Sıcak haberin içinde olmadığım için okuduklarıma, gazeteci arkadaşlarımla konuştuklarıma dayanan siyasal gözlemlerim var. Paylaşmak istediğim şeyler Meclis’te ve siyasi partilerde görev yapan meslektaşlarımın özel sohbetlerimizde söyledikleri. Bir kaynağa dayandıramadıkları, çıkarımlara dayalı olduğu için de dile getirmedikleri şeyler bunlar.
Bir tanesinden duysam “evet, evet” der geçerdim ama birbirine çok benzeyen, çok yakın ve hatta birbirinin aynısı yorumları birden çok (tabii onlarca değil) arkadaşımdan duyunca bari onlar yazamıyor ben yazayım dedim.
Bu yazıyı yazmak için beni cesaretlendiren bir başka şey de Levent Gültekin’in Ruşen Çakır ile Medyascop’taki 11 Temmuz’daki söyleşisinde dile getirdiği şeyler oldu. Gültekin gerçi bunları bir iki yıldır dile getiriyor ama yalnızca onun dile getirmesi yetmiyordu tabii ki.
Daha önceki iki yazımda dile getirdiğim gibi ben muhalefetin ne değişiklik yaparsa yapsın herhangi bir seçimi kazanmasının imkânsız olduğunu söylemiştim ve hâlâ da söylüyorum. Bunu da muhalefetin seçmen sandıklarının tümünde müşahit bulunduramamasına bağlıyorum. Muhalefet yurt içi ve dışındaki 196.999 sandıktan kaçında müşahit bulunduramadığını hiç açıklamadı. Ne CHP ne de İYİ Parti bu konudan özenle kaçınıyor, ağızlarına bile almıyor. Zaten niyeyse meslektaşlarımdan hiçbiri de bu soruyu iki lidere sormadı.
Gültekin iddia ediyor ki muhalefet 50 bin sandıkta müşahit bulundurmadı. Dikkatinizi çekerim bulunduramadı değil bulundurmadı diyor. Bunu da çok önceden belirlenmiş bir oyuna bağlıyor. Ona göre cumhurbaşkanlığı seçiminde Tayyip Erdoğan’ın karşısına Kemal Kılıçdaroğlu çıkarılacaktı. Buna en az iki yıl önceden karar verilmişti. Gerçekten de seçimlerde Kemal Bey aday oldu Erdoğan karşısında. Hatta hatırlarsanız Devlet Bahçeli bile Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş seçeneklerine karşı şiddetle Kemal Bey’i savunmuştu. Ne zaman? 2022 Haziran ayında.
Demirtaş’ın önü ise 2016’da kesilmişti yine hatırlarsanız.
Erdoğan’ın karşısına kesinlikle Kemal bey çıkarılacaktı başkası değil diyor Gültekin.
Şimdi geleyim arkadaşlarımla konuştuklarıma. Seçimden hemen sonra konuştuğum arkadaşlarımdan biri birlikte program yaptıkları diğer meslektaşıyla aralarında geçen bir konuşmayı anlatmıştı. Bu kez derin odakların Tayyip Erdoğan üzerinde anlaşmaya vardıkları ve bir dönem daha onunla çalışmak istediklerini ileri sürmüştü o meslektaşımız ki benim arkadaşım da bu görüye yakın duruyordu.
Birkaç yıldır bir başka arkadaşımla ise CHP’de neler olup bittiğini konuşuyoruz. O gazetecilik yapmıyor ama siyasetin içinde ve CHP’de neler olup bittiğini iyi biliyor. Bir iki yıl önce bana bir CHP milletvekilinin ki yönetim kadrosundaydı bu kişi, bazı şirketler kurarak veya kurdurarak CHP’li belediyelerin ihalelerini bu şirketlere verilmesini sağladığını ve bu yüzden Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyerek işini sağlama aldığını söylemişti. Hayır bunu söylerken Kemal Bey’in işin içinde olduğunu kastetmiyordu, yalnızca o milletvekilinin yerini sağlam tutarak işlerini yürütmek için var gücüyle Kemal Bey’i desteklediğini anlatmak istiyordu. Bir de belediye meclislerinde veya TBMM’de karşıt partilerdeki milletvekillerinin ortak şirketleri olduğunu ve ihaleleri böylece kolaylıkla ortak şirketleri adına aldıklarını söylüyordu.
Aynı konuşmaları emekli gazeteci arkadaşlarımla da yapıyordum. Seçimleri muhalefet niye kaybetti konuşmalarını yani. Onlara kendi düşüncelerimi aktardığımda bazılarının benim gibi düşündüğünü görüyordum biraz farklılık vardı tabii.
Ama CHP gibi elini şıklatsa 190 bin küsur müşahidi birkaç günde tamamlayabilecek bir partinin niçin bunu yapmadığını halen çözebilmiş değilim. Bu da beni Levent Gültekin’in iddialarına götürüyor. Gerçekten CHP ve diğer muhalif partiler oyunu daha önceden belirlenmiş bir sonuca göre mi oynamıştı?
Yani seçimi kaybedeceklerini bile bile mi seçimlere katılmışlardı? Kemal Bey bile bile mi 39 milletvekilini yüzde birlik partilere dağıtmıştı? Yine Gültekin’in iddiasını tekrarlayarak gideyim, Kemal Bey aday olmamasının imkansız olduğunu, bunun kendisine bağlı olmadığını mı söylemişti Gültekin’e?
Haydi diyelim ki Gültekin yalan söylüyor, peki muhalefetin 50 bin sandıktan ıslak imzalı belgeyi almamış, alamamış olması neyle açıklanıyordu? CHP ve İYİP niye susuyor bu konuda?
Her şeye bağırıp çağıran Meral Akşener niye bu konuda tek bir söz söylemiyor?
Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan ve de Temel Karamollaoğlu’nun bu oyundan hiç haberi yok muydu?
Nasıl oldu da biri 15 diğerleri onar milletvekili isteme cesaretini bulmuştu Kemal Bey’den?
Neye dayanarak?
Oy oranına dayanarak istemedikleri kesin.
Bu soruların ne yazık ki hiçbir yanıtı yok. Halkın siyasi sisteme güvenini ve ilgisini tamamen kaybedip seçimlere bile katılmaktan vazgeçmesi mi hedefleniyor?
O zaman örneğin yüzde elli, altmış katılımla, istedikleri bir partiyi iktidara getirmek çok kolay olacak birilerinin.
Çok kuşkulu ve ispat edilemeyecek şeyler söylediğimin farkındayım. Ama en azından kendi sorduğum soruyu sormaktan vazgeçmek niyetinde değilim: Muhalefet niçin tüm sandıklardan ıslak imzalı belgeyi almadı? Bakın artık alamadı demiyorum, ben de ikna oldum ki bu ancak istenirse yapılmayacak bir şeydir. Yani öyle karar verilmiş demek ki.
16 Nisan 2017 referandumunda;
2,5 milyon mühürsüz oyun geçerli sayılmasına yol açan ve Hukuk İşleri imzasıyla CHP örgütlerine "itiraz edilmeyecek" mesajı "gönderenlerin, türevlerinin ve kriptoların", CHP Yönetiminde yeri olamaz/ olmamalıdır.CHP Yönetimi, bu tarihi vebalin ve…
— Atilla Kart (@atillakart) May 30, 2023
CHP eski Konya milletvekili Atilla Kart’ın anlattıklarıyla bitireyim.
“Veryansın Tv’nin ulaştığı Atilla Kart, AİHM’ye götürülen davayı CHP yönetiminin nasıl engellediğine ilişkin detaylı bilgiler verdi.
Kart süreci şöyle anlattı:
“16 Nisan 2017 referandumu yapıldı. Ben 4 gün sonra Kılıçdaroğlu’ndan randevu aldım ve 1 saat süren bir görüşme yaptık. YSK’nin 2,5 milyon oyu geçerli sayan, hileli referanduma karşı ‘bu bir idari işlemdir’ gerekçesiyle partim adına dava açmak istediğimi anlattım. Seçim ve hukuk işlerinden sorumlu Bülent Tezcan da oradaydı. Anlatımlarımdan ikna olarak bana görev verdiler. Ertesi gün bana vekâlet verildi. Ben partim adına Danıştay 10’uncu Daire’ye dava açtım. İç hukuk yollarından sonuç alamayacağımızı biliyoruz, ancak AİHM mevzuatı sebebiyle bu süreci işletmek gerekiyor. 10’uncu Daire’ye başvurduk, 4’e 1’le reddetti. Temyiz ettik, Danıştay İdari Dava İdareler Kurulu reddetti. Böylece iç hukuku kesinleştirdim, bitirdim. Bir yılda bitecek süreci 45 günde bitirdim. Ondan sonra AİHM’e götürmek üzere dosyamızı hazırladık. Adalet yürüyüşünün üçüncü günü Kızılcahamam’da mola esnasında dosyayı götürdüm. Parti adına takip ediyorum. CHP’nin fahri bir vekili olarak. Kılıçdaroğlu ‘Tamam kardeşim, emeğine sağlık, git davanı aç’ dedi.
“Üç isim devreye girdi”
Kart, Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarının ardından CHP MYK’dan 3 ismin devreye girdiğini söyledi:
“İki gün sonra partiden devreye girdiler. ‘Hayır efendim, parti adına gitmeni istemiyorlar’ dediler. Üç isim devreye girdi, partinin MYK’sinden. ‘Genel Başkan ‘Atilla Bey parti adına gitmesin, kendi adına gitsin’ dedi’ ifadelerini kullandılar. Ben kendi adıma gitmeyi bilmez miydim? Ben partim adına görev yaptım. Doğru olan da buydu. Hem hukuka uygun olan, hem de anayasal ve siyasi sorumluluk adına da gerekli olan buydu. Ülkemin çıkarlarını, demokrasinin geleceğini, rejimin geleceğini partimin çıkarlarının üstünde tutan bir anlayışla bu ek bilgilendirmeyi yapma gereği duydum partili kimliğimi koruyarak.“ (*)
Bu üç kişi kimdi bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki AİHM referandumla ilgili kişisel başvuruları geri çeviriyor. Ancak bir parti adına yapılan başvuruları incelemeye karar veriyor. Ve o üç kişi bu noktayı biliyor. Belki Kemal Bey de biliyordu, kim bilir?
Fotoğraf: chp.org.tr