8 Mart, kadınların yürüyeceği gün hava Bay Kemal’e dönmüştü. Tünel’den çıkar çıkmaz tanık olduk. Polis her boşluğu dolduruyor, yayılıyor, genişliyor esnaf da konuşuyordu. Galatasaray’a doğru giderken, cadde üstü mağazadaki tezgahtar, “Kapatma emri geldi, saat ikide” haberini verdi. Bir müşteri, “Kadınlar yürüyecek, niye kapatıyorlar” diye sorunca cevabını aldı.
– Bizi koruyorlarmış.
– Ya!.. Yürümeye başlayınca kadınları da koruyacaklar, kafalarına tabela falan düşmesin diye…
Caddeye çıktık, sağdan ilerledik. Sivil polisleri de sayarsak yürüyenlerle polis sayısı ile sıradan vatandaş sayısı eşitlenmiş gibiydi. Gençten bir kadın, yeri sarsarcasına heybetle yürüyen, hayli güven veren “Robocop” üniformalı polislerden birine sordu:
– Affedersiniz Beyoğlu Belediyesi ana binasına nasıl giderim? Acaba!
Sorunun yanıtını düşünerek bulmaya ya da “Ben buranın değil karşı tarafın polisiyim” demeye hazırlanıyordu ki tarifi verdim:
– Doğru gidin Galatasaray’a varmadan solda…
Bir pasajın içinde bu kez biz sorduk.
– Sizi de kapatıyorlar mı?
Orta yaşın üzerinde, alışveriş yapan bir kadın yanıt verdi:
– Kadınlar yürüyecek diye her yeri kapatıyorlar. Her taraf polis…
Dükkan sahibi, net bir dille “Son kez. Seneye yok. Seneye kadınlar yürüyecek, diğerleri de. İkinci Kemal geliyor.” dedi.
BİR
Gazavatname-i Bay Kemal yazacakların dikkatine
Metro, finüküler kapalı, caddede bir elin parmakları kadar gerçek sivil var artık. Taksim’e giriş de çıkış da zor. Ama “Bay Kemal rüzgarı” aralıkları bulmuş esiyor. Akşener’in gidip gelmesinin bunda payı büyük. Oysa Akşener, Kılıçdaroğlu “yapamaz” diyenlerin tercihiydi, o gidince tek tercih olarak yükseldi. Geri döndüğünde ise artık sahne değişmişti.
Kılıçdaroğlu, 2017’de “Adalet Yürüşü”(1) ile de yine mevcut sahneyi değiştirmişti. Bir kez daha üstlendiği başrolü gecikmeden oynadı. Bundan sonrasını, seçim zaferi gelirse, “Gazavatname-i Kemal” yazmaya hazırlanan hünerli arkadaşlarımız bir kenara not etsinler:
1946’da çok partili rejime geçilirken, İsmet İnönü’ye yağdırılan övgülerin bini bir paraymış. Kızı Özden Toker’in anlattığına göre (2), birisi demiş ki:
“Paşam siz insan değilsiniz. İnsan üstü bir şeysiniz.”
Bu boş övgülerden rahatsız olan Mevhibe Hanım yalnız kaldıklarında üzüntüyle ona sormuş:
– Paşam, size niye böyle şeyler söylüyorlar? Siz de Allah’ın bir kulusunuz… Böyle abartılı konuşmak nereden akıllarına geliyor?”
İnönü gülerek eşini teskin etmiş:
– Hanımefendiciğim merak etme. Onlar da bu söylediklerine inanmıyor.
Şimdi nelerin değiştiğine bakalım.
İKİ
Ve “Yeşil Sol” sahne alıyor
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2017 yılındaki büyük yürüyüşü, “Althusseryen” kavramıyla epistomolojik bir kopuştu. CHP’yi o güne kadar içine kapandığı görkemli parti genel merkezinden sokağa çıkarmıştı. Beklenmeyene cesaret etmiş, yapmıştı. Böylelikle parti içindeki Deniz Baykal gölgesini kaldırırken, tartışmasız CHP lideri olmuştu. Daha bir kısası, İdris Küçükömer şemasına sıkıştırılmış, liberallerin ve dincilerin binek atı durumundaki çakma sivil toplumculuk yerine sokağa çıkmayı (yürüyüşü) yeğlemişti. Bu yürüyüşü, iktidara karşı bir pazarlık kozu gibi görmek isteyen Baykal’ı da dinlememiş, o günlerde “sine-i millet” diyen Selin Sayek Böke’nin (bugün partinin genel sekreteri) çizgisine yaklaşmıştı. Böke bugün, sert tecrübelerle temkinli ve gösterişten uzak halde Kılıçdaroğlu’nun yanında, Baykal ise yok. Gölgesi başka yerlere tercih etmeyeceği biçimde vuruyor. (3).
Akşener’in “ezik” masaya dönüşü, Kılıçdaroğlu’na HDP ile “resmen” görüşmek için aradığı meşruiyeti daha o günden sağladı. Masanın Kürt politikası daha gerçekçi bir zemine oturdu. 2017’deki büyük yürüyüşte de böyle olmuştu. Yürüyüşün her gününe fiilen katılan HDP’liler, Saadet Partisi ve katılamayan İyi Parti’yle fiili bir ittifaka girmişlerdi. “Anadili, özerkliği konuşalım” gibi (4) doğrudan Erdoğan iktidarına payandalık yapacak öneriler gündeme hiç getirilmemişti.
HDP’nin ayağına giden Bay Kemal’i, Genel Başkan Pervin Buldan şu sözlerle karşıladı:
– Adaylığını kutlamak istiyorum. Bizim derdimiz basit hesaplar değil politik ilkeler ve halklarımıza karşı sorumluluğumuzdur
Kılıçdaroğlu’nun yanıtı ise geleceğe yönelik oldu:
– Kürt sorunun tek çözüm yeri Meclis’tir.
Buldan’ın istediği adeta buydu:
– Sayın Başkanı burada (TBMM’de) ağırlamamızın nedeni, sorunun demokratik çözümünün parlamento çatısı altında olduğunu göstermek amaçlıydı.
Sahnenin önünde olmasına karşın bir görünmeyen var:
– HDP yönetimi ile cezaevindeki Selahattin Demirtaş arasındaki makasın bir parça kapatılması.
2013 yılındaki “Açılım” fiyaskosu ardından en az AKP kadar kaybeden PKK’nın yarattığı hasar Demirtaş’ın 2015 yılındaki “Seni başkan yaptırmayacağız” sloganıyla onarılmış, HDP’yi de tarihinin en yüksek oy oranına ulaştırmıştı. Fiyaskonun diğer yakası PKK’nın baskısıyla, Gezi direnişini ıskalayan HDP bu sayede, neoliberal dönemde AKP yörüngesine giren kürt hareketini dağlara hapsolmaktan da kurtarmıştı.
Seçim öncesi Yeşil Sol’un doğal lideri, “bir bileni” gibi davranan Selahattin Demirtaş, nisan ayının ortasında bir açıklama yaptı (Pervin Buldan yapmadı) ve “Erdoğan iktidarı sonrasında PKK’nın tümüyle silah bırakması konusunda elimizden geleni yapacağız ve mutlaka başaracağız” dedi. (5) Bu, Demirtaş’ın PKK’ya yönelik yaptığı ilk silah bırakma “çağrısı” değil. Geçtiğimiz temmuz ayındaki “PKK silah bırakmalı (6) çağrısı, HDP’ye üye olan liberaller (milletvekili olacakları belli değildi) ve sosyalist sol ile süren ittifak görüşmeleri sırasında onları da rahatlatmak için öne sürülmüş taktiksel bir çıkıştı. Nitekim, çağrıyı kısa bir süre önce HDP’ye katılan “liberaller” kadar bugün Yeşil Sol haline gelecek HDP ile ittifak yapmaya daha o zamandan niyetli sosyalist soldaki parti ve gruplar hemen olumlu karşıladı (7). Bu arada “fırsat bu fırsat” diyerek, PKK ile “Açılım sürecine” gönderme yapan ultra liberal görüşler dahi ortaya çıktı (8). Ancak Demirtaş’ın çağrısının muhattabı PKK o gün olduğu gibi bugün de çağrıyı üzerine almadı. Tersi manzaralar yarattı.(9).
Demirtaş’ın bugünkü çağrısına PKK’dan yine ses yok ancak, sosyal medyada kimin tarafından konulduğu pek bilinmeyen (!) kimin işine yaradığı ise tahmin edilen PKK sözcülerinin AKP ve Erdoğan iktidarına karşı, Yeşil Sol (Emek ve Özgürlük) ittifakının desteklenmesinin istendiği videolar ortaya çıktı. Çağrının sonuçlarının 14 Mayıs seçimleri ardından ortaya çıkacağını göz önüne alarak 2015 seçimleri ile yaşananları anımsamak gerekiyor.
Erdoğan iktidarının kaybettiği seçim sonucunun buhar edildiği Haziran 2015 seçimleri sonrasında yapılan ikinci seçimden AKP güçlenerek çıktı. Kaosa dönüştürülen algoritmik süreçte PKK’nın önemli rolü vardı. İlginçtir Demirtaş, seçim öncesinde şubat ayında silah bırakma çağrısını “genel başkan” sıfatı ile yapmış, “Açılım masası” henüz devrilmemiş, PKK’nın İmralı’daki lideri Öcalan desteklemişti. Haziran seçimleri sonuçlarıyla “algoritmik süreç” başlatıldığında, Temmuz ayında Demirtaş yine, PKK’yı silah bırakmaya çağırdı. Dinleyen olmadığı gibi polis cinayetleri, patlayan bombalarla, PKK “özerk” olduğunu ilan ettiği yerlerde barikat niyetine hendekler kazmaya başladı.
Saçları Kürt sorunuyla ağarmış, o zaman 90’ını aşmış Tarık Ziya Ekinci’nin deyişiyle, PKK “Savaş davetini” kabul etmişti. (10)
İyi de, “kazanamayacağını bile bile PKK bunu neden yapmıştı?”
Sorunun yanıtının bugün yüzde 60’la Cumhurbaşkanı seçileceğini iddia eden Muharrem İnce’de olup olmadığı bilinmez. Ama yaklaşık kırk yıldır, PKK Eruh ve Şemdinli’yi bastığından bu yana yanıt aynıdır. Otoriter yönetimlere gerekçe yaratmak, demokrasiyi buharlaştırmak. Nitekim, 2015 Haziran seçimleri ardından büyük bir aymazlıkla, bugünkü masanın önde gelen figürlerinden Davutoğlu ile (bakanlık hayalleri kurarak) “istikşafi” hükümet görüşmelerine oturan CHP liderliği ve apar topar Erdoğan ile görüşmeye çıkan Onursal Başkan Deniz Baykal gösterdikleri basiretsizlik belleklerden silinemeyecek bir siyasi pratiktir.
Seçim ardından hükümeti bırak(a)mayan siyasi iktidarın cüretinin boyutlarını gösterir. 14 mayıs seçimleri ardından, oluşacak siyasi tablo için de bir veridir.
ÜÇ
Sosyalist sol köklü muhalefet için seçim sonrası ittifaka girmelidir
Akşener’in “masa”dan ayrıldığı, henüz dönmediği ve Kılıçdaroğlu’nun büyük bir dönüş yakaladığı o kısa zaman diliminde Korkut Boratav’ın Cumhuriyet gazetesinde bir değerlendirmesi yer aldı (11). Boratav şöyle diyordu:
“Seçim sonrasında standart neoliberal politikalara dönüş gündeme gelecek. Çünkü muhalefetin mutabakat metni klasik neoliberal politikalara dönüş öneriyor. Bunun problemi şu: Milli gelir ve büyüme göstergeleri açısından ekonomik kriz yok. Türkiye’deki kriz halkın krizidir, bölüşüm krizidir.”
Boratav’a göre masanın sol seçeneklere açılması gerekiyordu, çünkü iktidar değişse de neoliberal politikalara dönüşün halkın krizini daha da ağırlaştıracaktı.
Nitekim, Akşener’in masadan ayrılmasının hemen ardından Kılıçdaroğlu, (Emek ve Özgürlük İttifakı ile değil) Sosyalist Güç Birliği’ndeki Sol Parti ile bir görüşme yaptı. Kılıçdaroğlu’nun girişimi “gerekirse parlamento dışında kalmayı yeğlemiş Sosyalist Güç Birliği’ne milletvekilliği mi teklif etti” düşüncelerinin doğmasına neden oldu. Atağın asıl sonucu ise iktidar değişikliğinde de sürecek neoliberal politikaların bir ölçüde dizginlenmesi olacaktı.
Ne var ki, Akşener masaya geri döndü. HDP de, CHP de daha önce belirledikleri çizgilerde ilerlemeye devam etti.
Boratav’ın seçim sonrası olacaklar, sürdürülecek neoliberal politikaların sonuçları ile ilgili uyarıları sürüyor (12).
Mevcut manzarada, izlenen seçim yatırımları ve Kahramanmaraş merkezli depremler ardından katlanarak gelen kriz sürdürülecek neoliberal politikaların gerekçesi olduğu kadar Erdoğan tipi iktidarların da ana muhalefete yerleşerek edinecekleri dönüş biletidir. Güçlü ve gerçek bir muhalefeti oluşturmak için ise bir fırsat var görünüyor. Seçimin hemen sonrasında Yeşil Sol listeden parlamentoya girmiş sosyalist partilerin, parlamento dışında kalması muhtemel sosyalist partilerle kayıtsız şartsız ittifak görüşmelerine oturması geniş seçmen yığınlarına güven verecektir. PKK ile hesaplaşmayan (Silah bırakma çağrılarından farklı ve çok daha ötesidir) HDP (Yeşil Sol) üstlendiği prangasını onunla seçime girerek milletvekilliği kazanan sosyalist sola da vurmaktadır. Bu prangayla girdiği HDP 14 mayıs seçimleri öncesinde sosyalist solu da iki kampa bölmüş, iki farklı ittifakın oluşmasına neden olmuştu.
Oluşan kompozisyon TKP genel sekreteri Kemal Okuyan’ın, “CHP ve HDP’nin kendi çizgileri var. Onların tek ihtiyaçları solun meşruiyetini kullanmak. Sol Türkiye’de de dünyada da toplumsal onay kaynağıdır. Sol hem HDP hem CHP’ye bunu hediye ediyor. CHP ve HDP de hep bildiklerini okuyor” haklı saptamasını getiriyor.
Sosyalist sol bu bedel karşılığında milletvekilliği kazanıyor ama seçim ardından bu prangaları üzerinden atması mümkün. Geçtiğimiz günlerde önemli bir yazıya imza atan (13) Fatih Yaşlı’nın deyimiyle “artan sol görünürlüğü” perçinlemek gerekiyor. Sosyalist sol zeminde bunun için yeterli birikim oluşmuş gibi duruyor.
DÖRT
Hangi partiler nerede?
Okuyan’ın, “solun meşruiyetini kullanmak” diye değerlendirdiği HDP nedeniyle sosyalist solu parçalanmışlığa ve bir bütün olarak güçsüzlüğe iten tabloyu görmek için önce mevcut iki ittifaktan Emek ve Özgürlük’ün bileşenlerinden önde gelen ikisine TİP ve EMEP’e bakmak gerekiyor.
TİP
Sosyalist Güç Birliği İttifakı’ndaki Türkiye Komünist Partisi’nden (TKP) kopan TİP (14) geçtiğimiz dönem HDP listesinden girdiği parlamentoda, CHP’den aldığı bir milletvekilliğiyle de etkileyici bir performans ortaya koydu. Şu an anketlere göre seçmen kitlesinde en yaygın desteğe sahip görünen TİP’in, Meclis’te yaptığı sert olduğu kadar ajitatif ve popülist muhalefet büyük pay sahibi. Ancak, engellerinden biri daha önce listesinden Meclis’e girdiği HDP. Bu “ambivalent” ikircikli hal TİP’İ konuşturulmadığı Kadıköy mitinginden ve ayrı liste çıkarma uyuşmazlığına kadar götürdü. Partinin popüler karizmatik Genel Başkanı Erkan Baş, Cumhuriyet’e verdiği röportajında (15), oy oranlarının yüzde 2’leri aştığını, hedeflerinin 1965 yılında 2.9 oy oranına ulaşan 15 milletvekili çıkaran orijinal TİP olduğunu vurguluyor. Bilerek ya da bilmeyerek Türkiye’de sosyalist solun esas yarasına dokunuyor. Kürt hareketi, bugün bir efsane olarak sözü edilen 1965’deki TİP’in içindeydi. TİP onun içinde değil. Baş’ın gençliğine verelim!
EMEP
2012 yılında bir bileşeni olarak katıldığı Halkların Demokratik Kongresi’nden 2014’de isim hakkını ondan koparak tescilledi. EMEP, uzun süren bu birliktelikte güçlü geleneğine rağmen TİP’in aksine Meclis’te düşük bir profil verdi. HDP’nin gölgesinde kalmayı yeğledi. Yine TİP’in yaptığının aksine partinin “esas ağır topları” yerine Meclis’e vekillerini gönderdi. TİP milletvekillerinin sık sık Meclis kürsüsünden yaptığı ateşli ve partisini HDP’nin önüne geçirebilecek konuşmaları, çıkışları ise hiç yapmadı. 2011 ve 2015 iki dönem peş peşe iki dönem milletvekilliği yapan 2015’de yinelenen seçimlerde, “seçim hükümeti” kuran AKP’nin bakanlık önerisini reddeden (HDP kabul etmişti) Levent Tüzel’in tavrı aralarında ilk ve tek ayrı düşme sayılabilir. Ancak bu milletvekili olmadan önce EMEP genel başkanlığı da yapan Levent Tüzel’in de Meclis’teki son dönemi oldu. Bir daha listelere konmadı. EMEP, 14 Mayıs seçimleri öncesinde, TİP gibi bazı yerlerde ayrı liste ile girmek yerine HDP (Yeşil Sol Parti) listelerinde gömülü olarak kaldı. Çeşitli sıralardaki 49 adayı için iddialı bir “lansman” yaptı ancak üst sıralardaki az sayıda adayının seçilmeleri ince hesaplara bağlı. HDP ile ittifakı ise tarihi geleneği itibarıyla en anlaşılmaz olandır (16). Yeni Meclis’te daha atak ve gösterişli bir profil tutturmak üzere HDP örtüsünden sıyrılması olasıdır.
Sol Parti
12 Eylül 1980 askeri darbesi öncesinde en çok taraftara sahip olduğu kabul edilen Devrimci Yol geleneği önce ÖDP (Özgürlük ve Demokrasi Partisi) sonra Sol Parti adını aldı. 1980 darbesi yıllarındaki PKK ile ittifak arayışları, “PKK’nın karanlık uluslarası ilişkileri” nedeniyle sonlandı. Bugün süren PKK tepkisi (Suriye’de Amerika ile ne yaptığı gibi), onunla bir hesaplaşmaya gitmeyen HDP ile yan yana gelmesini engellediği yorumları onun için de yapılıyor. Sol Parti halen sosyalist solun belirleyici ve etkin figürlerinden biri olarak Sosyalist Güç Birliği ittifakının ana eksenlerinden biri.
TKP-TKH
TKP’den kopan ama TİP gibi ayrı ittifaklara düşmeyen TKH (Türkiye Komünist Hareketi) Türkiye’de hiç de azımsanmayacak zenginliğe sahip sosyalist geleneği sürdürdüğünü söylüyor. TKP gibi TKH de genel olarak PKK’nın ve HDP’nin sosyalist geleneğin dışında hatta karşısında olduklarını başından beri dile getiriyor. TKP, laisizmi neoliberal rüzgar altındaki CHP’nin ve HDP’nin değil sosyalist solun savunduğunu ifade ediyor. (17)
Saptamadaki gerçeklik, parlamento dışı kalan ve parlamentoya giren sosyalist solu ittifaka zorlayan bir diğer neden. Sosyalist solun ülke çapında büyümesinin, pratiği olarak durmakta. Aksi halde, bugünkü iktidarın alternatifi nasıl restore edilmiş neoliberal politikaları yürütecek partiler ise 14 Mayıs sonrası oluşacak iktidarın muhalefeti yine aynı, kendisi gibi olacaktır.
Dünyada örnekleri yaşanırken, bu ittifakı oluşturmamak fırsatı kaçırmak önemli bir kilometre taşı olarak yol kenarında beliriyor..
SON
Sosyalist sol, “Türk Solu Bolşeviktir” sözünü hak eder. Bolşevizm de, süt kardeşliği yaptığı Cumhuriyet Türkiyesi’nin yalpalamaları ve rotadan çıkışı ile koşut bir hayat yaşamıştır. TİP’in genç lideri Erkan Baş’ın “Metin Abisi” Metin Çulhaoğlu, bir “sovyetik” solcu olarak neden başarılamadığını şöyle ifade ediyordu:
“Sosyalizmin kuruluş sürecini niteleyen maddi olgular kendi başına ayrı bir ideoloji yaratmaz, kuruluş sürecinin maddi gereklilikleri için sergilenen çabaların bir o kadarının da ideoloji alanında sergilenmesi gerekir (di)” (18). Saptamanın, bugünkü solun yürüttüğü doktriner tartışmaların anlamsızlığını ortaya koyması bir yana güncel olana, güncellenmeye işaret ettiği açık. 70’lerin ortasında Ecevit’in CHP’si ile birlikte en geniş kitlelere ulaşan solun, geçmişte parlamenter mücadeleye uzak kalması ya da ağırlıklı olarak uzağında durması (hegemanyanın istediği buydu), “oy verme hesap sor” sloganı ile seçimleri boykota yönelmesi bolşevikliği inkarından değil, Lenin’in deyimiyle “devrimin yükseldiğine”, yakın zamanda gerçekleşeceğine inanmasındandı.
Ümit Aslanbay
Not: Bu yazım ilk olarak T24’te yayınlanmıştır.
1-bkz. Kılıçdaroğlu yürüyor, sahne değişiyor. Temmuz 2017 https://t24.com.tr/yazarlar/umit-aslanbay/kilicdaroglu-yuruyor-sahne-degisiyor,17584
2-İsmet İnönü’nün Kızı Anlatıyor. Özden Toker-Mehmet Ö. Alkan YKY Şubat 2023
3-Aslı Baykal: İyi ki Erdoğan var da demokrasimizi yaşatabileceğiz.
https://t24.com.tr/haber/asli-baykal-iyi-ki-erdogan-var-da-demokrasimizi-yasatabilecegiz,1096946
4- https://www.gazeteduvar.com.tr/kurtler-millet-ittifakindan-ne-bekler-7-somut-talep-haber-1607073
11- https://www.cumhuriyet.com.tr/ekonomi/prof-dr-korkut-boratav-masa-sola-acilmali-2057770
12- https://haber.sol.org.tr/yazar/isci-sinifinin-bolusum-soku-2022de-devam-etti-368207
https://haber.sol.org.tr/yazar/akp-iktidari-ve-oncesi-ekonomik-bir-bilanco-371564
https://haber.sol.org.tr/yazar/imfye-gore-turkiye-ekonomisi-2023-2028-372224
13- https://haber.sol.org.tr/yazar/solsuz-turkiyeye-devam-mi-372034
14- TİP, içinden çıktığı TKP gibi boşta kalan adı almıştır. Doğu Perinçek’in bir ara adını sahiplendiği orijinal TİP Mehmet Ali Aybar ardından Behice Boran’ın genel başkanlığı ile süren partidir. Aybar döneminde 1965 seçimlerinde 15 milletvekilliği kazanarak solun da zirvesini oluşturmuştur. 1990 yılında TKP ile Türkiye
Birleşik Komünist Partisi’ni kurmasıyla adından da vazgeçmiş, TBKP ise bir yıl içinde kendini ortadan kaldırmıştı. Diğer başta kalan ad TKP’ye üstlenen ise yine “Sovyetik” kanatta yer almakla birlikte ayrı bir parti kuran Sosyalist İktidar Partisi (SİP) olarak bilinen gruptur. Bugünkü TKP’yi de yürütmektedir.
16-1980 Askeri darbesi öncesi PKK, özellikle Güneydoğu’da sosyalist sola karşı devletin de göz yumduğu silahlı saldırılar başlatmış, aralarında kürtlerin de olduğu bu hareketleri “Türkiyeli” oldukları gerekçesiyle kendi ilan ettiği bölgesinin dışına itmiş, silah zoruyla sindirmiştir. Ardından bu duruma seyirci kalan diğer kürt hareketlerine yönelmiştir. Onları da aynı akibete uğratmıştır. Buna 1978’de Diyarbakır’da belediye başkanlığı elde etmiş olan Kürdistan Sosyalist Partisi de dahildir. EMEP’in içinden geldiği “Halkın Kurtuluşu” geleneği ile çatışmaları ise 1990’ların başında dahi sürmüştür. PKK’nın 1993 yılında Tunceli’deki gerçekleştirdiği silahlı pusu, o yıllarda Eruh Şemdinli ve diğer baskınlar ile senkronizedir. Bu baskın ve katliamlar ile PKK kendini Kürt Hareketinin tek temsilcisi ilan etmiştir.
18-Metin Çulhaoğlu Sovyet Deneyinden Siyaset Dersleri Yordam 2018