17 Ağustos 1999 sabahı kaderin bir cilvesi olacak bir iş seyahati kapsamında İskenderun’daydım. Sabah uyanıp telefonumu açtığımda eşimden garip bir mesaj vardı: “Biz iyiyiz, merak etme!”
Ne olduğunu anlamamıştım. Hazırlanırken odadaki televizyonu açınca Marmara Bölgesi’nde deprem olduğu haberini aldım. Ancak, sabahın o erken saatlerinde daha devlet de durumun ciddiyetini anlamamıştı.
Kahvaltıdan sonra Kilis üzerinden Gaziantep’e doğru yola çıktım. Akşam konakladığım Gaziantep’te Marmara Bölgesi’nde şiddetli bir deprem olduğu bilgisi gelmeye başlamıştı. Telefon şebekesi çalışmadığından evle de konuşamamıştım ama telefonuma gelen kısa mesaj nedeniyle içim rahat olduğundan seyahatimi kesmeden Şanlıurfa ve Diyarbakır yönünde yolculuğuma devam etmiştim. Şanlıurfa Diyarbakır karayolunda karşı şeritten gelen ambulanslar, kamyonlar ve içerisinde sağlık personeli bulunan minibüslerden oluşan bir konvoyu görünce durumun vahametini ancak kavrayabilmiştim. Deprem haberinden iki gün sonra Güneydoğu’dan Marmara’ya yardım gidiyordu.
Diyarbakır’dan uçakla İstanbul’a dönerken Atatürk Havalimanı’na Firuzköy üzerinden yaklaşılırken camdan bazı binaların yerinde yeller estiği dikkatimi çekmişti.
Eve ulaştığımda, binamızda bir sorun olmadığını ama deprem gecesi eşim ve oğlumun epey bir panik yaşadıklarını kendilerinden dinledim. Ancak evi terk etmek gibi bir girişimleri de olmamıştı.
Depremin sonuçlarının ne denli ciddi olduğunu gördüğümüzden, eşimle birlikte evimizi konunun bir uzmanına kontrol ettirmeye karar verdik. İnşaat yüksek mühendisi olan bir arkadaşımın önerisiyle İTÜ’den sonra Kaliforniya’da Stanford Üniversitesi’nde deprem mühendisliği konusunda uzmanlaşmış olan yüksek mühendis Orhan Demirler’e başvurdum.
Orhan Bey konunun gerçekten uzmanıydı. Kadıköy Belediyesi’nden gelen bir ekip binadan karot aldı. Laboratuvarda yapılan incelemede, beton standardının oldukça yüksek olduğu anlaşıldı. Normal bir evde olması gerekenin çok üzerindeydi. Evi yaptırırken kullandığımız hazır beton gerçekten iyi çıkmıştı.
Bu işe paralel olarak manyetizmaya dayanan bir yöntemle duvarlardaki demirlerin aralıkları ve sayıları belirlendi. Orada da bir sorun yoktu. Zaten nervürlü demir kullanmıştık ve bağlantılar da inşaat sırasında dikkatlice denetlenmişti. Perde duvarlar ve kolonlar dışındaki duvarlar ise gazbeton bloklarla yapılmıştı. Bulunduğumuz mahallenin kaya üzerine oturduğunu bildiğimizden ayrıca bir zemin etüdüne de gerek duyulmadı.
Binanın betonarme ve mimari projelerini de Orhan Bey’e teslim etmiş olduğumuzdan, bütün bilgiler kendisinde toplanmış oldu. Aradan birkaç gün geçtikten sonra Orhan Bey’le buluştuk. Tüm bilgileri bilgisayarındaki bir yazılıma yüklemişti. Bu, özel bir deprem simülasyon yazılımıydı. Bilgiler girildikten sonra binanın dijital modelinin değişik şiddette depremlere nasıl tepki vereceğini gösteriyordu. Bize de gösterdi. Depremin şiddeti arttırıldıkça evimizin nasıl sallandığını ekranda görebiliyorduk.
Evimiz bir yamaçta olduğundan girişi orta kattan. Alt kat ise arka bahçeye bakıyor. Girişin üstünde de bir kat daha var. Alt katın bir duvarı adeta bir perde beton işlevi görecek şekilde toprağa gömülü, diğer tarafları ise perde beton olan bir bölüm dışında, kolonlar üzerinde durduğundan, sarsıntı Richter ölçeğinde yedi civarına geldiğinde simülasyonda yapıda bir torsiyon oluştuğu görünüyordu. Yani bina dönüyordu.
Orhan Bey, “Bu binadan büyük olasılıkla sağ salim çıkarsınız ama yapıyı kaybedersiniz” dedi. Bu bilgi üzerine bir güçlendirme/iyileştirme projesi yapıldı.
Önerileri şunlardı:
- Bir yatak odasının daha fazla ışık almasına olanak sağlamak amacıyla iç duvarının üst kısmında yer alan camlar, pleksiglas ile değiştirilecekti. Bu sayede deprem anında camın kırılarak yatağın üzerine düşmesi sonucu oluşacak kazanın önüne geçilecekti.
- İki yatak odası arasındaki yüksek bir duvarın deprem esnasında patlama riski olduğu değerlendirilmişti. Bu duvarın alçısı kazınacak, bir İsviçre firması olan Sika’nın ürettiği 20 santim genişliğinde lifli karbon polimerlerinden üretilmiş olan bantlarla bir çarpı şeklinde her iki tarafından korumaya alınacaktı. Üstüne bir tel kafes geçirilecek, ondan sonra da özel bir sıva sürülerek badana yapılacaktı.
- Binanın yan duvarında ise kolonların ve kirişlerin kalınlığı iki katına çıkarılacak, bu işlem yapılırken eski kolon ve kirişlerle yenileri dübellerle birbirine sıkıca sabitlenecekti.
Orhan Bey’le yapılacak iş ve maliyeti konusunda anlaştık. İşlem bize 3500 dolara mal olacaktı. İç mekanlarda işler hemen başlatıldı.
Ben de dış cephede yapılacak güçlendirme için gerekli yapı tadilat iznini almak için Beşiktaş Belediyesi’nin yolunu tuttum. Ancak, imardan sorumlu belediye başkan yardımcısı, oturduğum Levent mahallesindeki evler Boğaziçi Koruma Bölgesi’nde olduğundan cephe ile oynanamayacağını, kolon ve kirişlerin evin içerisinden geçirilebileceğini söyledi. Bu durumda banyo, yatak odası ve salon tamamen yıkılıp, buralara birer kolon konulacağından hem maliyet 35 bin dolara yükseliyordu hem de inşaat bitene kadar evde oturmak söz konusu olamayacağından başka bir eve taşınmak ve 6 ay ev kirası ödemek ya da otele geçmek gerekiyordu. Ayrıca evin kullanım alanı küçülecek ve şekilsizleşecekti.
Bu arada, oturduğum Levent Mahallesi’nde aslına uygun olarak korunan pek az bina var, bunlardan biri de bizimki. Değişik belediye başkanları döneminde Belediye büyük rüşvetler yiyerek binaların deforme edilmesine on yıllarca göz yumdu. Hatta şu an bile imar işlerinde rüşvet aldığı iddiasıyla bir önceki dönemin belediye başkanı ve imardan sorumlu danışmanı iki buçuk aydır tutuklu.
Kötü niyetli olduğu anlaşılan başkan yardımcısından bir sonuç çıkmayacağını görünce, son çare olarak eşimle belediye başkanına gittik. O zamanlar Beşiktaş Belediye Başkanı Yusuf Namoğlu’ydu. Kendisine deprem güçlendirme için yapılacak bir çalışmanın fasadı korumak gibi bir gerekçe ile önlenmemesi gerektiğini izah ettik. Zaten yapılacak iş yan cephede olup kolon ve kiriş kalınlaştırmasından ibaretti.
Konuyu araştıracağını söyleyen Başkan, bir süre sonra özel kalemi vasıtasıyla projeye deprem güçlendirme ruhsatı verebileceklerini bildirdi.
Sıra yapı denetim şirketi bulmaya gelmişti. O zamanlar yapı denetim firmaları proje bedelinin %3’ü kadar bir ücret almakla yükümlüydü. Tarife devlet tarafından bu şekilde belirlenmişti. Ancak bizim yaptıracağımız güçlendirmenin maliyeti oldukça düşük olduğundan ilk gittiğim iki şirket denetim işini yapmak istemedi. Açıktan %7.5 ödeme daha isteyen de oldu.
Sonunda yine yapı denetim işi yapan üniversiteden tanıdığım bir hocama gittim. O da rakamı şişirdi ama betonarme konusunda uzman olduğunu bildiğim hocamın işini düzgün yapacağına emin olduğumdan ve bir şekilde bu yapı denetim işini aşmam gerektiğinden sesimi çıkarmadım.
Sıra inşaat izninin kırtasiye kısmını çözmeye gelmişti. O da pek kolay olmadı. İzin başvurularının internetten yapılma zorunluluğuna karşın Bayındırlık Bakanlığı’nın web adresinin haftalarca çalışmamasından tutun, yıllarca önce evin çıplak mülkiyetini devraldığım babaannemden muvafakatname istenmesine kadar, zorunlu müteahhit tutma, belediyeye annemin kızlık soyadı ve kendi kan grubu bildirme gibi onlarca bürokratik ve maliyet artırıcı engeli aşmam gerekti.
Tüm bu işler dokuz ay sürdü. Ben de işi gücü bırakıp evimi güçlendirmek için bütün bu süre boyunca koşturdum. İnşaatın kendisi ise bir ayda bitti. Bu dönem zarfında değerli hocam bir kere bile lütfedip gelip bakmadı. Ta ki başımdan geçenleri liseden büyüğüm olan Sayın Meral Tamer Milliyet’teki köşesinde yayınlayana kadar. (Depreme karşı ev güçlendirmek cesaret ister! – Meral Tamer (milliyet.com.tr) Yazı yayınlanır yayınlanmaz başı derde girer korkusuyla arabasına atlayıp evime geldi ve her şeyin düzgün yapıldığını gözleriyle gördü. Yoksa inşaatı görmeden imzayı atacak, parasını da alacaktı.
Evin güçlendirilmesi bittikten sonra 4.Levent’in hemen girişinde bulunan ve iki bloktan oluşan bir bina grubunun yönetim kurulu üyesi olduğumdan bir toplantısına bu deprem güçlendirme konusunu getirdim. Binayla ilgim o sıralar 97 yaşında olan babaannemin orada 46 metrekarelik bir dairede oturmasıydı.
Biraz da ısrarlarım üzerine, yönetim kurulu Orhan Bey’in gelip binaları incelemesine onay verdi. Orhan Bey doğal olarak teklif vermek için binayı görmek istedi ve altında Ziraat ve İş bankalarının da bulunduğu bu iki bloğu ziyaret etti.
Orhan Bey çok namuslu bir insandı. Binada biraz dolandıktan sonra bana, “Bu binanın kolonları daha önceki depremlerden dolayı kesilmiş, merdiven de çökmek üzere. Bana boşuna para vermeyin, bu binanın derhal yıkılması lazım” dedi.
Altmış daireden oluşan iki bloğun yıkımına karar vermek yönetim kurulunun boyunu aşıyordu. O nedenle kat maliklerinin tümüyle bu konuya yönelik bir toplantı kararı alındı. Ben bu toplantıda durumun vahametini anlattım. Her malikin hissedar olacağı bir şirket kurularak yeni yapılacak binadan hisse alacağı bir model de önerdim.
Toplantıya katılanlardan itirazlar geldi. Hatta bunlardan birisinin “binalar sağlamdır, 1950’lerin sonunda inşaatı yapılırken çimentosu bile Almanya’dan getirtilmişti” dediğini bugün bile hatırlıyorum.
Sonuçta oylamaya geçildi… Ve benim evet oyuma karşılık 59 kat maliki ret oyu verdi! Ben de babaannemin vefatı sonrası daireyi sattım. Satarken de herkes hatta satın alan kişi bile neden sattığımı biliyordu. Kimse deprem riskini ırgalamamıştı. İşin ilginci o iki blok hâlâ duruyor ve 4-5 şiddetinde bir depremde içinde yaşayanlarla birlikte yıkılmayı bekliyor.
1999 depreminin üzerinden 24 yıl geçti. Düzelen hiçbir şey yok. Merkezi hükümet muhalefet belediyeleri ile kasıtlı olarak eşgüdüme geçmiyor. Hatta, deprem konusunda yaptığı toplantılara davet bile etmiyor. Ayrıca iktidar- muhalefet belediyeleri fark etmeksizin imar yolsuzlukları tüm ülkede diz boyu. Devletin tepesinden belediyenin zabıta müdürüne, yükleniciden yapı malzemesi üreticisine kadar hemen hemen herkes rant peşinde. İstisnası maalesef çok az. Bunu yaparken de insanları mezara yollayacaklarını düşünmüyorlar. Devletin ve ülkenin yeni bir Marmara depreminde bekasının tehlikede olduğuna da aldıran yok. En ilginci de 4.Levent’teki binalar örneğinde olduğu gibi mal sahiplerinin ve kiracıların vurdum duymazlığı.
Galiba hepimiz depremlerde işlenen cinayetlerden, toplu kıyımlardan biraz sorumluyuz.