Başar Yitiksöz (mahlas)
Bugün yağmur var. Hava karanlık. İnsanlar yok bahçede. Canım sıkılıyor hava karanlık olunca. İnsanlar-ya da çoğu onların- yalnızca kendi canları sıkılır böyle havalarda diye düşünebilir, oysa ben de sıkılırım. Tüylerime bulaşan nem, ıslaklık, yağmur- çamur kokusu beni rahatsız eder. Hele bir de soğuk. Soğuğu sevmiyorum. Terk edilmişliğimi hatırlatıyor koca bir şehre.
Bahçe boydan boya boş neredeyse. Yemyeşil ağaçların altı. Ipıslak çimenler. Banklar. Spor sahaları.
Bugün yağmur var. İnsanlar kantinlere çekildi. Bizi de göremezsiniz böyle toprak ıslakken. Acaba merak ederler mi “öğrenci” denilen bu gençler bizi? Bu yağmurda ne yaparız? Nereye sığınırız? İçlerinden birileri de bizi düşünür mü? Bu kediler-“kedi” diyorlar bize-ne yer ne içer? Nasıl saçak altı bulurlar diye? Çoğu düşünmez kendinden başka bir şey. İnsanların çoğu da böyle galiba. Kötü. İlgisiz. Sıradan. Oysa, biz her şeyin farkındayız.
Yağmurda ya eşik altına öğrenim binalarının ya da kuytulara sığınırız. İşte şu yağan yağmur bizi birbirimize yakınlaştırır, bizi yan yana getirir ancak, yoksa kediler öyle insanlar gibi sürü halinde yaşayamaz. “Yaşayamaz” diyorum, çünkü biz tekliğe düşkünüz. “En bireysel hayvan” diyorlar bize. Bireyci miyiz? Bireycilik doğada yoktur ki, insanlar çıkardı onu. İnsanlar bu yeryüzü üzerinde yokken, bu yeryüzünü işgal etmemişken; biz varken yalnız, kediler, ağaçlar, gökyüzü, sessizlik, başka hiçbir şey yokken (bize bu yüzden bencil diyor olmalılar-bir yandan da-) onlar geldi ya da gökten indi-o derece ani-Tanrı onları gönderdi-bize bir ceza diye-(bana mı öyle geliyor) ve o senin-bu benim (aşkta-dişilerde-sevişmekte bile), fazlası bizim dediler-oysa fazlası bir işe yaramaz ki-onların olsundu, onların oluyor zaten şimdi de, olsun; biz bunlara bakmayız. Bir de bize aklı yok diyorlar onların yaptığı ne? Fazlayı paylaşamamak. Biz açsak hem beraber açız. (sokak kedileri için elbette, “beyaz kediler” için değil!) Nankör, bencil derler bize ama biz doymak için savaşırız. Aç bırakmaya değil çoğunu alıp da. Bir de o “konuşma” dedikleri şey ne saçma bir şey! Ağızlarından acayip sesciklerle gürültü çıkarıyorlar ve “sözcük” diyorlar onlara, oysa sescik yalnızca onlar. Ses değil; miyav diye bir “sözcük” uydurmuşlar kendi dillerinde gereksiz, o değil ki, biz başka bir şey diyoruz. Anlamıyorlar. Bu şakır şakır yağan yağmurda bunları size anlatıyorum, her ne kadar anlamasanız da insanlar. Gelip geçiyorsunuz aldırışsız, bu “kentin son hayvanlarına”. Oysa bakışlarımda var hepsi. Bakışlarımda bile.
Gerçekten hayvanlığın şerefini biz kurtarıyoruz. Ne o köpeklerin yapıp ettiği: uysal, sadık oluyorlarmış da -ilk evcilleşen-biz ise hiç evcilleşmeyecek olan, olsun bu insanlara uyulur mu? Biz bağımsızız elbet-öyle yaradılışlı- başı dik, “vahşi” daha- tırnaklarımızla-ısırmadan-doğal, köpeklere gelince, sahipleri için başka insanları ısırırlar. Ne anlamsız! Köpekleri sevmiyorum, hayvanları unuttular, biz hâlâ bir kuşu yakalarken bile doğamıza uygunuz. Oysa, köpek, avı insan için yakalar, hepsi “tazımsı”; hayatları da. Az önce ya da dün müydü (neyse bu zaman denilen şeyi de insanlar uydurdu ne melanet varsa onlardan geliyor) şaka bir yana, az önce ya da dün-fark etmez-aynı şey; yağmur yoktu yalnız onu biliyorum. Bir ağaca tırmanırken bir kedi, yabancı değil “kedi”, aşağıdaki banktan bakan geçkin öğrenciliğe, gençliğin sonlarındaki adam-izlendiğinden farksız benim tarafımdan- beyaz tüylü yumuşak huylu bu kediye kızıyor “neden kuşu pençeleyerek parçalama planları kuruyorsun” diye ağaca ayağını vuruyordu, tınmadı “kedi”-tınmayız öyle kolay- sonra vazgeçti yanımdan geçerken (ki ben çöp kutusu arkasında saklanıktım, bu çocuğu tanırım aşıklara bakar biraz öfkeli, bankta oturan “siyasilere” inat gazete okur yalnız, ne apolitik, ne değil, kimsenin kendini sevmediğini düşünür-belki bir öğretim görevlisi- arkadaşı yoktur, sevgilisi yalnızca sevilmedikleridir [habersiz onlar] ve sıkılır ve yazar ve okur ve susar işte, o çocuk, kedilerle çıkarır yalnızlığını, şimdi görünmedim ona) böyle oldu tam, o beyaz tüylü yumuşak huylu kedi de bizim gibi aç kalmamak için, sadece kendi için avlandı. Köpekleri bundan sevmiyoruz işte. Kızdırma değil yaptığımız onları görünce, onlar bize ihanet etti asıl.
Bakışlarım, yürüyüşüm, seslerim, anlamsız değil. Anlatıyorum sana.
Siz gene kedilerle ilgili hayal gücünüzdeki bir kediyi konuşturacaksınız yoksa o kedi ben miyim? Bu bir hayal mi? Uyanırken sıçrıyoruz ya bir de sinek kulağımıza dibe dek yaklaşınca, patilerimizle havaya atıyoruz bir pençe, işte o hayalle gerçek arası yerdeyim. Bu metinden çıkmaya niyetim yok, sen gerçekleri yazıncaya dek “muharrir” adayı.
Gerçek hızla çürüyor. Kediler, eğilerek çöp kutularını karıştırıyor bu şehrin bu semtinde de. Kediler de yalnız, bu şehir de; yalnız oradan benziyorlar ya, klavyeye basarken parmaklarım, yağmur diniyor, kedi gitmekte; anlatacakları bitti.
Not: Bu yazı Medya Günlüğü’nde daha önce yayınlanmıştır.