor, Örgü_t’ün en azılı üyesi! Hele Örgü_t için bizim evde toplandığımız günlerde onun sürdüğü keyfi size anlatamam. Bir genç kız enerjisiyle hizmet ediyor, “Hadi kalk çay getir kızım.” diye bana kaş göz ediyor. Dayanışmadan ancak mutluluk duyulur. Ben bir Darüşşafakalıyım, dayanışmayı ve kalabalıkla yaşamasını bilirim. Samandağ’daki “iş birlikçilerim”in arasında uzman psikologlar var. Duyuru yazılarımı hazırlama konusunda bana yardım eden çok kıymetli bir editörüm (ayrıca benimle Samandağ’a gelen ve evini depoya çeviren bir dostum) var. İnternet sayfasını nasıl yönetebileceğimi anlatan Türkiye’nin en kıdemli halkla ilişkiler uzmanlarından bir arkadaşım var, Örgü_t’ün saflarına daha çok insan toplamama yardım eden Türkiye’nin en önde gelen şairlerinden biri var. Beni gerek mail gerekse gönderdikleri eşyaların arasına koydukları notlarla motive eden (bazen de ağlatan) örgücülerimiz var. Hiç mi hiç yalnız değilim.
Biz Örgü_t’ü kurarken arada kurumlar olmadan ya da uzman psikologların denetiminde doğrudan ulaşabileceğimiz çocuklar kendilerini düşünen, onları yalnız bırakmayacak, onları hep sıcak tutacak, gönüllerini hoş edecek birilerinin varlığını hissetsinler istedik. Bundan daha büyük bir motivasyon da olamaz.
Bundan sonra da gözlemlediğimiz ihtiyaçlar doğrultusunda hareket edeceğiz, destekçilerimizden örneğin kazak, hırka yerine daha fazla bebek yeleği ya da örgü oyuncak talep ediyoruz şu sıralar. Norveç, Amerika, İsveç, Danimarka’dan örgüler, yünler, oyuncaklar yollandı. Yurt dışından daha çok destek almaya çalışacağız.
-Depremden sonra 3 kez Hatay- Samandağ’a gittin. Kısaca gözlemlerin?
-İlk gittiğimde depremin üzerinden yirmi gün geçmişti. Instagram’a şöyle yazmışım: Hayatımda ilk kez depremden yıkılmış bir kentte yürüdüm. Hataylıların sık sık dile getirdiği gibi kötü bir kâbus görüyor gibi hissediyorsunuz. Karşılaştırabileceğiniz, daha önceden yaşadığınız hiçbir şeye benzemiyor. Sokaklar boş, ayakta kalmış binalar bomboş, Norveç’te yaşayan biri olarak insansız sokaklarda, ıssız kasabalarda dolaşmaya alışkınım. Ama bu yıkım ve ıssızlık Hatay’a ait olamazmış gibi. Durmaksızın sert bir rüzgar esiyor. Binalardaki perdeler uçuşuyor. Etraftaki tek hareket de bu zaten. Bir an için bunu bir yaşam belirtisi olarak algılıyorsunuz. Gözünüz tuhaf bir şekilde perdelerin ardından görünecek birilerini boşuna arıyor.-
Hatay’a otobüsle girerken koca bir konvoy şehri terk ediyordu. İnsanlar yanlarına alabildikleri ne varsa araçlara yüklemişler, kaçıyorlardı. Ev yok, iş yeri yok, su yok, mahalleniz yok, herkesin ailesinden ölenler var. İlk konuştuğum insanlar ağız birliği etmiş gibi en ufak detayına kadar deprem gecesi yaşadıklarını anlatıyorlardı. Ben çok geveze biriyim, hayatımın en uzun suskunluğunu o iki gün yaşadım desem yalan olmaz. En temel ihtiyaçlarını karşılamak için insanlar şehrin muhtelif yerlerinde kuyruklardaydı. Herkes birbirine yardım ediyordu. Benim karşılaştığım Hatay insanı çok metanetli, o koşullarda bile cömert ve sıcak insanlardı. Gazeteler ve televizyonlarda gördüklerinizi tekrarlamak istemiyorum. Hayatları zordu yani.
Özellikle nisan ayındaki ziyaretim sırasında otobüs garı çevresindeki caddelerde kebapçıların, manavların, bakkalların derme çatma da olsa açıldığını görmek güzeldi. Üç tarafına duvar niyetine astığı battaniyelerle berber dükkanını açmış genç adama hayran kaldım. Bir sandalyeye oturttuğu ve eline ayna tutuşturduğu müşterisine sakal tıraşı yapıyordu. Hatay zeytin, defne, limon ağaçlarıyla kaplı. Otobüsten indiğimde burnuma çarpan limon çiçeklerinin keskin kokusu beni şaşırttı. Bu viran şehrin mis gibi kokması pek akıl alır bir şey değildi.
-Samandağ’a gittiğinde kimlerden yardım alıyorsun? Nerede kalıyorsun? Günlük yaşam nasıl akıyor? Gündelik ihtiyaçlarını nasıl karşılıyorsun?
-Samandağ’a gittiğimde Samandağ Kadın Dayanışması’ndan yardım alıyorum. Samandağ sahilinde bir kafe gönüllüler yatakhanesi olarak kullanılıyor. Kafenin banklarını birleştirip üzerlerine battaniyeler sererek yataklar yapmışlar. Sağ olsunlar, gittiğimde bana da bir yatak veriyorlar. Kafenin tuvaleti ve suyu var. O yüzden çok şanslıyım. Hemen yakınlarında TİP’in yemek çadırı vardı. Oradan yemek dağıtılıyordu. Bazen kafenin mutfağında da malzeme bulunduğunda makarna gibi kolay yemekler hazırlanıyor.
Dilek Başak Samandağ’daki Masal Evi’nde…
-Bir de çocuklar için açılan sevimli Masal Evi’nden bahsetmek ister misin?
-Samandağ’a ilk gittiğimde kaldığım yerin yanında çocuk parkı olduğundan çocuklarla konuşma fırsatım oldu. Ben Norveç’te öğretmenlik yapıyorum. Örgü eşyaların yanı sıra kitaplar ve oyuncaklar da götürmüştüm. Bavulla taşıdığım için sınırlı sayıdaydı. İkinci gidişimde yanımda arkadaşım Esra da vardı ve epeyce kitap getirebilmiştik. Gözümüze küçük ahşap bir kulübe çarptı. Orayı temizleyip kitapları o günlük içine yerleştirmek için sahibinden izin aldık. 12 metrekarelik ahşap kulübe bir anda şipşirin bir oyun alanı/kitaplığa dönüştü. Akşam ortalığı toplarken kulübenin sahibinden burayı bize satmasını istedik. Norveç’te ve İstanbul’da arkadaşlar arasında topladığımız parayla orayı satın aldık. Samandağ’daki dostlarımız boyadı, onardı, bu sürede destekçilerimizden topladığımız kitaplar ve kırtasiye malzemelerini kulübeye yerleştirdik ve oraya Masal Evi adını verdik. Bir çadır satın almak istemedik çünkü kulübemiz geçici değil, kalıcı bir evi hatırlatsın istiyorduk. Ahşap olması içimizi ısıtmıştı. Norveç’in güzelim dağ kulübelerinin bir minyatürü oldu. Çocuklar da oraya bayıldılar. Şimdi burası sevgili Samandağ Kadın Dayanışması’nın muhteşem kadınları tarafından işletiliyor. Ama biz de elimizi üzerlerinden çekmeyeceğiz. Yazı dört gözle bekliyorum, sinema atölyeleri, örgü kursları, resim çalışmaları, drama kursları gibi bir sürü proje var sırada.
-Son olarak, katkıda bulunmak isteyenler Örgü_t’e nasıl ulaşsın?
-Instagram hesabından DM yoluyla bana ulaşabilirler: https://www.instagram.com/orgu_t__/
Deniz Ersoy (mahlas)