Yaşam nehrinin bu kıyısındaki misafirliğim 68 yılı buldu. Öteki kıyıya nasıl ve ne zaman göçerim, buna bu hayatı bana hediye eden karar verecek.
Ama bugün bu kıyıyı benimle paylaşanlara ve geleceğe bir notum var.
Dünyanın her tarafı yanıyor, sarsılıyor, kuruyor, yaşanmaz hale geliyor.
Dünyayı bitiriyoruz.
Vahşi bir açgözlülük ile kuruttuğumuz ve zehir saçan göller… Kimyasal atıklarla hayattan kopan nehirler..
Yaşam alanlarını yok ettiğimiz ve soyu tehlikeye giren türler..
Karbona boğduğumuz gökyüzü..
Ormansızlaşan dağlar..
Hormonlu gıdalar ile direnci düşürülmüş kuşaklar..
Isınan atmosfer…
Sistemin metalaştırdığı bütün değerler..
Endüstriyel kapitalizmin doymak bilmez açlığı…
Gelecek 30 yılın dehşet verici tarihi
Çok zor zamanlarda yaşıyoruz. Dünya paralize oldu ve insanlık şoka girdi. Ekranlarımız tam bir asılsız bilgi çöplüğüne döndü.
Gelelim önümüzdeki birkaç 10 yıla. Yani dünyanın -eğer böyle devam edersek- birkaç 10 yıl içinde yaşaması kuvvetle öngörülen kıyamete…
Tarihin en stresli zamanlarından biri dünyanın tepesine çöktü. İnsan ırkı, bitik bir küresel ekonominin kazanında kaynamaya başladı. Bitik bir politikanın ve hayattan süpürülüp atılmış sosyal çöplerin baskısı altında çöküşe doğru savruldu.
Dünyanın ateşi yükseldi. Uygarlığımız çöküyor.
Çöküş, aslında sistemin kendi çekirdeğinde yazılı.
Yapısal tehditler temelleri çürütüyor.
Endüstriyel kapitalist sistemin gezegene, hayata, sağlığa, ekonomilere ve demokrasiye oluşturduğu tehditler, son birkaç 10 yıla göre katbekat arttı. İşin kötüsü ortadaki sürreal manzaraya ve sinyallere rağmen insanlar bu tehlikeyi anlamıyor.
2030’lar için öngörülen gerçeklik, bu dönemin bir “iklim afeti” olacağıydı.
Bilim insanlarının çok önceden uyardıkları üzere, bu iklim değişikliği yıkıcı, ani ve kaçışın mümkün olmadığı boyutlara vardı.
2030’a kadar bu felaketin bir ön denemesi birkaç kez yapıldı. 2020, 2023 ve 2028 yıllarındaki dev yangınlar.
Deniz seviyeleri, en kötümser tahminleri bile altüst eden noktalara kadar yükseldi. Afetler günlük yaşamın korkuları arasına girdi. Aslında her yıl yaşanan yangınlar, seller ve kıtlıklar bu felaketin provası idi.
2030’larda insanları sarsan olaylar, 2020’lerin aslında bir tür ısınma turu olduğunu gösterdi. 2020’lerde insanlık evlere kapanmak zorunda kalmıştı.
2030’larda ise, insanlar evsiz kaldı. Zira evler ya dev yangınlarda yandı, ya da sellerde kayboldu. 2020’lerde insanlar işlerini kaybetti.
Akabinde yeni işler kazanabilmek için mücadele ettiler. 2030’larda ise, ortada mücadele edilecek bir iş de kalmamıştı.
Kentler, eyaletler, ülkeler kumdan kaleler gibi çöktü
Bütün kentler, eyaletler ve devletler tsunamiler, seller ve yangınlar ile yok olmuştu. 2020’lerde ekonomiler birden bire durmuştu.
Bunun akabinde devletler, ekonomileri kurtarmıştı. 2030’larda ise durum çok daha vahimdi. Ülkelerin ekonomileri hiçbir kurtarma planına cevap veremedi. Çöktü.
Ekonomiler tam bir çöküşe doğru sürüklendi. Bankalar, sigortalar ve fonlar portföylerindeki holdinglerin korkunç değer kaybetmelerini dehşet içinde izlemekle yetindiler. Ardından küçük işletmeler battı. Geriye işsizler ordusu kaldı.
Dünya gittikçe batıyordu.
Bütün gezegen bir istikrarsızlık fırtınasına tutuldu.
2020’lerde insanlar Coronavirüs depresyonunu borçlanarak ve varlıklarını, evlerini, hisse senetlerini, emeklilik fonlarını satarak aşabildiler.
2030’larda durum çok daha vahimdi. Bu kez ne satacak bir varlık kalmıştı, ne de bunları satın alacak gerçek alıcılar.
İnsanların ne evini alacak bir müşterisi ne de bu satın almayı finanse edecek bir kuruluş vardı. Finansal sistem iklim değişikliğinin riskleri ile başa çıkamadı. Sigorta şirketleri, bankaları ve fonları da yanlarında sürükleyerek battılar.
Toplumların bütün tasarrufları ve yatırımları da eridi. Ortada ne borç verecek bir kurum ne de istihdam sağlayacak bir yapı kalmadı. Tek güç nakit idi. İnsanlar sadece ellerinde kalan nakde güveniyordu. Eğer varsa.
Ne su ne gıda ne ilaç…
2030’lardaki iklim felaketinin bir sonucu olarak insanların hayatı çöktü. Barınma, ilaç, eğitim gibi temel gereksinimlere erişim imkansız hale geldi.
Üniversiteler ve bazı okullar açık kalabildi. Geçmişin endüstriyel- kapitalist uygarlığının temel birimleri olan iş yerleri de harap oldu.
Birbiri ile alakasız ofisler, dükkanlar, mağazalar. Ama hepsi işlevsiz kalmıştı.
İnsanlar bulabildikleri kısa süreli işlerle idare ediyordu.
Birbirleri ile mal ve hizmet değiş tokuşu yapıyor ya da zenginlerin hizmetine giriyordu. Ama insanların aslına bir tek görevi vardı, o günün ekmeğini kazanabilmek.
Endüstriyel-kapitalist sistemin finansal ve ekonomik sistemlerini dümdüz etmek ve tamamen işlevsiz bırakmak..
Ekonomik hayat infilak ederken, sosyal ve kültürel hayatı da beraberinde sürükledi.
İnsanlar, tükenmekte olan insan uygarlığına bakarak, bir aile kurmanın artık mümkün olmadığını düşünmeye başladılar.
Her insan kişisel ayakta kalma kavgasına girmişken, bir başkasının hayatının sorumluluğunu almaya asla cesaret edemiyordu.
Derken insanlar birkaç 10 yıl öncenin izole, bireysel yaşam tarzını hızla terk edip, tekrar komünal yaşamlara döndüler. Sağ kalabilmek için kayıtsız şartsız bir arada olmanın şart olduğunu nihayet fark edebilmişlerdi.
En öncelikli gereksinim güvenlik, su ve kırıntı da olsa, yemekti.
Herkes kişisel güvenliğini modern aşiretlerde buldu. Bunlar olurken, doğum oranları da dip yaptı. Mutluluk, güven, anlam ve amaç gibi bütün değerler doğal olarak kayboldu.
İnsanlar, yükselen tsunamilere ve dev yangınlara karşı güvende olabilmek için bir araya geldikçe, aile kurumu da kayboldu. Yerini devasa topluluklara bıraktı.
İşin kötüsü, bunların hepsi daha başlangıçtı.
İnsan uygarlığı intihara eğilimlidir. Tek tek her insan ölmemek için direnir. Hayata sıkı sıkıya tutunur. Ama iş bütün bir insanlık ailesine gelince, hayatın sona ermesi için en ölümcül hataları yapmaktan geri durmaz. Umarım, yaşadığımız bu tanımlanamaz şoklar, toplu intihar eğilimini sona erdirir.
Görsel: Mad Max: Fury Road filminden
***
Medya Günlüğü sosyal medya hesapları: