Yürürüm.
Yürüdükçe gördüm ki yollar anbean değişiyor ve yolcu aldığını alıp aradığına doğru devam etmeli yürüyüşüne.
Yol asfalt değildir, stabilize de değildir.
Hatta yol/yollar bile bilmez ufkun nerede ve nasıl olduğunu.
Ömür biter yol bitmez denmiştir ya, yol mühendisleri yolun başını ve sonunu hesaplayıp bilseler de yol hep aşmıştır mühendislik bilimini.
Hayat işte böyle bir yoldur, yolculuktur ve kim/kimler yola/yollara yol çizmeye kalkmışsa yanılmıştır.
Yolculuk her zaman bilinmeyene, aranana doğru bilinmez bir yolda yürümekle güzellik kazanır.
Yanisi şu ki; Girne’den Lefkoşa’ya uzanan yoldan söz etmiyorum, hayat yolculuğundan, insanın kendi iç derinine yaptığı yolculuktan ve daha önemlisi iç derininden hareketle dış dünyaya yapılan uzun yolculuklardan söz edeceğim.
Kimisi için hatta çoğu kişi için böylesi yolculuklar olmasa da bu türden yolculuklardır dünyayı yaşamaya değer bir hayatla kuşatan.
Oradaki bir tutam yeşil ot yoktu dün.
O yoldan dün de geçtiğini düşünüyorsan o kadar yanlış düşünüyorsun ki, kaçınılmazdır o halde yarın da o yoldan geçeceğin ve sararmaya başlamış o bir tutam otu yine tıpkı dün olduğu gibi görmeyeceğin.
O kadar aynı yolu aynı sen olarak yürüyorsun ki ne otları ne çiçekleri, dalları, yeşilleri, alları görebilirsin.
Kendine odaklısın hatta egosantriksin ve egosantrik değişmezdir, değişmeyen tek şey değişmenin kendisi diye sayıklamasına karşın.
Yürürüm.
Kendi içimde kendi derinime doğru yürürüm dışıma varmak için.
Yollar yokuştur yollar iniş, engebelidir yollar sarptır, kayalık ve pusulu.
İçimde bir şarkı dünden gelip yarına giden eski ve her dem yeni, yeni hep çünkü içimdeki ses dünkü değil, yarına hazırlanan bugünkü ses.
Bakmadan biliyorum.
Keskin bir nişancının varlığını.
Bozdoğan Su Kemeri bunu da mı görecekti?
Gördü.
Fotoğraf: Gazeteci Umut Taştan
X: @umuttastan_