Cumhurbaşkan Erdoğan’ın Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptıkları konuşma beni yıllar öncesine götürdü.
1977 yılında BM Daimi Temsilciliğimizde görevliyken BM Genel Kurulu’nun dekolonizasyon konuları ile ilgilenen 4. Komitesi’nin Raportörlüğüne seçilmiş ve Komite Raporunu Genel Kurul’a sunmuştum. (Aşağıdaki fotoğraf) İlk kez bir Türk o görevi üstleniyordu. Hürriyet gazetesi o konuşmamı büyük puntolarla, ABD Başkanı Carter’ın birkaç gün önce konuştuğu kürsüde Demirok dünyaya hitap etti” diye vermiş ve “sömürgeci devletlere meydan okuduğumu” yazmıştı. 70’li yıllarda sömürge olan birçok toprak bugün bağımsız ülkeler. O tarihlerde BM Namibya Konseyi’nin Başkan Yardımcılığını da üstlenmiştik. Namibya da bugün bağımsız bir ülke. Afrika’ya açılımın başlangıcı o tarihlere rastlar…
O yıllarda Türkiye’nin önde gelen dış politika konularından biri Kıbrıs sorunuydu. Kıbrıs Barış Harekatı uluslararası toplumun gündemindeydi. Türkiye’nin müdahalesine tepkiler yoğundu. Bu tepkilerin yoğunlaştığı merkez de Birleşmiş Milletler’di. Kıbrıs sorunu BM Genel Kurulu ve BM Güvenlik Konseyi’nin önde gelen gündem maddeleri arasındaydı.
Kıbrıs Türkü’nün yıllar boyu yaşadığı sıkıntı ve zulümler, Ada’yı Yunanistan’a bağlama gayretleri görmezden gelinirdi. Uluslararası anlaşmalara dayanarak Barış Harekatı’nın gerçekleştirildiği göz ardı edilirdi. Türkiye’nin haklı tezleri, BM Genel Kurul toplantıları vesilesi ile New York’a gelen dışişleri bakanlarımız ve BM Daimi Temsilcilerimiz önce Büyükelçi Osman Olcay, ardından Büyükelçi İlter Türkmen tarafından anlatılsa da, BM Genel Kurulu ve BM Güvenlik Konseyi’nden Türkiye aleyhine kararlar çıkardı. Kıbrıslı Rumlar, gündem ne olursa olsun, “Türkiye’nin istilasını” gündeme getirmeye kalkışırlardı. Diplomatlarımız da Rum iddialarına yanıt verirlerdi. Diğer delegeler bıkmışlardı bu yerli yersiz tartışmalardan. Kıbrıs Türkü’nün adı yoktu.
Diaspora Yunanlar, New York caddelerinde aleyhimize gösteriler düzenliyorlardı. ABD Dışişleri Bakanı Kissinger ile Dışişleri Bakanımız Turan Güneş arasında yapılan bir görüşmede binanın önünde gösteride bulunan Yunanlara işaret eden Kissinger Bakanımıza “Burada Türkler yok mu? Neden onlar da karşı gösterilerde bulunmuyorlar?” diye sormuştu. O yıllardan sonra Amerika’da lobi çalışmalarının önemi gündeme gelmişti. Bu kez Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM’de dile getirdiği “Dünya beşten büyüktür” sözünün yer aldığı kamyonetlerin New York caddelerinde dolaştırıldığını duyunca Kissinger’ın yıllar önce Güneş’e sorduğu o soruyu anımsadım: “Burada Türkler yok mu? Neden onlar da gösterilerde bulunmuyorlar?” Nereden nereye…
O yıllarda Türkiye’ye her türlü baskı deneniyordu. Ankara’nın “başına buyruk” hareketini kabul etmeyenler, Türkiye’ye karşı ambargo uygulamaya kalkışıyordu, Türkiye’ye karşı başka baskı yolları, ders verme yolları araştırılıyordu.
O tarihten bu yana soruna kalıcı bir çözüm bulmak amacıyla Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’nin gözetiminde Kıbrıslı Türklerin ve Rumların katıldığı sayısız toplumlar arası görüşme yapıldı ancak sonuç vermedi. Süreç içerisinde 1976’da Kıbrıs Türk Federe Devleti kuruldu. 15 Kasım 1983’te de Kıbrıs Türk Federe Devleti meclisi self-determinasyon hakkını kullanarak oy birliği ile aldığı bir kararla Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) ilan etti. Karar, Yunanistan’ın ve pek çok devletin yanı sıra BM Güvenlik Konseyi’nin tepkisi çekti.
Soruna çözüm bulunması amacıyla Birleşmiş Milletler’in çabaları o tarihten sonra da devam ettiyse de başarılı olamadı. Zamanla sorun uluslararası toplumun gündeminde arka plana itildi ancak gündemde kalmaya devam etti. KKTC’ye uluslararası toplum tarafından ekonomi, ulaşım, spor gibi alanlarda ambargolar uygulanmakta. Bu nedenle Türkiye, KKTC’ye ekonomik, siyasi, askeri vs. desteğini sürdürmekte.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da BM’nin 79. dönem Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada bu konuya değindi. Erdoğan konuşmasında, Kıbrıs konusunda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ortaya koyduğu “Egemen eşitlik temelinde iki devletli” çözüm vizyonuna kesin destek dile getirdi. “Federal çözümün artık geçerliliğini tamamen kaybettiğine” işaret etti. Ada’da “iki ayrı halkın ve iki ayrı devletin mevcudiyeti” olgusunu vurguladı. “Kıbrıs Türklerinin kazanılmış hakları” olan “egemen eşitliğinin”, “eşit uluslararası statüsünün” yeniden “tescil edilmesini” istedi. Milletlerarası camiayı “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımaya” ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile “diplomatik, siyasî ve ekonomik ilişkiler kurmaya” davet etti
Erdoğan’ın bu sözleri Türkiye’nin kararlı duruşun bir ifadesi olarak görüldü.. Meslek yaşamında Kıbrıs sorunu önemli bir yer tutan diplomatlarımızdan biri olan emekli Büyükelçi Tugay Uluçevik, sosyal medyada Erdoğan’ın bu sözlerini şöyle şekilde değerlendirdi:
Bu sözler konunun takibinde Türkiye’nin duruşuna kriter, referans olarak alınabilecek mahiyettedir. Basında çıkan haberlerden öğrendiğime göre KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar BM 79. dönem Genel Kurul toplantıları için New York’a hareket etmeden önce yaptığı açıklamada “müzakerelere başlamak için 3-D talebimizi (Doğrudan Ticaret, Doğrudan Uçuşlar, Doğrudan Temas) Genel Sekreter’in temsilcisi Maria Holguin’e ilettik, Sayın Guterres ile şimdi Kıbrıs Türklerinin üzerindeki haksız ambargoların kaldırılması anlamına gelecek bu taleplerimizi görüşeceğiz” demiş. Bunu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’ndaki hitabında “egemen eşitlik temelindeki iki devletli çözüm” hedefine verdiği kesin destekle ve “KKTC’nin tanınması ve KKTC ile diplomatik, siyasî ve ekonomik ilişki kurulması” için milletlerarası camiaya yaptığı çağrı ile çelişen bir yaklaşım, hareket tarzı olarak değerlendiriyorum. Müzakere masasına oturmanın tek şartı Kıbrıs Türk halkının “egemen eşitliğinin” ve KKTC’nin “eşit uluslararası statüsünün tanınması” olmalıdır. BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs konusunda yürütmekte olduğu “iyi niyet” görevinin tek hedefi, sözde “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” Anayasası’nda yapılacak tadilâtla Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelinde ve çatısı altında anayasal bir federal devlet kurulmasıdır. Bunu ben iddia etmiyorum. Bunu BMGK’nin çeşitli kararları belirlemiş bulunuyor. BMGS’nin kendisi de BMGK’ye sunduğu devrevî raporlarda ifade ediyor. KKTC Cumhurbaşkanı’nın “3 D” talebinin KKTC’nin tanınması gerçekleşmeden gerçek nitelikte bir federasyon niteliğinde olmayan anayasal federasyon ile de yerine getirilmesi mümkündür. 1993’de BMGS’nin iki taraf arasında karşılıklı güveni yaratmak amacıyla oluşturmak istediği Güven Yaratıcı Önlemler paketi çerçevesinde, doğrudan uçuşlar, doğrudan ticaret, vs tedbirler yer öngörülmüştü. Hayli ilerleme sağlanmıştı. Ama rahmetli Denktaş’ın kabul etmesiyle birlikte, Klerides reddetmişti. O dönemlerde dosyanın başında görevdeydim. KKTC, BMGS’nin, hedefi “anayasal federal çözüm” olan mevcut “iyi niyet” görevi çerçevesinde BMGS’ye muhatap olmayı sürdürmekten vazgeçmelidir. Unutmayalım ki BMGS’nin “iyi niyet” görevi çerçevesinde muhatap alınan KKTC değil, 1960 Antlaşmalarındaki “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin” iki toplumdan biri olan “Kıbrıs Türk toplumudur.” KKTC, AB’nin fonlarıyla ve BM’nin desteğiyle kurulmuş olan “iki toplumlu komitelerin” çalışmalarına katılmaktan vazgeçmelidir. Bu komitelerin amacının “federal çözümü kolaylaştırmak için iki toplumu birbirine yaklaştırmak” olduğu ilgili belgelerde kayıtlıdır. Bunları internette de okumak mümkündür. Atılacak başkaca adımlar da vardır. Bunlara çeşitli mesajlarımda ve makalelerimde işaret etmiş bulunuyorum. Belirtiler, BMGK’nin ve BMGS’nin Sn Tatar’ı yeniden masaya oturtma yollarını aradığını göstermektedir. Sonradan tutulmayacak mahiyetteki sözlere, vaatlere karşı çok dikkatli olunması icap eder. BM’nin çamurlu, kaygan zemininde yürümek risklidir. BM’nin diplomasi girdabından kurtulmak imkânsız denecek kadar zordur. Bir kere masaya oturulunca, masayı devirip kalkmak da kolay değildir. Masadan kalkmanın riskleri, bedeli vardır. Bu husus Kıbrıs konusunda AB’nin, BM’nin, İngiltere ile birlikte ABD’nin yakın takibinde, üçlü kıskacında olan Türkiye ve KKTC için özellikle geçerlidir.”
Yılların birikimi ve deneyimi sonucu önemli uyarılar içeren Uluçevik’in bu görüşlerinin başta KKTC tarafı konu ile ilgili herkes tarafından bilinmesinde ve değerlendirilmesinde yarar görüyorum.
Şunu da unutmayalım: Kıbrıs Türkü uzun mücadelenin, sıkıntıların ardından bugünlere ulaştı. Bölgede barış ve demokrasi adası konumunda. Stratejik ve coğrafi bakımdan eşsiz bir konum ve önemde. Türkiye’nin güvenliği, kıta sahanlığı, münhasır ekonomik bölge, hava sahası kontrolü, açık denizlere ulaşım ve stratejik savunma derinliği açısından büyük öneme sahip. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki yasal ve siyasi haklarını savunması için KKTC’nin varlığı hayati değerde. KKTC’nin güvenliği için Türkiye, Türkiye’nin güvenliği için KKTC önemli. Ana vatan ve Garantör ülke olarak Türkiye, geçmişte olduğu gibi gelecekte de her daim Kıbrıs Türkü’nün yanında olacak.
Fotoğraf: KKTC Cumhurbaşkanı (solda) ve BM Genel Sekreteri António Guterres.
Kaynak: BM