Beyni ve kalbi terazinin karşı kefelerine koyan karikatürlerde ağır çeken taraf kalptir…
Kalp beyne hep gol atar. Şarkılarımız, türkülerimiz, hikayelerimiz, romanlarımız, şiirlerimiz el birliğiyle hislerimizi baş tacı ederken, kalbimiz beynimize nasıl gol atmasın?
Kalbimiz, kültürümüzde de, dilimizde de kazanan taraf olduğu için bizler de kalbin taraftarıyızdır, beynin değil. İyi de ben kalp değil beyin doktoruyum. Taraftarlığımın rengi belli olduğuna göre gerekçesini dillendireyim.
Bir sperm bir yumurtayı dölleyebildiğinde yeni bir canlı oluşmaya başlar. O birleşik tek hücre, önce ikiye bölünür, kısmen birleşik kalan bu iki hücre de ikiye bölününce dört hücre oluşur. 4 hücre 8 olur, 8 hücre 16 olur, derken cenin şekillenmeye başlar. Biyolojinin bu konuyu araştıran dalına embriyoloji denir.
Embriyoloji bilimi göstermiştir ki ceninin organsal gelişimindeki zamansal sıra bu bölünerek çoğalma şekli yüzünden (dört ayak üzerinde geliştiğimizi de düşünürseniz) içten dışa ve arkadan öne doğrudur. Bu hesapla, cilt hücrelerimiz gibi beyin hücrelerimiz de en son gelişir. Kalp ise hem içte hem de ortada olduğu için bütün iç organlar gibi beyne göre çok daha önceden gelişir.
Embriyolojideki bu sıralama yaşamsaldır. Kalp gelişmeden kan dolaşımı da olmaz. Kan dolaşımı yani kanın merkezden çevreye doğru taşınması demek hayat demektir. O yüzden kalpsiz hayat olmaz. Beyin öyle mi? Mecazi değil, gerçek anlamıyla beyin olmadan da yaşamak pekâlâ mümkündür. Bunun tek istisnası “beyin sapı” dediğimiz bölümdür.
Beyin derken neyi kastettiğimiz bu noktada önem taşır. Çünkü beyin deyince iki ayrı yarım halindeki kıvrımlı bölgeleri yani hemisferleri kastederiz. Oysa yapısal olarak beyin bundan daha fazlasıdır. Bu kapsamda, beynin arka ve iç kısmını oluşturan beyin sapı, hemisferler ve de beynin derin yapıları ile omurilik arasındaki bağlantı bölgesidir.
Kavşak oluşu ile beyin sapının yeri çok stratejiktir ama onu olmazsa olmaz kılan bir diğer şey de kalp dahil yaşamsal organların komuta merkezinin orada olmasıdır. Beynin bu en arka ya da daha doğru bir söylemle en aşağı (!) bölümündeki kalp kontrol merkezi hasar görürse, kalbin kendisi sapasağlam olsa bile çalışamaz. O nedenle de ölünür. Kalp sapasağlam olsa bile dediğime dikkatini çekerim. Çünkü kalp, adalelerden oluşan basit bir torbadan başka bir şey değildir, merkezdeki komutan olmadıkça.
Kalp denilen kan pompasını hemen yanı başında bulunan minik bir elektrik motoru (sinoatrial düğüm) çalıştırır. Bu motordan çıkan elektrik sinyallerini taşıyan sinirler eriştikleri kalp kaslarını uyararak kasılıp gevşemesini sağlarlar. Böylece kas torbasının içindeki kan da vücuda pompalanmış olur.
Kalbin elektrik motoru normalde kendi iç programı ile düzenli ve ahenkli biçimde sinyal üretir. Böylece kalp de dakikada bilmem kaç kez kasılıp gevşer. (O nedenle kalbi vücudun dışına çıkarıp elektrik motorunu da uygun biçimde çalıştırırsanız kasılmaya devam eder yani kendi başına da yaşar. Tıpkı sinir bağlantısı süren herhangi bir adale gibi.)
Kalp kasılmalarının vücuda yansıyan kısmına nabız deriz ve atardamarların yüzeye en yakın olduğu yerlerden biri olduğu için bilekten sayarız. Kalbin adalelerinde ya da motorunda aksama olduğunda nabızdaki düzen de bozulur.
Kalbin otomatik motoru sadece sinirlerle kalp kaslarına elektrik sinyalleri göndermez. Kendisi de elektriksel sinyaller alır. Bu sinyalleri sinoatrial düğüme getirense vagus siniridir. Vagus sinirinin merkezi beyin sapındadır. Heyecanlanınca oluşan kalp çarpıntısını da vagusun beyinden getirdiği abartılı uyarı sağlar. Kalp çarptığının bile farkında olmayan bir zavallıcıktır. Hızlanıp yavaşladığını nereden bilsin? Sözün özü, kalbin kontrolü beynin elindedir.
Öyleyse “beyinsiz yaşanır” dediğimde aslında doğru söylememiş oldum. Beynin hemisferleri olmadan da yaşanır demek istemiştim. Beyin olmadan yaşanamayacağı için gerçek ölüm beynin ölümüdür. O nedenle imamın ağza ayna tutup buharlanmayışına bakarak “nefes almıyor, öyleyse öldü” demesine bakılmaz. Eskiden öyle bakıldığı için nadiren de olsa ölmeden gömülenler olur, “mezarında hortladı” hikayeleri de hâlâ anlatılır durur. Artık doktorların “beyni öldü” demesiyle ölüm kararı veriliyor. O nedenle de kimse canlı iken üstüne toprak atılmıyor. (Yıllarca “beyin yoğun bakımı” doktorluğu yapmış biri olarak araya bu bilgiyi sıkıştırmasam olmazdı.)
Beyin, kalp dahil bütün organların toplamından çok daha fazlası olan bir organdır. Çünkü hem diğer organlar gibi kendi başına bazı işlevlere sahiptir hem de bütün diğer organlara komuta eder. Oysa biz beyni sadece akılla ilişkilendirme eğilimindeyizdir. Birine “beyinsiz” diye hakaret ettiğimizde elbette aklını kastederiz. Beyinle ilgili esprilerimiz aklı kullanıp kullanmamak üzerinden işler. Oysa akıl fikir yoksunu da olsak, bilerek isteyerek hiç kullanmasak da beynimiz hep kullanımdadır. Hem de gece gündüz hiç durmadan çalışarak. Sadece düşündüğümüzde değil, işediğimizde ya da seviştiğimizde, yürüdüğümüzde ya da konuştuğumuzda, gördüğümüzde ya da duyduğumuzda, bedenimizle gerçekleştirdiğimiz her bir şeyde beynimiz görev başındadır. Biz uyurken bile.
Bütün organsal işlevlerimiz bizzat o organdan çok beynimizin işlevidir. O yüzden organlar öldüklerinde onları yedekleriyle değiştirmeye bile başladık. Ancak beyin nakli için daha çok fırın ekmek yememiz gerekiyor.
Döne dolaşa vurguladığım üzre, beynin bedenle ilintili çalışmasının akılla fikirle de, bilinçle bilmekle de alakası yoktur. Beynin içinde bedenin her bir noktasının bir hatta birkaç farklı yönetim merkezi bulunur. Akıl ile ilgili beyin bölgesi ise vücutla ilgili olanlara göre nispeten ufaktır. Ancak “akıl” isterse bütün bedensel faaliyetleri denetleyebilir ve değiştirebilir. Ancak aklın canı isterse. Bu da elzem durumlar hariç pek nadiren gerçekleşir…
Bir de hepimizin meftunu olduğu ve kalbimizle bağlantılandırdığımız duygularımız var. Sevmek, beğenmek, hoşuna gitmek, acımak, şefkat, merhamet gibi olumlu ve sevmemek, beğenmemek, hoşlanmamak, kızmak, öfkelenmek, nefret etmek gibi olumsuz duygulardan söz ettiğimizde aklımıza gelen ilk ve tek organ kalptir.
Kalp aslında olumlu duygularımızın beşiği addedilir. Koca yürekli, yüce gönüllü, iyi kalpli, temiz kalpli şeklindeki güzellemelerimiz, aslında tersine kötü kalpli olunacağına da gönderme yaparak her iki cins duyguyu da kalbe yerleştirir. Kalbin duygularımızın merkezi olduğundan hiç kuşkumuz yoktur.
Biz birine beyinsiz dediğimizde nasıl akılsız demek istiyorsak, kalpsiz dediğimizde de kötü biri demiş oluruz. Ancak gözümüzde ikincisi daha beterdir. Çünkü ve gene, kalp beyinden daha önemlidir. Çünkü duygularımız aklımızdan daha değerlidir (!)
Değildir. Her şey gibi duyguların merkezi de kalp değil beyindir. O yüzden iyi bir kalbe sahip olmak, kasları ve sinir iletimi iyi çalıştığı için nabzı düzenli atan biri olmak demektir. Kötü kalpli olanın da ya kalp kasları ya kalp damarları ya da kalp sinirleri bozuk olduğu için kan dolaşımı aksıyor demektir. Biyolojik açıdan durum bundan ibarettir. Sosyal açıdan da kişinin huyu ve de davranışlarının iyi ya da kötü olmasının kalbinin iyi ya da kötü olmasıyla uzaktan yakından alakası yoktur. Kalbin duygularımız ile alakası bile yoktur.
İyi ya kötü huylu biri olmak da iyi ya da kötü hisler taşımak da tümüyle beyinle ilgilidir. Terazinin bir kefesine kalbi diğer tarafına beyni koymak tarihi bir hatadır çünkü insan bedenine ait bilgilerin yetersiz olduğu dönemin kalıntısıdır. Teknoloji sayesinde bedeni ve beyni inceleyemediğimiz dönemlerde düşünürler görüp bilmeden, oturdukları yerden düşünmüş taşınmış aklı beyne, duyguları kalbe yerleştirmişler. Geçmişin o hatalı öngörüsünün etkisi hâlâ sürüyor. Zaten bayılırız “Dekart demiş ki.., Konfiçyus’un söylediğine göre… ” diye yanılgılarımızı kılıflamaya.
Günümüzde hâlâ (o yamuk kenarlı üçgenle kalbimizin gerçek şekli nasıl bağdaştırılmışsa artık) aşkımızın işareti olarak kalp figürü kullanırız. Minnetimizi göstermek istediğimizde sağ elimizi sol göğüs kafesimize yapıştırarak kalbimizi işaret ederiz. Gönlünü kaptırmış deriz. Gönlü zengin deriz. Kalbin kararmış deriz. Kalbimi kırdın deriz. Yüreğim parçalandı deriz. Deriz de deriz. Her türden duygumuzun ifadesi için kalbimizin çevresinde dolanıp dururuz.
Bir yazımda beyne “salak” deyip ne kadar kolay kandırılabildiğinden dem vurduğumda “öyleyse kalbimize başvuralım, o kolay yanılmaz” şeklinde bir yorum yapılmıştı. Bu yoruma karşılık olarak kalbin ve beynin işlevlerini bir kez daha anlatma gereği hissettim.
Beyne karşı kalbi öne süren bu yorumun arka planında elbette aslen “akıl ve duygu” karşıtlığına gönderme vardı. Beyin akıldan ibaret değil, kalp de duygularla alakalı değilse de, gene de akıl ve duygu karşıtlığı diye bir şey var elbette. Bu karşıtlık beynin bir bölümünün öteki bölümüne karşıtlığından ibarettir. Üstelik bu toslaşma, hayatlarımızın temel belirleyicisidir. Bizim hangi tarafın taraftarı olduğumuz, aslında kim olduğumuzun da en açık işaretidir.
Kalp ve beyin organlarının işlevlerinde anlaştıysak “aklımız yerine duygularımıza güvenmenin daha doğru olduğu” konusunu da bir başka sefer konuşalım.
“Asıl golcü kalp değil beyindir de acaba hangi beyindir?” diyerek şimdilik bitireyim…
İlgili yazılar: